Search

Kan Bankacılığı ve Transfüzyon Tıbbı Yüksek Lisans Tezi, Van, 2019.Bu çalışmada Yüzüncü yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Çocuk Hematoloji Kliniği'nde 2017-2018 yılları arasında tedavi gören, ateşi ve nötrofil sayısı 500/µl'nin altında olan, , uygun antibiyotik veya diğer tedavilere cevap alınamayan, bu nedenle granülosit tranfüzyonu yapılan 0-18 yaş arasındaki 9 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Granülosit toplanması için alloimmünüzasyondan sakınmak amacıyla sağlıklı ve akraba dışı donörlerden granülosit toplandı. Donörlere bir gün önceden oral yolla tek doz 8 miligram metil prednizolon ve aferez işleminden 12 saat önce akşam 5 mikrogram/kg dozunda granulosit-koloni stimüle edici faktör (G-CSF) subkutan olarak verildi. Donörlerden aferez işlemi ile granülosit toplandı ve ürünler 25 Gy radyasyon dozunda ışınlanarak hastalara verildi. Transfüzyon öncesi hastaların ortalama Mutlak nötrofil sayısı (MNS): 52,2 hücre/mikromolL, ortalama beyaz küre sayısı (BKS): 260 hücre/mikromolL idi. Transfüzyon sonrası 24. saatte tüm hastaların mutlak nötrofil sayısı ve beyaz küre sayısı arttı. 9 hastaya toplam 45 ünite granülosit süspansiyonu transfüze edildi.. Bir hasta dışında tüm hastalarda tam klinik yanıt saptandı. Çalışmamızdaki ölüm hızı %11,1 oldu. Transfüzyonla ilişkili hastalarda ve ürün toplanan donörlerde herhangi bir komplikasyon gözlemlenmedi. Bu çalışmamız geleneksel tedaviye dirençli nötropenik ateşli çocuklarda granülosit transfüzyonunun güvenilir ve etkili bir destek tedavisi olduğunu göstermiştir. Bu tedavinin etkinliğine ilişkin ilave çok merkezli klinik çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Sözcükler: Granülosit, Nötrofil, Transfüzyon, In this study, the data of 9 patients of the age group between 0-18 who had medical treatment in Yüzüncüyıl University's Faculty of Medicine, Dursun Odabaşı Medical Centre Paediatric Haematology Clinic between 2017 and 2018, whose fever and neutrophil count were under 500/µl, who did not response to antibiotics or other treatments and therefore were subject to suspension transfusion were assessed retrospectively. To avoid alloimmunisation, granulocyte was collected from only healthy and unrelated donors. The donors had been given 5 microgram/kg dose of granulocyte colony stimulating factor (G-CSF) subcutaneously at evening 12 hours before they were given a single dose 8 milligram methyl prednisolone and apheresis orally one day before the procedure was carried out. Granulocyte was collected from donors by apheresis and the products were given to the patients by irradiating at the 25 Gy radiation dose. Before the transfusion, the average absolute neutrophil count (ANS) of patients was 52,2 cell/micromoIL and average white blood cell(WBC) count was 260 cell/micromoIL. In 24 hours after the transfusion, absolute neutrophil count and white blood cells of all patients increased. 9 patients were transfused 45 units of granulocyte suspension. Full clinical response was observed in all patients apart from one. The death rate in our study was 11.1 %. No complication was observed in the patients who were subjected to transfusion and the donors. This study has shown that granulocyte transfusion is a reliable and effective supportive treatments for children with neutropenic fever who are resistant to traditional treatments. More multi-central clinical studies need to be carried out to confirm the effectiveness of this treatment. Keywords: Granulocyte, Neutrophil,Transfusion 47

Amaç: Çalışmamızın amacı immatür granülosit (IG) sayısı ve yüzdesinin (IG%) non-komplike apandisit (NKA) ile komplike apandisiti (KA) ayırmadaki etkinliğini araştırmaktır.Gereç ve Yöntem: Bu çalışma apendektomi yapılan 244 erişkin hasta üzerinde yapıldı. Hastaların demografik verileri, beyaz küre (WBC) sayımı, nötrofil/lenfosit oranı (NLR), IG sayısı ve IG yüzdesi, ameliyat bulguları ve patoloji sonuçları geriye dönük olarak değerlendirildi. Akut apandisit (AA) tanısı alan hastalar patoloji raporlarına göre NKA ve KA olarak gruplara ayrıldı.Bulgular: KA ve NKA olan grupta WBC değeri anlamlı farklılık göstermemiştir (p ˃ 0.05). KA ve NKA olan grupta IG sayısı ve IG yüzdesisi anlamlı farklılık göstermemiştir (p ˃ 0.05). KA ve NKA olan grupta nötrofil sayısı ve nötrofil yüzdesi anlamlı farklılık göstermemiştir (p ˃ 0.05). KA ve NKA olan grupta lenfosit sayısı anlamlı farklılık göstermemiştir (p ˃ 0.05). KA ve NKA olan grupta NLR değeri anlamlı farklılık göstermemiştir (p ˃ 0.05).Sonuç: AA istatistiksel olarak 30'lu yaşların başlarında daha sık görülmektedir. AA tanısında nötrofil sayısı ve yüzdesi, NLR, IG sayısı, IG yüzdesi, WBC yüksek bulunmak ile beraber KA ve NKA ayrımı içim anlamlı değildir. Acil serviste sadece hemogram parametrelerine bakıp komplikasyon öngörüsünün anlamsız olduğunu görülmektedir. Hemogram parametreleri (WBC, NLR, IG sayısı ve IG yüzdesi) KA ve NKA apandisit arasındaki ayrım için güvenilir değildir. Background: The aim of this study was to investigate the effectiveness of the immature granulocyte (IG) count and percentage (IG%) in both diagnosing and discriminating between non-complicated appendicitis (NCA) and complicated appendicitis (CA).Methods: This study was carried out using the data of 244 adult patients who underwent an appendectomy. Demographic details, the preoperative white blood cell (WBC) count, neutrophil/lymphocyte ratio (NLR), IG count and IG%, operation findings, and pathology results were assessed retrospectively. Patients diagnosed with acute appendicitis (AA) were divided into groups as NCA and CA according to pathology reports.Results: WBC count did not differ significantly in the complicated and non-complicated group (p ˃ 0.05). The number of immature granulocytes and the % of Immature Granulocytes did not differ significantly in the complicated and non-complicated group (p ˃ 0.05). The number of neutrophils and neutrophils % were not significantly different in the complicated and non-complicated group (p ˃ 0.05) . Lymphocyte count did not differ significantly in the complicated and non-complicated group (p ˃ 0.05). NLR value did not differ significantly in the complicated and non-complicated group (p ˃ 0.05).Conclusion: Acute appendicitis is statistically more common in the early 30s.The count and percentage of neutrophils, NLR, IG, IG%, in the diagnosis of AA, together with the high count of WBC, are not significant for the distinction between CA and NCA. In the emergency room, the complete blood count (CBC) parameters shows that the prediction of complications is nonsignificant. There was no statistically significant relationship between the groups. CBC parameters (WBC, NLR, IGC, and IG%) are not reliable for the distinction between complicated and non-complicated appendicitis 47

WOS: 000215591800002 Primary antibody deficiency (common variable immunodeficiency, Hyper IgM, X-linked agammaglobulinemia and selective Ig A deficiency) is a group of heterogeneous diseases characterized by defective antibody production. In primary hypogammaglobulinemias, particularly in patients with common variable immunodeficiency there is an increased generation of reactive oxygen species from monocytes which may be important for both immunopathogenesis and clinical manifestations. The generation of toxic oxygen metabolites may contribute to inflammation and tissue damage associated with phagocytic infiltration, and play role in the pathogenesis of malignancies, autoimmune disorders, acute and chronic pulmonary diseases seen in these patients. In primary immunodeficiencies and functional antibody deficiencies, IVIG act as replacement therapy and several mechanisms of IVIG action have been postulated. In vitro studies with human granulocytes showed stimulation of respiratory burst and promotion of bacterial killing by IVIG. In adult patients with primary humoral immunodeficiency, treated with IVIG showed that IVIG does not affect superoxide generation. We investigated superoxide generation from PMNL in 35 children with hyper IgM syndrome, XLA, CVID and IgA deficiency and 13 healthy children. We also explored the effect of IVIG administration on superoxide generation from granulocytes, white cell count, absolute neutrophil count, absolute lymphocyte count and quantitative CRP levels. There was a substantial increase in superoxide generation from PMNL in patients with XLA, CVID and IgA deficiency. Comparison of the superoxide generation before, 24 hours and one week after IVIG treatment showed no difference. In patients with CVID, quantitative CRP levels before and 24 hours after IVIG revealed significant difference. Other parameters were not changed. It can be concluded that enhanced superoxide generation in patients with XLA, CVID, Ig A deficiency may result from silent activation of the phagocytic system which does not give clinical symptoms; and administration of IVIG in vivo (within the serum concentrations) has no impact on superoxide generation of granulocytes in patients with primary antibody deficiencies.

Amaç: Kronik otitis media' lı hastalarda preoperatif çekilen temporal bilgisayarlı tomografide kolesteatoma ve granülasyon dokusu ayrımını yapmak için Hounsfield Unit (HU) değerini kullanmak.Materyal ve Metod: Ağustos 2005 ile Mayıs 2014 tarihleri arasında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Kulak Burun Boğaz kliniğinde kronik otitis media nedeniyle opere edilen ve patoloji sonucu kolesteatoma tespit edilen 64, granülasyon dokusu tespit edilen 35 hasta çalışmaya dahil edildi. Tüm hastaların operasyon notları incelendi. Hastaların mastoid hücreler, mastoid antrum, epitimpanum ve mezotimpanumdaki operasyon bulguları kolesteatoma ve granülasyon dokusu olarak kaydedildi. Her olguda, en az 1, en fazla 4 bölgeden Osirix® programı ile ROI (region of interest)' si 5 – 10 mm2 arasında olacak şekilde HU değerleri baş – boyun ve özellikle temporal kemik radyolojisi konusunda deneyimli iki radyolog tarafından ölçülüp kaydedildi. Kolesteatoma ve granülasyon dokusu grubunun HU değerleri istatiksel olarak karşılaştırıldı. Radyologlar tarafından yapılan ölçümlerin ROC analizi yapılarak kolesteatoma için cut-off değeri ölçüldü. ROC analizi sonucu kolesteatoma için cut-off değeri 60 olarak belirlendi. Temporal BT' de saptanan yumuşak dokuya kemik dokuda erozyonun eşlik etmesi ve HU değerinin 60' in altında olması kolesteatoma lehine yorumlandı. Bu kriterler ışığında radyoloğun öngörüsü alınarak veriler kayıt edildiBulgular: Radyolog 1' in ölçümleri sonucunda kolesteatoma için HU ortalaması 50,62 ± 24,60, granülasyon dokusu için 58,36 ± 26,50 olarak hesaplandı. Radyolog 2' nin ölçümleri sonucunda kolesteatoma için 56,75 ± 23,09, granülasyon dokusu için 66,40 ± 27,56 olarak hesaplandı. Her iki ölçümde de kolesteatoma ile granülasyon dokusu arasında istatiksel olarak anlamlı fark tespit edildi. Ayrıca her iki radyoloğun ölçümleri arasında anlamlı farklılık mevcuttu.Sonuç: Çalışmamızda elde ettiğimiz verilere göre, kolesteatoma grubunun HU değeri granülasyon dokusuna göre daha düşük saptandı. Bu fark istatiksel olarak anlamlıydı.Anahtar Kelime: Kronik otitis media, kolesteatoma, Hounsfield Unit. Objective: To use Hounsfield Unit (HU) value in preoperative temporal computer tomography on patients with chronical otitis media in order to make difference between kolesteatoma and granulation tissues.Material&Method: In this study, we used 99 patients who take operation for chronic otisis media at Ondokuz Mayıs University Ear Nose & Throat Clinic between August 2005 ile May 2014. After patological test, in 64 of these patients kolesteotoma detected, where as in 35 of them, granulation detected. Operation notes of all patients were examined. Operation evidences about mastoid cells, mastoid antrum, epitimpanum and mezotimpanum are recorded as kolesteatoma and granulation tissues. In every case, HU values are measured and recorded from at least 1, at most 4 regions and with 5-10 mm2 RIO (region of interest) with Osirix® programme by two experienced radiologists who especially specialized on head – neck and temporal bone radology. Kolesteatoma and granulation tissue group's HU values are compared statistically. ROC analysis of Radiologist's measurements is made and cut-off value of kolesteatoma is measured. Cut-off value of kolesteatoma is determined as 60. Soft tissue which is determined in Temporal CT and erosion in bone tissue at the same time, and a HU value under 60 is interpreted in favour of kolesteatoma. In the light of these criteria, data as recorded with radiologist's projection.Results: According to results of Radiologist 1' s measurements, HU average for kolesteatoma is calculated as 50,62 ± 24,60 whereas HU average for granulation tissue is calculated 58,36 ± 26,50. Radiologist 2' s measurements show that HU average for kolesteatoma is 56,75 ± 23,09 whereas HU average of granulation tissue is 66,40 ± 27,56. In both two measurements, we detected a significant difference between kolesteatoma and granulation tissues. Also there are differences between two different radiologists.Conclusions: Acoording to the data we obtained in our study, HU value of kolesteatoma groups is lower than granulation tissue. The difference is statistically significant.Keywords: Chronic otitis media, cholesteatoma, Hounsfield unit. 62

Bu çalışmada, Nitroso Metil Üre (NMU) aracılı meme kanseri oluşturulmuş Sprague Dawley sıçanların periferik kan, kemik iliği ve dalak dokularında bulunan myeloid kökenli hücreler incelenmiştir. Rp-1 ekspresyonu ile sıçan myeloid hücrelerinin nötrofil ve monosit popülasyonları ilk defa birbirlerinden ayırt edilmiştir. Ayrıca HIS48 ekspresyonuna göre iki farklı sıçan monosit alt grubu olduğu tespit edilmiştir. Meme tümörü taşıyan sıçanların periferik kan ve dalaklarında anlamlı oranda Rp-1+ nötrofil birikimi gösterilmiştir. Tümörlü hayvanlarda sayıları artan bu Rp-1 + nötrofillerin, antijene özgü CD4+ T hücre proliferasyonunu baskıladığı gösterilerek myeloid kökenli baskılayıcı hücre (MDSC) karakterinde oldukları gösterilmiştir. Tümörlü sıçanlarda MDSC'ler, CD11b/c+, HIS48+ immünfenotipi ile tanımlanmaktadır. Bu tanım hem granülositik hem de monositik popülasyonları kapsamaktadır. Bu çalışmada, sıçan granülositik MDSC alt grubu Rp-1+ myeloid hücreler olarak ilk defa tanımlanmıştır. Yapılan işlevsel analizlerde; sıçan granülositik myeloid kökenli baskılayıcı hücrelerinin (MDSC'ler) reaktif oksijen türevleri (ROS), nitrik oksit (NO) ve TGF-ß sentezleyerek baskılayıcılık fonksiyonu gösterdiği tespit edilmiştir. Tümörlü hayvanlarda klasik tipteki HIS48+ monosit popülasyonlarının MHC II ekspresyonlarında azalma görülmüştür. Tümörlü hayvan dalağında bulunan ve yüksek ROS ve NO üretimi ile TGF-ß sentezine de sahip olan HIS48+ monositler, sıçan monositik MDSC'lerini teşkil ederler. Myeloid cells of peripheral blood, bone marrow and spleens from NMU induced mammary tumor bearing Sprague-Dawley rats were examined in this study. Myeloid derived suppressor cells (MDSCs) in tumor bearing rats are defined with CD11b/c+ HIS48+ immunophenotype. As this definition addresses both granulocytic and monocytic populations, we separated neutrophils from monocytic populations according to Rp-1 expression and classified monocytes into two sub groups regarding the HIS48 positivity. The RP-1+ neutrophil amounts increased prominently in peripheral blood and spleens of mammary tumor bearing Sprague Dawley rats. Rp-1+ neutrophils also suppressed the antigen specific CD4+ T cell proliferations. These neutrophils were the dominant suppressor populations and corresponded to the granulocytic-MDSCs. Reactive oxygen species (ROS), nitric oxide (NO) productions and TGF-ß synthesis were found to be responsible for the suppressive effect of these neutrophils. Additionally, HIS48+ monocytes of tumor hosts had lower MHC class II expression, higher nitric oxide and TGF-ß productions than HIS48- monocytes resembling the monocytic-MDSCs of mice. Here we report Rp-1 antibody as a specific marker to distinguish rat PMN-MDSCs. Additionally, we identified two functionally different monocyte subsets based on HIS48 staining. Granulocytic subset of tumor bearing rat MDSCs were defined as Rp-1+ HIS48+ neutrophils. Two functionally and morphologically different subsets of RP-1- rat monocytes were discriminated by HIS48 staining. 138

Vaskülitler, damar duvarının inflamasyonu sonucu gelişen hastalıklardır. Bazı protein yapılara karşı oluşan IgG yapısındaki otoantikorların etkisi ile ortaya çıkan Anti-nötrofil sitoplazmik antikor (ANCA) varlığı karakteristik özelliğidir. Anti-endoteliyal hücre antikoru (AEHA) varlığının vaskülit kökenli hastalıklarda inflamatuar süreci hızlandırdığı ve intimal hasara yol açtığını gösteren çalışmalar yapılmıştır. Anti-endoteliyal hücre antikoru varlığının ANCA pozitifliğinden önce saptanabilir olması, inflamasyonun hasar oluşturmadan önce engellenmesine yardımcı olabilir. Bu çalışmada, vaskülit tanısı almış hastalarda ANCA pozitifliği ile AEHA varlığı ilişkisinin araştırılması amaçlanmaktadırYapılan çalışmaya Wegener granülomatozu tanısı almış 2 hasta, Behçet Hastalığı tanısı almış 16 hasta ve sınıflandırılmamış vaskülit tanısı ile izlenen 82 hasta ile kontrol grubu olarak 100 sağlıklı gönüllü katıldı. Alınan kanlardan ayrılan serum örneklerinde, İndirekt İmmünfloresan Yöntemi (IFA) ile ANCA ile AEHA varlığı araştırıldı.Çalışma sonuçlarına göre hasta grubu ile kontrol grubu arasında, AEHA varlığı, ANCA varlığı ve AEHA ile ANCA'nın birlikte varlığı açısından istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu gösterildi.Bu sonuçlara dayanarak; AEHA varlığının ve ANCA varlığının tek başlarına hastalık için bir risk faktörü olabileceği, bu iki antikorun birlikteliğinin çok nadir olduğu ancak birlikte bulunduklarında da hastalık oluşma riskini çok daha fazla arttırdıkları gözlenmiştir. AEHA varlığının saptanmış olması damar yapısını ilgilendiren birçok hastalık için prediktif değer taşıyabilir. Vasculitides develope in consequence of vessel inflammation. One of their charecteristics is the presence of anti-neutrophil cytoplasmic antibodies (ANCA) which occur via the effect of some IgG autoantibodies against some protein molecules. It has previously been shown that anti-endotheliyal cell antibodies (AECA) accelerate the inflammatory process and stimulate the destruction of intimal layer of vessel walls. Early determination of AECA before ANCA could help to inhibit inflammation before the onset of destruction. In this study it is aimed to determine the ANCA positivity in patients with vasculitis and its coincidence with AEHA.Sera from subjcets (2 with Wegener Granulomatosis, 16 with Behçet Disease, 82 unclassified vasculitis and 100 healthy volunteers) were studied for AECA and ANCA positivity using immunofluorescence assay (IFA).AECA positivity, ANCA positivity and their coincidence were significantly different between patients with vasculitis and healthy volunteers.According to the results of this study; AECA or ANCA positivity alone may generate a risk factor for vasculitis. Although the coincidence of both antibodies is very rare, it may increase the risk further. Additionally, the determination of AECA may provide a predictive value for several diseases concerning the vessel walls. 56

Ill ÖZ Bu araştırma, Kasım-1993 ve Ağustos-1994 yılları arasında Ç.ü Su ürünleri Fakültesi Balık üretim İstasyonunda, Cichlidae familyasına ait sağlıklı Oreochromis niloticus (L.) bireylerindeki, bazı hematolojik parametrelerin saptanması amacıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırmada, boyları 17-21,24 cm ve ağırlıkları 112-142 gr arasında değişen toplam 110 balık bireyi kullanılmıştır. Bulgularda eritrosit miktarı, 2. 16-4. 005. 10a/mm3 ; lökosit miktarı, 25.6-77.5 103/mm3 ; hematokrit değeri. %25-%44; hemoglobin miktarı, 3-6 dL/g'dır. Lenfosit hücrelerin yüzdesi, % 32-%84; monosit hücrelerin yüzdesi. %Q-%42 nötrofil hücrelerin yüzdesi, %4-%10; asidofil hücrelerin yüzdesi, %4-%28; agranüler hücrelerin yüzdesi. %64-%92-, granüler hücrelerin yüzdesi. %Q-%36 dır. Ayrıca eritrosit uzun hücre çapı. 11-14/i; kısa hücre çapı ise, 5-7/i olup, lenfosit hücre çapı, 7-11. 5/J; monosit hücre çapı, 9.5-llji; nötrofil hücre çapı, 5-8/j ; asidofil hücre çapı, 7.5-10y dur. Bazofil hücresine, sadece bir çalışmada ve bir tane rastlanıldığından, yüzdesel olarak ifade edilememiştir. Total serum proteini, 2.6-4.4 dL/g; kan glikoz miktarı ise, 114-235 dL/mg olarak bulunmuştur. IV ABSTRACT This research was carried out at the date between November 1993 and August-1994 in Freshwater Fishculture Station, Faculty of Fisheries, The University of Çukurova. It was studied on determinations if some haematologic parameters of healthy Oreochromis niloticus (L.) adult (Cichlidae family). In this research, total 110 individuals each 17-21,24 cm lenght and 112-142 gr weight, were used. Result were determined as,- red cell counts, 2.16-4.005.10® /mm3 ; white cell counts, 25.6-77.5 103 / mm3 ; the value of haematocrit. %25-%44; haemoglobin content 3-6 dL/g. Percentages of lymphocyte cells, %32~%84; monocyte cells, %B-%42; neuthrophil cells, %4-%10; eosinophil cells, %4-%28; agranulocyte cells. %64-%92 and granulocyte cells, %8-%36. Mean diameters of long and short erythrocyte cells were found as 11-14^ and 5-7/i respectively. In addition, other results were found as diameter of lymphocyte cells, 7-11.5/i; monocyte cells, 9. 5-1 1.5^; neuthrophil cells, 5-8/j; eosinophil cells, 7.5-lOji. Since a single basophyl cell is found in only one study, it is not expressed in %. And also, total serum protein, 2.6-4.4 dL/g; blood glucose level, 114-235 dL/mg. 45

50 14.ÖZET Fibrinojenin fagositler ve çeşitli patojen mikroorganizmalar ile etkileşimin moleküler düzeyde pek çok ayrıntısının ortaya konmuş olmasına karşın bu et kileşimin konakçı yararına mı yoksa parazit yararına mı olduğu konusunda görüş birliğine varılamamıştır. Bu çalışma akut faz reaksiyonu sırasında fibrinojen yoğunluğundaki artışın organizma yararına bir fizyolojik amacının olması gerektiği hi potezinden hareketle yapıldı. Biz, in vitro bir yöntem kullanarak normal plazma ortamında akut fazdaki gibi fibrinojen yoğunluğundaki artışın PMNL Merin mikrobisidal aktiviteleri üzerine etkisini araştırdık. Fb'in fagositik öldürme üzerine etkisini araştıran önceki çalışmalar ya yüzey fagositozu yöntemiyle ya da fizyolojik tuz süspasiyonları içinde gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle bizim çalışmamız deney koşullarımızın özgüllüğü bakımından ilktir. Deneylerimizde fagosit olarak insan PMNL'leri, mikroorganizma olarak S.aureus, S.pneumoniae, E.aerogenes ve C.albicans kullanıldı. Fagositoz ve öldürme deneyleri Fb yoğunlukları dışında gerek volüm, gerekse içerik bakımından aynı deney süspansiyonlarını içeren steril, silikonla kaplanmış cam tüpler içinde gerçekleştirildi. I no.lu tüplere Fb eklenmedi. II no. lu tüplere 2 mg/ml, III no.lu tüplere 8 mg/ml Fb eklendi. Kısa bir süre (5 dakika) PMNL 'lerin opsonize mikroorganizmaları fagosite etmelerine izin verildi. Yutulmamış mikroorganizmalar bir seri santrifüj ile uzaklaştırıldı ve yutulmuş mikroorganizmaları içeren PMNL'ler 37°C'de plazma ortamında yeniden inkübe edildi. 30. ve 60. dakikalarda (C.albicans için ayrıca 120. dakikada) her deney tübü için canlı bakteri sayısındaki azalma öldürme indeksi ola rak ifade edildi. Mikroorganizma türü göz önüne alınmadan yapılan değerlendirmede tüpler arasında PMNL'lerin fagosite ettiği mikroorganizma sayıları açısından anlamlı fark yoktu.51 Öldürme indeksleri yönünden karşılaştırma yapıldığında ise, 2 mg/ml fib- rinojen eklenen tüplerdeki öldürme fibrinojen eklenmemiş olanlara göre 30. dakikada %8.0, 60. dakikada %9.9 daha fazla idi (p E.aerogenes > S.aureus > C.albicans şeklindedir. 60 da kikalık inkübasyon sonunda en yüksek öldürme indeksi %80.5±1.8 ile 8mg/ml Fb ek lenen III no.lu tüpte S.pneumoniae'ya karşı en düşük değer %21.9±2.3 ile Fb ek lenmeyen I no.lu tüpte C.albicans'a karşı saptandı. Sonuç olarak plazmada akut fazdaki gibi Fb yoğunluğu artışı granülositlerin mikrobisidal aktivitesini artırmaktadır ve 2 mg/ml'den daha fazla bir artış bu etkiyi değiştirmemektedir. 58

30 ÖZET Aleut apandisitli 42 ve nonspesifik abdominal ağrısı olan ve diğer inflamatuar problemlere sahip olan 18 hasta ile hiçbir şi- kayite olmayan tamamen sağlıklı 20 kişinin plazmalarında enzim immunoassay metodu ile PMN granulosit elastaz aktiviteleri tayin edildi. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında akut apandisitli hastaların ameliyat öncesi plazma PMN granulosit elastaz akti vi tesi istatistiksel yönden çok önemli derecede daha yüksekti (p< 0,001).Ameliyat sonrası 10. gün değerleri ise kontrol grubu se viyesine yaklaşmıştı.Akut apandisitli hastalarda periferal PMN sayımları ile PMN granulosit elastaz aktiviteleri arasında çok önemli bir pozitif korelasyon tesbit edildi (rt0.405,p

0*2 Ocak 1930 Sis Temmuz 1S90 tarihleri arasında 7 ayhk sure içinde Akut kolesistit tanısı ile kliniğimize yatan 20 hastanın, tedavi öncesinde ve tedavi sonrasında, serum PMN elastaz aktivitelerini ölçtük ve kontrol grubu olarak aldığımız 15 sağlıklı kişinin serum PMN elastaz seviyelerini karşîlaştirdık. Tedavi öncesi elde ettiğimiz PMN elastaz seviyeleri ile. tedavi sonrası ve kontrol grubu PMN elastaz seviyeleri arasında istatistiki yönden çok önemi! farklar bulduk (P

92 ` ÖZET Araştırma İstanbul Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalında yapılmıştır. Ortalama ağırlıkları 235 gr olan Wis- tar tijpi erkek sıçanlardan, her birinde 10 hayvan bulunan dört deney ve bir kontrol grubu oluşturulmuştur. Deney gruplarında; 1-Hemoraji 2- Kobalt 3- Fenilhidrazin 4- Ka fein uygulanmış, kemik iliği ve periferik kan değerlerine bakılarak hematopoiez değerlendirilmiştir. Hemoraji yapılan grupta periferik kanda eritrosit, hemoglobin, hematokrit değerlerinde azalma, buna karşın re- tikülositoz ve lökositoz görülmüştür. Viskozite değerinde ve sedimantasyonda azalma kaydedilen bu grupta, frajilite testinde ilk tüplerde hafif hemoliz kaydedilmiştir. Kemik iliğinde miyeloid seriyi örten bir eritrositer hiperplazi, bol retikulum hücresi, mitotik figür ve megakaryositlerde artma görülmüş; lenfosit, monosit oranlarında azalma olmuş tur. Buna karşın periferik kanda normoblast ve miyeloblast çıkmıştır. Kobalt grubunda eritrosit, ret ikülos it, hematokrit ve lökosit değerlerinde artma, hemoglobin, viskozite değer lerinde azalma, sedimantasyonda yavaşlama kaydedilmiştir. Osmotik direnç eğrisinde; minimal dirençte azalma olmakla beraber, maksimal direnç normal grafiği vermiştir. Bu gru bun kemik iliğinde de eritroid hiperplazi, lenfosit ve mo nosit oranında azalma; retikulum hücreleri ve mitoz halin deki hücrelerde ve megakaryositlerde artma olmuştur.- 93 -.. >' Fenılhıdrazm grubunda; anemi, lökositoz, retukülo- sitoz, viskozitede azalma, sedimantasyonda yavaşlama, fra- jilite testiniıî ilk tüplerinde hemoliz kaydedilmiştir. Ke mik iliğinde eritrositer hiperplazi, retikulum hücresi, mitotik figür ve megakaryos itlerde artma; lenfosit ve mo- nositlerde azalma görülmüştür. Kafein grubunda periferik kan değerleri, retikülo- sit dışında normal kontrole yakın bulunmuştur. Kemik ili ğinde diğer gruplara göre daha az olmak üzere eritrositer aktivite tesbit edilmiştir. Retikulum hücrelerindeki artış ta Üiğer gruplardan daha az bulunmuştur. Sonuç olarak; hemoraji, kobalt ve f enilhidrazinin kemik iliği mikroortamını ı etki led iği ; eritrositer serideki belirgin hiperplazinin örtmesine rağmen, granülositik se ride de aktivasyonun varlığı görülmektedir. Bu bulgular pluripotent hücrenin uyarıldığını göstermektedir. Kafein ise daha sınırlı bir etkiye sahip olup, muhtemelki sadece eritrositer seriyi, yönlendirilmiş hücre düzeyinde uyarmak tadır. - 94 - SUMMARY The research has been carried out at the Physiology Department of Istanbul Medical Faculty. 4 experimental and 1 control groups, each consisting of 10 male Wistar mice whose average weight is 235 gr are formed. 1-Hemorrhage, 2- Cobalt, 3- Pheny lhydrazine, 4- Caffeine have been trea ted and by examining bone marrow and peripheral blood values, hematopoies is has been discussed. In the hemorrhage-treated group, a decrease has been recorded in the erythrocyte count, hemoglobin and hematoc rit values, whereas there has been ret iculocy tos is and leucocy tosis. Decrease in viscosity and sedimentation rate has been recorded. In the fragility tests, there has been a slight hemolysis in the first tubes. An erythrocytic hyperplasia that covers the myeloid series, lots of reti culum cells and mitotic figures has been observed in the bone marrow. Increased megakaryocyte counts with a decrea sed percentage of lymphocyte and monocyte have been noted. In spite of these, normoblast and myeloblast has been seen in peripheral blood. In the cobalt-treated `group, increased erythrocyte, reticulocyte, and leucocyte counts and an increase in the hematocrit values with a decrease in viscosity, hemoglobin concentration and sedimentation rate have been recorded. In the osmotic resistance curve; there has been a decrease in the minimal resistance, although maximal resistance value has remained unchanged. Erythroid hyherplasia, decre ase in the percentage of lymphocyte and monocyte with- 95 - increase in reticulum cells, mitotic figures and megakar yocytes have also been noted in the bone marrow of this group. In the phenylhydrazine-treated group; anemia, leucocy tos is, reticulocytes is, decrease in viscosity and in sedimentation rate and hemolysis in the first tubes of the fragility test have been observed. In the bone marrow erythrocytic hyperplasia, increased retuculum cells, mi totic figures and megakaryocytes with a decrease in lymphocytes and monocytes have been noticed. In the caf f ein-treated group, peripheral blood va lues except reticulocyte counts have been found almost same as that observed in the normal control. In the bone marrow, erythrocytic activity has been observed less than that of in the other groups. Also, increase in the reti culum cells has been less that that of in the other groups, Finally; by phenylhydrazine, hemorrhage and cobalt, the microenvironment of the bone marrow has been effected; activity in the gronulocytic series, although it is masked by the definite hyperplasia in the erythrocytic series, has been noticed. These data indicate stem cell comport ment has been activated in the pluripotent cell level. Caffein, having a more limited effect, perhaps it only gives rise to the erythroid cell proliferation in the committed-cell level. 113