Bu çalışmada yaşamın amacı mutlu olmaktır varsayımından yola çıkıldı. Çalışan insanın yaşamında iş yaşamının önemli yer kapladığı, dolayısıyla çalışan insanın iş yaşamındaki memnuniyeti ile yaşamdaki mutluluğu arasında yakın ilişki olduğu düşünüldü. Çalışan insanların işleriyle ilişkilerine bakıldığında adeta bir memnuniyet yelpazesinin söz konusu olduğu görüldü; yelpazenin bir ucunda işlerini tutkuyla yapanlar, diğer ucunda gönülsüz çalışanlar yer alıyordu. İnsanın bu yelpazedeki yerini neler belirliyor olabilirdi? Doğuştan getirdiği özellikler, yaşadığı biyolojik/psikolojik değişiklikler, içine doğduğu aile ve içinde yaşadığı çevrenin ekonomik, sosyal, kültürel koşulları, hatta şans gibi fazla etkileyemeyeceği ama etkileşim içinde bulunduğu pek çok boyutun, insanın yaşamının bütünü gibi iş yaşamının belirlenmesinde de önemli etkisi olduğu düşünüldü. Ancak, pek fazla etki edemeyeceği bu boyutların yanında, insan yaptığı seçimlerle de yaşamını ve dolayısıyla iş yaşamını etkileyebiliyordu. Bu çalışmada insanın fazlaca etkileyemeyeceği biyolojik, psikolojik, sosyal, kültürel boyutlar paranteze alınarak, meslek/iş yaşamına ilişkin olarak nasıl hissettiği ile yaptığı seçimler arsasındaki olası ilişki araştırıldı. İnsan doğasından yola çıkılarak, iş yaşamında insanı mutluluğa götüren seçimlere ilişkin ortak bir payda bulunup, bulunamayacağı tartışıldı. Tartışma özellikle insan doğası, erdemler, mutluluk, seçimler, Aristoteles'teki `prohairesis`, kendini bilme, potansiyel, seçimlerinde içsel ve diğerkam ya da dışsal ve rekabetçi unsurlara öncelik verme, kendi olma cesareti gösterme kavramları üzerinden yapıldı. Bunun için seçilmiş kavramlar tanımlandı, felsefe tarihinde ve günümüzde bu kavramların bireyin yaşamında kendini nasıl ifade ettiği felsefi yönden irdelendi. Ayrıca, filozofların görüşlerinin yanında kavramların insanın biyolojisi, psikolojisi ve sosyokültürel yapısı ile yakın ilişkisi sebebiyle, bütüncül bir sonuca ulaşmak amacıyla, bu konularda yapılan deneysel araştırma sonuçlarından da yararlanıldı. Birinci bölümde öncelikle çalışma, iş, meslek ve kariyer kavramları gözden geçirildi. Devamında iş seçimleriyle, insan doğası arasındaki ilişki incelendi. `İnsan her ne isterse onu olabilir mi?` sorusu soruldu. Bu çerçevede, insan doğası kuramları gözden geçirildi ve bu kuramlar üç gruba ayrıldı: 1) İnsan doğası doğuştandır, değiştirilemez (doğacı yaklaşım). 2) İnsan doğası doğuştan değildir, yapılır (yetiştirmeci yaklaşım). 3) İnsan doğası doğuştandır ve farklı etkiler altında gelişir (biyopsikososyal yaklaşım). Birinci görüşte olanlar insan davranışının kaynağının içgüdüler, evrim ve genler olduğunu iddia ediyorlardı. İnsanın doğası doğuştan ve değiştirilemezse, insanın baştan programlanması gibi bir durum söz konusu oluyordu. Bu durumda doğal olarak seçimlerden de söz edilemezdi. İkinci görüşte olanlar insanların verilmiş bir doğayla doğmadıkları, şekil verilecek kadar esnek olduklarını ileri sürüyorlardı. İnsanın doğuştan hiçbir doğası olmayıp, tamamen yapılan bir doğa söz konusu ise, insanın doğasından kaynaklanan hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan seçim yapabileceği, (çevre ya da kültürün önemine değinenler açısından, çevre ya da kültür buna uygunsa) var sayılabilirdi. Bu durumda da insanı mesleki anlamda yabancılaşmış ya da tutkulu ve coşkulu hissettirecek ortak bir payda bulmak pek mümkün olmayacaktı. Sonuncu görüşte olanlara göre ise insanın doğuştan gelen, ancak çevresiyle etkileşim halinde şekillenen, yani belirli bir esnekliği olan bir doğası bulunuyordu. Bu görüştekilere göre insanın bireysel gelişimin biyolojik (genler, doğum öncesi çevre, hormonlar gibi), psikolojik (gen-çevre etkileşimi, inançlar, duygular, beklentiler gibi) ve sosyal-kültürel (ebeveyn etkisi, arkadaş etkisi, kültürel normlar gibi) boyutları bulunmaktaydı ve bu yaklaşıma `biyopsikososyal yaklaşım` adı verilmekteydi. Eğer insan boş bir levha olmayıp, doğasındaki biyolojik unsurlar, psikolojik ve sosyal-kültürel unsurlar ile etkileşim halinde geliştirilebiliyorsa, buradan yola çıkarak kişiden kişiye değişmeyen ve insanı mesleki anlamda yabancılaşmış ya da tutkulu hissettiren ortak bir payda bulunabilirdi. Bilimsel araştırma sonuçlarının da desteklediği bu kuram doğru varsayılarak, buradan ilerlendi. Çevresiyle etkileşim halinde şekillense dahi, insanın doğuştan gelen bir doğası olduğundan söz edilebiliyorsa, insanın mutluluğundan ve kişiden kişiye değişmeyen mutluluk kriterlerinden de söz edilebilirdi. İkinci bölümde öncelikle felsefe tarihinde mutluluk kavramı kısaca gözden geçirildi. Felsefede mutluluk kavramı kendini mutçuluk (eudaimonism) olarak gösteriyordu. Bu görüş hayatın anlamını mutlulukta buluyor, insan davranışlarının mutluluk isteğiyle belirlendiği görüşüne dayanıyordu. Ayrıca bu görüş mutlulukla erdemli yaşam arasında ilişki kuruyor ve mutluluğu eğitim ve talim yoluyla ulaşılabilecek bir hedef olarak görüyordu. Bunun ötesinde, felsefe tarihinde mutçuluk kimi zaman hazcılık biçimine girmiş, Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta öteki dünya mutluluğu söz konusu olmuş, Yeniçağ 'da ise bireycilikten yararcılığa geçilmişti. Öte yandan, felsefi teorilerden yola çıkarak yapılan deneysel araştırmalar, mutluluğa ilişkin olarak ileri sürülen felsefi teorilerin pek çoğunu doğruluyordu. Mutluluğun tanımında zorluk yaşayan psikologlar 1970'li yıllarda kişinin mutluluğunu eudaimonic (övgüye değer bir yaşamı olup olmadığı) anlamda değerlendirmeyip, kendini iyi hissetmesi anlamında değerlendirerek, kişinin yaşamında olumlu duygulanımın yüksek, olumsuz duygulanımın düşük düzeyleri çerçevesinde gerçekleşen genel bir tatmin duygusu anlamına gelen `öznel iyilik duygusu` (subjective well-being= SWB) kavramını üretmişlerdi. Bu anlamda insanın mutlu olması ve bunu ifade etmesi mümkündü. Araştırma sonuçlarına göre; iyimser ve açık yürekli olan, yakın arkadaşları ya da mutlu bir evlilikleri bulunan, iş ve boş zamanlarında yeteneklerini kullananlar, anlamlı bir dini inancı olanlar, bireysel kültürlerde yüksek özgüveni olanlar, kolektivist kültürlerde sosyal kabulü yüksek olanlar, iyi uyuyup, spor yapanlar mutluluğa daha yatkın görünüyorlardı. Aile ilişkileri, dostlar ve sosyal ilişkiler insan mutluluğuna en çok etki eden unsur olarak ortaya çıkıyordu. Gelir boyutunda, zorunlu ihtiyaçları karşılayacak ve orta sınıfa mensup olacak gelir mutluluğa katkı sağlarken, bunun üzerindeki bir gelir, tek başına insanın mutluluk seviyesine büyük bir etkide bulunmuyordu. Erdemli bir yaşam mutsuzluğa tampon görevi görürken, mutluluğu destekliyordu. İş, yalnızca gelir getirme boyutu ile ilişkisi dolayısıyla değil, kişinin kendisine saygısı ve sosyal ilişkileri boyutlarında da mutluluğa etki ediyordu. İşin türü de önemliydi. İnsana özyönetim duygusu vermeyen işler, insanların kendilerini cansız, değersiz hissetmelerine sebep oluyordu. Bunun yanında seçilen hedeflerin mutluluğa etkisi olabiliyordu; kişilerin aile odaklı ve diğerkâm yaşam amaçları olması durumunda yaşamlarındaki doyum ve anlam artıyordu. Bilim adamları insan ve işle ilgili araştırma sonuçları ışığında insanı mutlu edecek türdeki işlerin özelliklerine yönelik farklı teoriler ileri sürmüşlerdi. Bu teoriler ve mutlulukla ilgili araştırma sonuçları bir arada değerlendirilerek insanı mutlu edecek türde bir işin taşıması gereken temel özelliklere ilişkin bir liste oluşturuldu. Bu listenin bir kesinlik taşımadığı, yine de işle ilgili seçimler yapma durumunda olan bir insanın, seçim yapmadan önce, bu listede yer alan öğelerin, ilgilendiği iş ile uyumunu gözden geçirerek en azından bir iç görü kazanabileceği belirtildi. Mutlu eden işin özellikleri şöyle tanımlandı:1)Özerklik; işinde denetim sahibi olma, 2) ustalık; önemli bir konuda sürekli daha iyiye gitme, 3) amaç sahibi olma/aşkınlık; işi kendimizden daha büyük, daha yüce bir şey için yapma, 4)kişinin yatkınlığı bulunan belirli erdemleri ve bunlara ulaşacağı yolları (imza güçleri) kullanmaya olanak sağlama, 5) mümkün olduğu kadar çok akış yaşama (kişinin yetenekleriyle uyumlu bir konuya kendini başka bir şeyi umursamayacak kadar kaptırma, zorlanmadan sıkı çalışmaya girme ve geribildirim alma) olanağı sağlama.6) en azından temel ihtiyaçlara duyulan yoksunluğu giderecek ve çalışanı orta sınıfa dahil edecek miktarda bir gelir sağlama, 7) aile, dost ve sosyal ilişkilere gereken zamanı ayırma olanağı verme 8)rekabetçi eylemler yerine diğerkam yaşam amaçları edinmeye olanak sağlama. İnsan doğası ve insanı mutlu eden işin özellikleri bu şekilde belirlendikten sonra insanı iş yaşamında mutlu eden seçimlere yönelik ortak payda arayışına devam edildi. Bunun için öncelikle seçim kavramı üzerinde duruldu. Bu çerçevede, üçüncü bölümde Aristoteles'deki `Prohairesis`, seçmek ya da tercih etmek kavramından yola çıkıldı. Seçimlerden bazılarının gündelik olarak adlandırılabileceği, bazılarının ise hayatın rotasını belirleyen türden seçimler olduğu ve meslek/işe yönelik seçimlerin de sonuncu türden bir seçim olarak değerlendirilebileceği belirtildi. Tek bir seçim gibi görünen meslek seçiminin aslında bir seçimler paketi olduğu, dolayısıyla bir kez seçim yapıldıktan sonra değiştirmenin zor olabileceği ifade edildi. Bu derece önemli bir seçim sürecinin sağlıklı işlemesi için Aristoteles'deki `prohairesis` kavramı üzerinden ilerlendi. Prohairesis sadece akıl yürütmeyle ilgili konularda ve enine boyuna düşünme durumunda söz konusu oluyor, teknik konularda örneğin matematikte enine boyuna düşünme sonunda yapılan bir tercih bu çerçevede değerlendirilmiyordu. Bu bağlamda meslek/iş seçimi de, prohairesis'in nesnesi olarak kabul edildi. Bu çerçevede, insanı mutluluğa götüren makul ve doğru bir iş seçimi süreci prohairesis sürecinden ilham alınarak şöyle tanımlandı: 1)Meslek/iş seçim(ler)i yapan kişi ani karar vermemeli, etraflıca düşünmeli,`geleceğini şimdileştiren` meslek/iş seçimini yaptığının farkında olmalıydı. 2) Kişi seçim yaparken ezbere davranış içinde olmamalı, iyiye dair bilgisini sınamalı, varsayımlarını mutlak gerçeklerle karıştırmayarak, dikkatlice gözden geçirmeliydi. 3)Seçim onu yapan kişiyi temsil etmeli, dolayısıyla doğru bir seçim yapmak için kişi hem kendini hem de yapmayı düşündüğü mesleği/işi bilmeli, meslekle kendi varoluşunun uyumunu değerlendirmeliydi. 4) Meslek/iş seçimi yapma durumunda olan kişi hem seçiminin sebeplerinin farkında olmalı, hem de seçiminin sonuçları hakkında öngörüde bulunmaya çalışmalıydı. Prohairesis sürecinden ilham alınarak iş seçimi sürecinin çatısı bu şekilde belirlendikten sonra, sürecin boyutları değerlendirildi. Seçim sürecinde yer alan birbiri ile yakından ilişkili görünen boyutların birlikte değerlendirilmeleri kararlaştırıldı. Buna göre etraflıca düşünme, iyiye dair bilgiyi sınama, kendini bilme boyutları bir arada `kendini bilme` başlığı altında, mesleği bilme, meslek seçiminin sebeplerini bilme, seçimin sonuçlarını öngörme boyutları da `seçimin sebep ve sonuçları` başlığı altında değerlendirildi. Kendini bilme kavramına öncelikle antik çağ filozofları ışığında bakıldı. Kendini bilmenin olup bitecek bir durum olmadığı, dolayısıyla ömür boyu sürecek bir süreç olduğundan söz edildi. Sokrates'e göre kişi kendini bilmek için yaşamını incelemeliydi; kendini bilme ruhunu bilmeyi ve bilge olmayı gerektirirdi. Aristoteles ise iyinin ne olduğunu bilmenin onu hemen yapmak anlamına gelmediğini ifade ediyor, insanın alıştırmalarla kendine egemen olmayı öğrenmesi ve istencini eğitip güçlü isteklerine karşı durarak etik eylemlerde bulunması gerektiğini belirtiyordu. Aristoteles insanda olanak halinde olanların, insanın asıl doğasının farkına varması durumunda edim haline geçebileceğini, aklın insana hem amacının ne olduğunu, hem de ona nasıl ulaşacağını göstereceğini ifade ediyordu. İnsanın asıl doğası düşüncesi potansiyel kavramını çağrıştırdı. Potansiyel düşüncesi, insanın doğuştan gelen ve çevresiyle etkileşim halinde şekillenen bir doğaya sahip olduğu varsayımı ile de uyumlu görünüyordu. Kendini bilme ve potansiyel bağlamında insanın `ben kimim?` ve `gelecekte nasıl bir insan olmak istiyorum?` benzeri sorular üzerinde düşünmesinin önemine dikkat çekildi. Bu sorular üzerinde düşünürken dostlarla, uzmanlarla diyaloga girilebileceği, bireysel ölçme-değerlendirme araçlarından yardım alınabileceği belirtildi. Devamında kendini bilme çabası göstermeden yaşayan birinin karşılaşabileceği olası risklere değinildi. Kültür robotu ya da şahsiyet olmak kavramları üzerinde duruldu. Kendini bilme çabası göstermeyen kişinin yaşamda karşısına çıkan yollardan birine rastgele sapma ya da kendine ait olmayan ve o anda toplumda kabul gören bir düşünceyi kendine hedef olarak belirleme durumunda kalabileceği ifade edildi. Öte yandan herhangi bir sebeple kendini yansıtmayan bir seçimi yaşayan birinin, kendini bilme gayreti içinde olmaya devam etmesi durumunda, o an itibariyle anlamlı ve doyumlu bir iş yaşamına sahip olmasa da, kariyerini oluşturmak üzere bilinçli bir niyeti ele geçirme ve gelecekte bu niyet çerçevesinde kendini yansıtan başka seçimler yapma şansını korumaya devam edebileceği belirtildi.Sonrasında, `prohairesis` kavramı bağlamında mesleği/işi bilme, meslek seçiminin sebeplerini bilme ve seçiminin olası sonuçlarını öngörme üzerinde duruldu. Mesleği/işi bilmenin bu çalışmanın çerçevesine fazlaca dahil olmadığı ifade edildi. Ancak yine de staj yapma, meslekten insanlarla konuşma benzeri yöntemlerle bir meslek/iş hakkında fikir edinilebileceği belirtildi. Mesleğe/işe yönelik seçiminin sebebini bilmenin, o seçimle ilgili etraflıca düşünmenin bir parçası olduğu, ancak her meslek/iş seçimi yapanın bu seçimi hakkında etraflıca düşünmüyor ya da düşünemeyecek bir zorluk yaşıyor olması durumunda bile, muhtemelen seçiminin sebebini bildiği ifade edildi. İnsanın tek bir seçim gibi görünen meslek seçiminin esasında bir seçimler paketi olması sebebiyle meslek/iş seçiminin tek bir sebebi olmasının beklenemeyeceği belirtildi. İnsanın seçim sırasında nihai tercihte bulunmak için çeşitli sebepler arasından birine öncelik vereceği, kişinin öncelik verdiği bu sebebin Aristoteles'in sözünü ettiği `bir şey için yapılan bir şey` deki ilk `bir şey` olacağı söylendi. Bu durumun seçim yapan kişinin diğer sebepleri tamamıyla dışladığı anlamına gelmeyip, diğer sebepleri ikinci plana iteceği anlamına geldiği, bu çalışmada düşünme pratiğinin devamı açısından meslek/iş seçimi iki temel gruba ayrıldıklarının varsayılacağı ifade edildi. Bunlar: 1) Önceliğin içsel ve diğerkam unsurlara (potansiyelini hayata geçirme, topluma katkıda bulunma, aileye zaman ayırma gibi)verildiği seçimler. Bu durumda `bir şey için yapılan bir şey`; insanlara yardım etmek için, doktorluk yapmak olmaktaydı. 2) Önceliğin dışsal ve rekabetçi unsurlara (güç/ün/para/statü kazanma gibi) verildiği seçimler. Bu durumda `bir şey için yapılan bir şey`; iyi kazanmak için, doktorluk yapmak olmaktaydı. Her ne kadar kişinin iş seçim sebeplerine ilişkin ikili bir ayrım yapılmış olsa da, bir insanın işe ilişkin seçimlerini ne yukarıda belirtildiği şekilde öncelik vermediği sebebi tamamıyla dışlayarak, ne de tüm yaşamı boyunca önceliği hep aynı sebebe vererek yapmasının öngörülemeyeceği belirtildi. Yine de, yaşama çok temelden bir bakış açısını yansıttığı için, insanın büyük değişimler ya da zorlayıcı olaylar yaşamadığı müddetçe, yaşamında bu seçimlerden birine daha fazla ağırlık vermesinin beklenebileceği söylendi.Meslek/iş seçiminin sonucunu öngörmek boyutuna gelince; öncelikle bunun ne derece mümkün olabileceği değerlendirildi. `Sistem Kuramı Çerçevesi` (Systems Theory Framework, STF) görüşü, kariyer gelişimini birbiriyle etkileşim halindeki karmaşık ve birbirine bağlı sistemlerin ürünü olarak görüyordu. Buna ilaveten, kariyer gelişimi zaman ve şansa bağlı olarak değişim gösteren dinamik bir süreci ifade etmekteydi. Dolayısıyla insanın böyle büyük bir sistemle etkileşim içindeyken yaptığı herhangi bir seçimin mutlak sonucunu öngörmesini beklemek gerçekçi olamazdı. Ancak bu durum insanın seçimlerinin sonucu üzerinde düşünmemesini gerektirmezdi. Bu bağlamda, kişinin seçimini yaparken öncelik verdiği boyutlarla seçiminin sonuçları arasındaki olası ilişki araştırıldı. Kişinin mesleğe/işe yönelik seçimlerini yaparken içsel ve diğerkam ya da dışsal ve rekabetçi boyutlara öncelik vermesinin yaratacağı olası sonuçların değerlendirilmesine mesleğe yönelik seçimini ailesinin zoruyla, muhtemelen dışsal ve rekabetçi unsurlara öncelik vererek yapan, İnşaat Mühendisliği bölümünde öğrenim gören, yirmi üç yaşındaki bir gencin mektubu üzerinden başlandı. Bu genç mesleğe yönelik seçimini yaptıktan dört yıl sonra `İnşaat mühendisliği yapmak istemiyorum. Hangi işi yapmak istediğimi ise bilmiyorum. Hiçbir duygum net değil, içerisi karmakarışık` demekteydi. Neyse ki yaşamda mesleğe/işe dair tek bir seçim yapılması söz konusu değildi. Bu genç kendisini mutlu etmediği görülen seçiminin olumsuz sonuçlarını, sağlıklı yeni bir seçim süreci yaşaması ve azim, kararlılık, sabır, cesaret gibi erdemlere sahip olması durumunda, başka seçimlerle bertaraf edebilirdi. Buradan yola çıkarak Rollo May'in belirttiği `kendi olma cesareti göstermek` kavramı üzerinde duruldu.May, cesaret kelimesini savaşta ihtiyaç duyulan cesaret anlamında kullanmıyor, kişinin toplumda kabul görme ihtiyacına değinerek cesareti `kişi özgürlüğe eriştikçe ortaya çıkan endişeyle yüzleşebilme kapasitesi` olarak tanımlıyordu. May, `kahraman` sözüyle de insanların sıra dışı davranışlarını değil, içlerindeki kahramanlık cevheri ve davranışlarıyla adeta `bu benim varlığım` demelerini kast ediyordu. May'e göre cesaret bir seçimdi ve `başka çarem yok` diye düşünülerek verilen kararlarda söz konusu olmazdı. Yukarıdaki gencin mektubundaki ifadelerden yola çıkarak May'in sözünü ettiği anlamda `kendi olma cesareti` göstermekle, kendini bilmek arasındaki ilişkiye değinildi. Kendini bilmede belirli bir aşamaya gelen ve içsel özelliklerine öncelik vererek kendi olma cesareti gösteren insanın, meslek/işe dair varoluşunu yansıtan seçimler yaparak, yaşamına etkisi olan, ancak etki edemediği diğer koşulların da uygun olması durumunda, seçimlerini hayata geçirebileceği sonucuna varıldı. Kendi olma cesaretini gösteremeyen insan ise MacIntyre'ın, Aristoteles'e referansla belirttiği gibi; olanak halinden edim haline geçemeyecek, sonuç olarak hüsrana uğrayarak yarım kalabilecek, elde etmeğe çalışsa da mutluluğa ulaşmada başarısız olabilecekti.Tüm bu değerlendirmeler ışığında sonuç olarak; yaşam yolculuğunda düşünmeden karar vermeyip, kendini bilme çabası içinde iyinin bilgisini arayarak, seçimlerinin sebeplerinin farkında olanların ve seçimlerinin olası sonuçlarını değerlendirenlerin, seçimlerinde önceliği içsel ve diğerkam unsurlara vermeleri ve bunu takiben kendi olma cesareti göstermeleri durumunda, yaşamda kendilerinin dışında yer alan ve fazla etki edemedikleri boyutların da izin vermesi/uygun olması şartıyla, Aristoteles'in tanımladığı anlamda mutlu insan olmaya daha yakın olacakları sonucuna varıldı. This study has its roots in the assumption that the purpose of life is to be happy. Another significant assumption underlying the study is that work life occupies a significant place in working people's lives and, as a corollary to that, a close relationship exists between happiness in work and life. A look at working people's lives revealed various degrees of satisfaction spread across a wide scale, on the one end of which are people passionate about their jobs. On the opposite end of the scale are people who do their jobs unwillingly. What factors could be cited that determined people's place on this scale? This study assumes that various factors such as genetically inherited traits experienced biological/psychological changes, economic, social and cultural conditions of the family of origin/social environment and even chance, over which people do not have much control but still interact with, have an important impact on people's work lives besides their lives as a whole. However, despite these factors over which people do not have much control, people can still have an impact on their own lives including their professional lives through their choices. The main focus of the study is the relationship between people's occupational choices and their outlook on work life while biological, psychological, social and cultural factors were not discussed in detail. The study also discusses whether choices that lead people to pursue fulfilling careers share a common ground, placing human nature at the center of the issue. The discussion was specifically centered on concepts such as human nature, virtue, choices, Aristotelian `prohairesis`, knowing one-self, potential, prioritizing internal aspects with altruistic aims or external aspects with competitive aims and showing the courage to be oneself. To that end, these philosophical concepts were defined and examined in terms of their impact on the lives of individuals in the history of philosophy and today. Besides drawing upon an amalgam of various philosophical strains, the study immensely benefited from experimental studies conducted in this area since these concepts are closely related to human biology, psychology and socio-cultural structures. Section 1 examines concepts such as work, occupation, profession and career as well as the relationship between career choices and human nature. The section poses the question of `Can people be whatever they want to be?` Theories of human nature are surveyed within that conceptual framework and divided into three groups: 1) Human nature is innate and unchangeable (`nature` approach). 2) Human nature is not innate, it is constructed (`nurture` approach). 3) Human nature is innate and it develops under different influences (`biopsychosocial` approach). Those who espouse the first school of thought maintain that human nature derives from instincts, evolution and genes. And since human nature is innate and unchangeable, reprogramming human beings is out of the question, which, quite naturally so, makes it impossible for one to throw into the equation natural choices. Those who espouse the second school of thought maintain that humans are not born with an innate nature; in fact, according to this strain of thought, human nature is flexible enough to be molded into shape. The followers of this approach believe that if human nature is something which can be constructed, then it can be assumed that humans can make choices without being subject to any sort of restrictions (with reference to those who dwell on the importance of social environment and culture if the social environment and the culture are convenient). This assumption left no room for common ground that would make people alienated or passionate and enthusiastic about their jobs. According to those who support the third school of thought, there is an innate human nature which can still be molded into shape through interaction with the social and cultural environment. According to this approach which is named as `biopsychosocial approach`, personal growth is underpinned by biological (such as genes, prenatal environment, hormones), psychological (gene-environment interaction, beliefs, feelings, expectations) and socio-cultural (parental influence, peer influence, cultural norms) dimensions. This approach maintained that if humans are not empty slates and human nature can be nourished through innate biological elements as well as psychological and socio-cultural interaction, then a common ground can be found which can make people feel alienated or passionate about their jobs. This study adopts as its theoretical basis this particular approach, whose assumptions have been supported by scientific evidence. Even if human beings may be molded into shape through social and cultural interaction, the assumption of an all-encompassing, one-size fits all happiness criteria is not so outlandish since there is an innate human nature. Section two examined the concept of happiness as it developed throughout the history of philosophy. The concept of happiness manifested itself as eudaimonism. Eudaimonism is a moral philosophy that defines right action as that which leads to the `well-being` of the individual. It sees well-being as an objective that underlies all human action. Furthermore, this point of view established a relationship between well-being and virtue and saw well-being as an objective that can be attained through education and training. Beyond that, Eudaimonism has embraced certain values of hedonism through the course of the history of philosophy, engaged itself with the Christian and Muslim concept of afterlife happiness and switched from individualism to utilitarianism in the New Age. On the other hand, experimental studies conducted on the basis of philosophical theories had come to validate most philosophical theories on happiness. In 1970s, psychologists who were struggling to come up with a definition of happiness started evaluating individual happiness not in terms of eudaimonic values (whether one has led a praise-worthy life or not) but rather in terms of well-being; subsequently, they coined the term `subjective well-being`, which refers to the preponderance of positive sentiments over negative ones in an individual's life. In that sense, it was possible for people to feel happy and express it. According to research studies, optimistic and open-hearted people, people who are able to build friendships or enjoy a happy marriage, people who utilize their skills in their social and professional lives, who profess religious beliefs or who enjoy a high level of self-confidence in individual cultures or people who enjoy high degrees of social acceptance in collectivist cultures as well as those who have regular sleep patterns and do regular sport are more inclined to feel happy. In these studies, family relationships, friendship bonds and social relations emerge as factors with the largest impact on human happiness. While, on the income side of things, earning enough income to make one a member of the middle class and afford basic necessities contribute to happiness, any income earned above that level does not necessarily contribute to human happiness on its own. While leading a virtuous life kept unhappiness at bay, it also promoted happiness. It also emerged that work has an impact on individual levels of happiness not just due to its wage-earning aspect but also its positive influence on self-respect and social relations. What also matters in that respect is the type of job that one does. Jobs which do not promote self-management skills caused people to feel spiritless and worthless. Besides, personal targets also had an impact on happiness; individuals with family life who pursue selfless aspirations are more likely to lead fulfilling and meaningful lives. Scientists have posited different theories with regards to what kind of jobs make people happier on the strength of results gleaned from research studies on people and work. Combining these theories and the research results, a list has been prepared containing the qualities a job must have to make one happy. While it is only a tentative list, it is agreed that one can earn certain insights by assessing to what degree the listed qualities align with his choice of work before making a career choice. The list contains the following qualities: 1) Autonomy; having control over one's work, 2) mastership; continuous development in a professional area, 3) having a purpose/transcendence; working for a greater purpose than ourselves, 4) enabling the individual to make use of the virtues he/she is talented in and the ways through which he/she may access them (signature strengths), 5) enabling the individual to fully concentrate on a subject to the point of exclusion of other things (flow), to work hard effortlessly and get feedback, 6) earning enough income to make one a member of the middle class and afford basic necessities, 7)enabling the individual to have enough spare time to foster social and familial relationships, 8)enabling the individual to pursue altruistic aims instead of competitive actions. The study then continued to try to ascertain a common ground with regards to choices that enable people to choose fulfilling careers following a theoretical encapsulation of human nature and desirable job qualities, bringing the concept of choice or preference into focus in Section three as implied by Aristotle's `Prohairesis`. Choices have been divided into two groups: daily life choices and choices which determine one's course of life such as occupational/professional choices. It is also mentioned that career choice, in fact, involves making a package of choices and that it may be difficult to take them back once they have been made. The process of making a healthy choice, on such an important subject, was examined via Aristotelian `prohairesis`. Prohairesis used to be purely considered in terms of reasoning and cogitation while choices arrived at as a consequence of technical reasoning, such as in mathematics, was usually not considered within this framework. In that regard, career choices were regarded as a component of prohairesis. Within that framework, the process of making a fulfilling career choice has been described as follows, taking inspiration from the prohairesis process: 1)People who stand on the verge of making a career choice should not rush into decisions; they must think thoroughly and be aware that they are making a choice that `brings their future into the present`. 2) Whilst making choices, the individual should think and act originally, test his knowledge of the good and review his assumptions carefully and not confuse them with absolute reality. 3) An individual's career choice must reflect his personality; therefore, the individual must know himself and his planned choice of work well and he must evaluate the congruity between his nature and the desired profession. 4) An individual making a career choice must be both beware of the reasons for his choice and make projections about the consequences thereof. Following the theoretical conceptualization of the process of career choosing with inspiration from the prohairesis concept, the study went on to examine the various aspects of the same process. It has been seen fit for the purposes of this study that closely related aspects involved in the process of career choosing should be evaluated together. Accordingly, aspects such as cogitating, testing one's knowledge of the good and knowing oneself have been examined altogether under the heading `knowing oneself` while aspects such as knowing the profession, being aware of the reasons for one's career choices and making projections about the consequences of one's professional choices have been examined under the heading `reasons and consequences of choices`. The study looks at the concept of `knowing oneself` from the perspective of antique age philosophers. Knowing oneself has been mentioned as a life-long process which does not end at a definite point. According to Socrates, the individual has to carefully examine his own life to attain self-knowledge; knowing oneself entails knowing one's soul and being wise. Aristoteles, on the other hand, mentions that knowing what is good does not automatically translate into good actions since one has to learn to master himself by practice and commit ethical deeds by training his will and resisting his urges. Aristoteles points out that human potential may be converted into deeds when one perceives his own true nature and that wisdom shows man what his aim is and the tools to achieve it. The concept of true human nature was inevitably evocative of the concept `potential`. What is more, the concept seemed to be in concordance with the assumption that man has a nature that is both innate and susceptible to outward influences. The study drew attention to the significance of the individual contemplating questions such as `who am I?` and `what kind of person do I want to be in the future?` within the context of potential and self-knowledge. The study also mentions that while ruminating on such questions, one can freely engage in conversations with friends or experts trying to find answers and make use of individual assessment tools. In the following pages, the study dwelled on possible risks one may encounter unless he shows any effort to know himself besides the concepts of `culture robot` and building a `personality`. It has been argued that an individual not involved in any efforts at attaining self-knowledge may be susceptible to making random choices in life or being led astray by targets, chosen only because they are socially acceptable. On the other hand, it has also been argued that if an individual living a choice which does not reflect himself, continues making the effort to know himself, he may still have the opportunity to form a conscious intent to choose a suitable career path and use that intent later in life to make wiser choices that reflect his true personality, even though he may not have a meaningful and fulfilling work life at that moment.Afterwards, the focus shifts to knowing one's job/profession, the reasons behind the chosen career path and anticipating the possible consequences thereof within the context of the concept `prohairesis`. Thereafter, it has been mentioned that knowing one's job/profession is outside the scope of this study despite a few passing remarks with regards to the benefits of internship and building dialogues with people from the industry in terms of getting an idea of the nature of the profession. It has also been argued that making an informed career choice is part of deliberating upon that choice and that people are probably aware of the reasons behind their career choices, even though they may not have deliberated on it at length or they may have found themselves in tough circumstances preventing such deliberation. Furthermore, it has been stated that there can be no single reason behind a career choice since choosing one's profession involves making a package of choices. It has been argued that one prioritizes one particular reason over numerous others whilst making a final career choice and that the outweighing reason shall be the first `something` in the `something done for something`, an expression coined by Aristoteles. It has also been stated that this does not mean the total exclusion of other reasons, which are then relegated to a secondary position and that job/profession choice has been assumed to be divided into two groups for clarity of thought and expression. These are: 1) Choices where internal and altruistic aims (realizing one's potential, contributing to society, creating family time) were prioritized. In that case, `something done for something` refers to being a doctor to help others. 2) Choices where external aspects and competitive aims (such as power/reputation/money/gaining status) were prioritized. In that case, `something done for something` refers to being a doctor to acquire wealth. Although it was made a binary distinction concerning the reasons behind of the work choices of a person, it was also foreseen that this person would not totally exclude the reason which is not prioritized or this person would not prioritize the same reason throughout his entire life. Even so, it has been argued that since it reflects a basis perspective on life, prioritization of a particular choice over others could be anticipated in an individual's life so long as one does not find himself in trying circumstances or go through big changes.With regards to anticipating the consequences of one's career/profession choices, it has discussed to what extent this is possible. `Systems Theory Framework of Career Development` saw career development as the product of complicated and interrelated systems interacting with one another. Additionally, this theory posits the idea that career development refers to a dynamic process which shows variations depending on time and chance. It followed from that reasoning that expecting individuals interacting with such a complicated system to make anticipations about the consequences of their career choices was not very realistic. However, the study maintains that this does not necessarily render irrelevant the act of thinking on the consequences of one's choices. Within that context, the study examined the relationship between prioritized aspects whilst making a career choice and its consequences. Further the possible consequences of prioritizing internal aspects with altruistic aims or external aspects with competitive aims were evaluated via a letter sent in respect of the profession choice of 23 years old, civil engineering student young woman who most probably made her profession choice with the forcing of her family and prioritizing the external aspects with competitive aims. Four years after making her career choice, this young woman started saying `I do not want to be a construction engineer. What is worse, I do not have the slightest idea what profession I want to be in. I am totally confused and cannot gather my thought together.` Thankfully, one's career choices are not restricted by one profession. This young woman still has the chance to undo the negative consequences of her ill-thought career choice by involving herself in a brand-new career selection process and developing virtuous attributes such as ambition, perseverance, patience and courage. Following from that reasoning, the focus shifted to Rollo May's concept of `showing the courage to be one self`.May's courage does not refer to the courage needed in warfare; he describes courage as `the capacity to confront anxiety which matures as one attains freedom.` Furthermore, May's `hero` does not refer to persons who commit extraordinarily fearless acts; it rather refers to persons who show the courage to say `this is my being` through their heroic essence and acts. According to May, courage is a choice and there is nothing courageous about choices which are made saying `I had no other choice.` Based on the above-mentioned statements in the young woman's letter, the study dwelled on the relationship between May's `showing the courage to be oneself` and `knowing oneself`. The study arrived at the conclusion that an individual who has attained a certain level of self-knowledge and who shows the courage to be himself by focusing on the nourishment of his inner attributes can bring his choices into life through making choices that reflect his professional/occupational proclivities, only if those conditions which impact his life but over which he has no control are favorable to his aspirations. As MacIntyre mentions with reference to Aristoteles, individuals who are not able to show the courage to be themselves, will not be able to convert their potential into deeds, will get frustrated in the process and fail in their attempts to reach happiness despite their efforts.In light of all these assessments, the study concluded that those individuals who deliberate on their choices in their life journey, who seek the knowledge of the good in a bid to attain self-knowledge, who are aware of their choices and the reasons behind them, who evaluate the possible consequences of their choices are more likely to become the happy person in the sense described by Aristotle, as long as they prioritize internal and selfless components of value and show the courage to be themselves and so long as external life aspects over which they are able to exercise little control are favorable to their aspirations. 78