Search

Makale, WOS:000959908100001, In this study, in-situ oxide dispersion strengthened (ODS) Fe91Ni8Zr1 and Fe88Ni8Zr4 alloys were produced by combination of high energy mechanical alloying (HEMA) and high temperature equal channel angular extrusion (HT-ECAE). The wear behaviors of the consolidated samples were investigated under different loads from 1 N to 4 N by reciprocating wear tests at room temperature. The Scanning electron microscopy (SEM) was used to examine the wear tracks to analyze the wear characteristics as a function of applied loads. The relative comparison of the wear results showed that under the lower loads of 1 N and 2 N, Fe88Ni8Zr4 alloy has lower wear rate than Fe91Ni8Zr1 alloy whereas under the higher loads of 3 N and 4 N, it is vice versa. Additionally, the friction coefficient of Fe91Ni8Zr1 alloy was found to be lower than that of Fe88Ni8Zr4 alloy under all the applied loads. The results were comparatively discussed with respect to microstructural features of 1 at% Zr and 4 at% Zr containing ODS alloys produced by HEMA followed by ECAE. The obtained results of ODS alloys with different grain size, precipitate size, and number density of the precipitates, may disclose a new sight for using such alloys in wear applications just as cutting tools, turbine blades, and discs.

Elektrik enerjisinin üretim-tüketim dengesinin korunması, değişik yük taleplerinin karşılanması veya sistemde meydana gelebilecek geçici ve kalıcı arızaların elimine edilmesi oldukça önemlidir. Yaşam kalitesini artırmak için geliştirilen yeni cihazların dengesiz güç tüketimleri ve sürekli artan enerji ihtiyacı elektrik güç sistemlerinin enerji kalitesini, şebeke verimini ve enerji verimini düşürmektedir. Giderek karmaşık hale gelen elektrik şebekelerindeki başlıca problemler; aktif-reaktif güç dengesizlikleri, harmonikler, gerilim dengesizlikleri, geçici ve kalıcı arızalar olarak sıralanabilir. Bu çalışmada yaklaşık olarak 20 MW kurulu güce sahip olan bir dal-budak elektrik şebekesi aktif-reaktif güç dengesi ve gerilim kalitesi analiz edilerek şebekede meydana gelen güç dengesizlikleri ve arızalar tespit edilmiştir. Şebekedeki reaktif güç problemini elimine etmek için şebekeye dinamik kontrollü OG ve AG kompanzasyon uygulaması yapılmış ve bu uygulamayla aktif-reaktif güç dengesi, izin verilen yasal sınırlar içinde olacak şekilde ayarlanmıştır. Yapılan dinamik kompanzasyon uygulaması sayesinde şebeke güç oranları belirtilen sınırlar içinde tutulmuş ve gerilimi daha kararlı hale getirilirken güç faktöründe de iyileştirme sağlanmıştır.

Majority of 37 human aminoacyl tRNA synthetases have been incriminated in diverse, mostly recessive, genetic diseases. In accordance with this, we uncovered a novel homozygous valyl-tRNA synthetase 1 (VARS1) gene variant, leading to p.T1068M mutation. As in the previously reported VARS1 mutations, the affected individual harboring p.T1068M was experiencing a neurodevelopmental disorder with intractable seizures, psychomotor retardation, and microcephaly. To link this phenotypic outcome with the observed genotype, we structurally modeled human VARS1 and interpreted p.T1068M within the spatial distribution of previously reported VARS1 variants. As a result, we uncovered that p.T1068M is clustered with three other pathogenic mutations in a 15 amino acid long stretch of the VARS1 anticodon-binding domain. While forming a helix-turn-helix motif within the anticodon-binding domain, this stretch harbors one-fourth of the reported VARS1 mutations. Here, we propose that these clustered mutations can destabilize the interactions between the anticodon-binding and the tRNA synthetase domains and thus hindering the optimal enzymatic activity of VARS1. We expect that the depiction of this mutation cluster will pave the way for the development of drugs, capable of alleviating the functional impact of these mutations.

The goal was to establish the role of intravenous hydration therapy on mild bronchiolitis.This was a retrospective case control study. Infants between 1 month and 2 years of age admitted to our general pediatrics ward between June 2012 and June 2013 with a diagnosis of uncomplicated acute bronchiolitis were enrolled to the study. Hospital medical files were reviewed to get information about children personal history, symptoms of the disease, disease severity scores and their management. Patients were classified into 4 groups according to the management; nebulized short-acting β2-agonist (salbutamol) +hydration; nebulized short-acting β2-agonist (salbutamol); hydration and neither bronchodilator nor hydration. We examined length of stay in the hospital as an outcome measure.A total of 94 infants were studied. There was no significant difference between groups in terms of length of stay in hospital.IV hydration is not effective on length of stay in hospital in mild acute bronchiolitis patients.Establecer la función de la terapia de hidratación intravenosa leve.Estudio retrospectivo de casos y controles. En el estudio fueron reclutados niños entre 1 mes y 2 años de edad atendidos en la sala de pediatría general entre junio 2012 y junio 2013, con diagnóstico de bronquiolitis aguda no complicada. Se revisaron historias médicas de los niños para obtener datos personales, síntomas de la enfermedad, grado de severidad y el manejo instaurado. Los pacientes fueron clasificados en cuatro grupos de cuerdo al manejo: hidratación + nebulización de corta acción con βUn total de 94 niños fueron estudiados. No hubo diferencia significativa entre los grupos en términos de duración de la estancia en el hospital.La hidratación IV no es efectiva en la duración de la estancia hospitalaria en pacientes con bronquiolitis aguda leve.

Topikal Steroid Kullanımına Bağlı İyatrojenik Adrenokortikal Yetmezlik (Topikal Steroid ve Adrenokortikal Yetmezlik) Özet: Topikal steroidleri çocukluk çağı diaper dermatitinde kullanımı yaygındır. Bu steroitlerin bilinçsiz ve uygunsuz kullanımı çocuklarda iyatrojenik cushing sendromuna ve adrenal bezin baskılanmasına yol açabilmektedir. Bu makalede 2 aylık olup topikal steroit kullanmaya bağlı henüz cushing sendromu bulguları ortaya çıkmamış ancak adrenal bezi baskılanmış bir olgu sunulmuştur. Amacımız bu tür ilaçların kullanılmasında dikkatli olunması gerektiği vurgulamaktır., Topical steroids are used commonly in treatment of childhood diaper dermatitis. Senseless and inappropriate usage of these can cause iatrogenic Cushing syndrome and suppression of adrenal gland. In this case report 2 month old case whose adrenal gland was suppressed but without Cushing syndrome signs yet due to topical steroid use. The aim is to emphasize to be cautious when using these kinds of drugs.

Çocukluk çağında en sık görülen enfeksiyonlardan olan influenza enfeksiyonları influenza aşısı ile etkili bir şekilde önlenebilmektedir. Aşının etkinliği, güvenliği ve yan etkileri üzerine tartışmaların ve medyanın olumsuz etkileri aşılama oranlarının düşük kalmasına yol açmıştır. Biz bu çalışmada ailelerin grip aşısı hakkındaki bilgi, tutum ve davranışlarının tespit edilmesini amaçladık. Çalışmaya katılan 214 ebeveynin aşılanma oranı %13.1’di. Ebeveynlerin çocuklarını aşılatma oranı ise %16.4’tü. Ebeveynlerin aşı hakkında en sık bilgi aldığı kaynak doktorlar (%59,7) iken aşı yaptırıp yaptırmama kararında en etkili faktörün medya olduğu görüldü (%70.7). Bu nedenle medyada çıkan haberlerin ve sağlıkla ilgili bilgilendirmelerin ilgili uzmanlarca doğru ve kaygı giderici bir şekilde sunulması önemlidir., Influenza infections that are the most common childhood infections can be prevented effectively with influenza vaccine. Negative effects of the debates on vaccine effectiveness, safety, side effects and negative effects of media have led to low vaccination rates. In this study we aimed to detect knowledges, attitudes and behaviours of parents about the influenza vaccine. Totally 214 parents participated in the study, the vaccination rate was 13.1%. The rate of vaccination of their children was 16.4%. The most common source of information about the vaccine was doctors (59.7%), however the most effective factor for the decision of having the vaccine was media (70.7%). Therefore, submission of the news about the vaccine in the media and health-related disclosures should be done accurately by experts and should relieve anxiety.

Viral gastroenteritlerin ve özellikle rotavirüse bağlı ishallerin epidemiyolojik ve klinik özelliklerinin takip edilmesi ve buna göre korunma ve tedavi stratejilerinin geliştirilmesi önemlidir. Bu nedenle biz de kliniğimize akut ishal nedeniyle başvuran olgularda rota virüs ishallerini araştırdık. 2011-2013 tarihleri arasında ÇOMÜ Tıp Fakültesi Hastanesi çocuk polikliniği ve acil servisine akut ishal nedeniyle baş vuran ve dışkı örnekleri incelenen 263 olgunun hastane kayıt verileri geriye dönük olarak tarandı. Dışkı örnekleri, kalitatif monoklonal antikorlarla kaplanmış kromatografik immunoassay yöntemi ile çalışan ticari bir test kiti (Rota-Adeno Virus Combo Test Device, Ecotest, Çin) ile incelenmişti. Toplam 263 akut ishalli olgu dosyası incelendi. Rota antijen pozitifliği bütün olguların 62’sinde (%23,6) saptandı. 2 yaş altı çocuklarda sıklık %34,5 olarak saptandı. Rota pozitifliğinin mevsimlere göre sıklığı sırasıyla ilkbaharda %27,8, yazın %14,6, sonbaharda %26,3 ve kışın %21,4 idi. Sonuç olarak akut ishalli olgu yönetimi yaşa ve mevsime göre yapılmalıdır. Bu tür ishalli olgularda gerekirse hızlı tanı testleri kullanılarak gereksiz antibiyotik kullanımından kaçınılmalıdır., It is important to follow up the epidemiologic and clinical characteristics of the viral especially rotavirus gastroenteritis to develop strategies for prevention and treatment. Therefore we investigated the rotavirus gastroenteritis in acute diarrhea patinets in our clinic. Stool samples of 263 patients admitted to outpatient clinic or emergency room of ÇOMÜ Faculty of Medicine Hospital with the symptom of acute diarrhea were screened retrospectively from medical records. Stool samples had been studied with the monoclonal antibody based chromatographic immunoassay (Rota-Adeno Virus Combo Test Device, Ecotest, China). 263 medical records were screened. Rotavirus antigen was positive in 62 cases (23.6%). It was 34.5% in children under 2 years. Rota positivity according to the seasons was as follows: 27.8% in spring, 14.6% in summer, 26.3% in autumn and 21.4% in winter. As a result, acute diarrhea case management should be done for age and seasonal distribution. In these cases unnecessary antibiotic usage should be avoided by rapid diagnostic test when required.

Giriş: Kabakulak, parotis bezlerinde şişlikle karakterize, akut, kendi kendini sınırlayan, oldukça bulaşıcı, sistemik viral bir hastalıktır. Sıklıkla okul çağı çocuklarında görülür. Bu vaka sunumu ile kabakulağın, yaşlılarda da görülebileceğini, kabakulak miyokarditine bağlı tam atriyoventriküler blok gibi nadir ve ölümcül komplikasyonlara sebep olabileceğini vurgulamak istedik. Olgu Sunumu: 80 yaşında bayan hasta sağ kulak çevresinde şişlik, yorgunluk, halsizlik, baş dönmesi, baygınlık hissi ve göğüs ağrısı şikayetleriyle acil servise başvurdu. Hastanın şikayetlerinin başlamasından yaklaşık iki hafta önce, hastanın torununda ateş ve sağ-sol kulak etrafında şişlik varmış. Hastanın vücut ısısı 37.5°C, kan basıncı 120/60 mmHg, kalp hızı 37/dakika tespit edildi. Sağ parotis bezi etrafında şişlik mevcuttu. Çekilen elektrokardiyografisinde tam atriyoventriküler blok tespit edildi. Hasta konsulte edilerek kardiyoloji kliniğine devredildi. Sonuç: Kabakulak daha sıklıkla çocukluk çağı hastalığıdır ve sıklıkla parotit ile seyreder. Fakat yaşlılarda da görülebilir ve ölümcül komplikasyonlara neden olabilir., Introduction: Mumps is an acute, self-limited, highly infectious, systemic viral disease characterized by a swelling of the parotid glands. It is more common in school-aged children. We want to emphasize in this case report that mumps can also occur in old people and cause a mortal and rare complication such as complete AV block associated with mumps myocarditis.Case Report: An 80-year-old woman admitted to the emergency room with complaints of swelling around the right ear, fatigue, weakness, dizziness, presyncope, and chest pain. Her grandson had had a fever and swelling around the right and left ear approximately 2 weeks before the beginning of her own ailment. Her core temperature was 37.5°C. Blood pressure was 120/60 mmHg and pulse rate was 37 beats/min. There was swelling of the right parotid gland and complete atrioventricular block in her electrocardiogram. The patient was consulted with a cardiolog and transferred to the cardiology clinic.Conclusion: Mumps is most commonly occurs in children, and the most common presentation of the disease is parotitis. However, it may occur in elders and result in mortal complications

Pedigrees of the studied families. Figure S2. Electropherograms showing detected pathogenic variants. (DOCX 157Â kb)

Pedigrees of the studied families. Figure S2. Electropherograms showing detected pathogenic variants. (DOCX 157Â kb)

Yabancı cisim aspirasyonu özellikle 6 ay ile 3 yaş arasındaki çocuklarda sık görülen bir solunum sıkıntısı nedenidir. Sıklıkla boğulma epizodunu takiben gelişen öksürük ve hışıltı atağı ile kendini gösterir. Oyuncak yayı aspire etmiş yedi yaşında bir erkek hasta sunulmuştur. Bu olgu sunumunda aspirasyona rağmen klinik bulgularının belirsiz olabileceğini vurgulamak amaçlanmıştır., Foreign body aspiration in children is a common cause of respiratory distress between the ages of 6 months and 3 years, with respiratory symptoms such as wheeze and cough after a choking episode. We report a case of toy bow inhaled as foreign body in a seven years old boy. Despite the clinical signs of aspiration may be ambiguous in this case is presented to emphasize

The aim of the study was to assess the audiological findings of a 4-year-old child with a homozygous COL11A2 mutation and to point out the role of continuous follow-ups in children with craniofacial syndromes after the newborn hearing screening. A 4-year-old boy with otospondylomegaepiphyseal dysplasia (OSMED) was followed up after birth for hearing loss. Transient Otoacoustic Emissions (TEOAEs), Distortion Product Otoacoustic Emissions (DPOAEs), Automated and Clinical Auditory Brainstem Response (AABR and ABR) measurements, Visual Reinforcement Audiometry, immitansmetric measurements and hearing threshold measurements were performed for audiological evaluation. The patient developed sensorineural hearing loss at 11 months of age while his hearing was normal at birth. Because of auditory-verbal training with hearing aids started at 20 months of age, he now has normal verbal communication with his peers. This study clearly demonstrates that hearing loss develops in infancy in patients with OSMED and underscores the importance of continued hearing screening beyond newborn period for early intervention of hearing impairment and communication problems. (C) 2010 Elsevier Ireland Ltd. All rights reserved.

Tez (Yüksek Lisans) -- İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2010, Thesis (M.Sc.) -- İstanbul Technical University, Institute of Science and Technology, 2010, Bu tez çalışmasının amacı, klasik PI (proportional-and integral) kontrolör ile modern LQG (Doğrusal Kuadratik Gauss) ve H∞ kontrolörlerini Matlab/Simulink’de uydu anten kontrol sistemi için modelleyerek performanslarını gözlemlemektir. Ayrıca, notch filtresi ile PI kontrolörün hibridlenmesi sonucu elde edilen bir kontrolör de anten sistemine uygulanarak performansı diğer kontrol yöntemleriyle kıyaslanmıştır. Çalışmada PI, LQG and H∞ kontrolör özellikleri, performansları, kıyaslamalar ve parametre ayar yaklaşımı sunulmuşur. Anten sistemi matematiksel modeli ile, kontrolör tasarım ve gerçeklenmesi de bu çalışma kapsamındadır. Simülasyonlar PI kontrolörün uygulama olarak kolay olduğunu; sabit ve güvenilir bir performans sergilediğini gösterir. Ancak, bu performans yüksek kazançlarda antende oluşan osilasyonlardan dolayı sınırlıdır. LQG ve H∞ kontrolörler ise daha gelişmiş optimal takip kontrolörlerdir. Bu kontrolörlerin uygulanması ile takip doğruluğu bir adım daha ileri götürülmüş fakat anten donanımından dolayı sınırlanmıştır. Sonuçta hala anten takip doğruluğu yazılıma bağlı olarak sınırlı bir seviyeye kadar performans gösterdiği ve birçok faktörde iyileşme ile arttırılacağı belirtilmiştir. Lineer kontrol durumları tanımlanarak ayrı ayrı dizayn edilen kontrolörlerin performanslarını anlamak için Matlab/Simulink’de simülasyon blokları kurularak tasarımların verimliliği ortaya konulmuştur., The goal of this thesis is to use classical PI (proportional-and integral) and, modern LQG (Linear Quadratic Gaussian) and H∞ controllers, designed via Matlab and Simulink, to manipulate overall antenna system performance. In addition, the performance of the controller, obtained as a result of hybridization of PI controller and notch filters, is compared with other control methods by being applied the antenna system. The properties, performances, comparisons, and tuning of the PI, LQG and H∞ controllers are presented. The mathematical modeling of the antenna control system, and the design and implementation of the controllers are all presented within the context of this study. Simulations show that PI controllers are easy to install and provide stable and reliable performance. However, this performance is limited due to oscillations of the antenna at high gains. H∞ and LQG are more sophisticated optimal tracking controllers. The implementation of these controllers takes the pointing improvement one step further, but is restricted by hardware limitations. After all, antenna-tracking accuracy is still limited due to the software up to a level of performance that can be increased with improvement on many factors. In order to understand the performance of linear control methods, Matlab/Simulink simulation blocks are used to understand the efficiency of different designs., Yüksek Lisans, M.Sc.

We present a 4-year-old girl with congenital profound sensorineural deafness associated with inner ear malformation (incomplete partition type 11, enlarged vestibule, and enlarged vestibular aqueduct). The proposita also had pseudocleft lips, skin defects, auricle abnormalities, and unilateral multicystic dysplastic kidney, leading to the diagnosis of branchio-oculo-facial (BOF) syndrome. Mutation analysis of the TFAP2A gene showed a de novo deletion of 18 and insertion of 6 nucletiodes, resulting in deletion of amino acids LPGARR and insertion of RI between amino acids 276 and 281. Altered amino acids are located within the basic DNA binding and dimerization domains of TFAP2A. Previously reported amino acid substitutions in TFAP2A involved only DNA binding domain in four patients with BOF syndrome who were not reported to have profound sensorineural deafness. Our report implies that the localization of mutations in TFAP2A might be responsible with the phenotypic findings in BOF syndrome. (C) 2009 Wiley-Liss, Inc.

Sosyal tabakalaşma tarih boyunca tüm toplumlarda gözlene gelmiştir. Bilindiği gibi ekonomi, eğitim vb. farklı kriterlere göre farklı sosyal kategoriler bulunmaktadır. Avam ve havas şeklindeki tabakalaşma, Müslüman toplumlarda en meşhur ve en başta gelenlerinden birisidir. İslam bu kategorilerde farklı biçimde yorumlanmıştır. Klasik Müslüman âlimleri avam ve havas şeklindeki tabakalaşmayı kabul ederler. Onlara göre, havas bazı bilgileri avamla paylaşmamalıdır. İslam tasavvuf geleneğinde önemli bir isim olan Mevlâna Celâleddin Rûmi de benzer bir ayrımı kabul etmektedir. Mevlâna’nın İslam yorumu aristokratik bir tarza uymaktadır. Biz bu makalede Mevlâna’nın aristokratik bir İslam anlayışına sahip olduğunu iddia etmekte; makale boyunca bu iddiamızı sınamaktayız, Social stratification has been observed in all societies throughout the history. There are different social categories according to different criterions like economy, education i.e. Distinction like lower class and upper class is the most famous and most prominent one in the Muslim societies. Islam was interpreted in different ways in these categories. Classical Muslim Scholars accepted the distinction as lower and upper classes. For them, upper class must not share some knowledge with lower classes. Mawlana who is an important name in Islamic mystical tradition accepted a similar distinction. He interprets Islam in an aristocratic way. We claim that Mawlana has an aristocratic perception of Islam

Bugün dünya ölçeğinde çok hızlı değişimlere şahit olmaktayız. Bu hızlı değişimler sonucunda din ve değerlerde dönüşümler daha yoğun bir şekilde gündeme gelmekte; sosyal çözülme konusu daha fazla tart ışılmaktadır. Küreselleşme de bu süreçlerden birisi olarak dikkat çeker. Nitekim küresel değerler olarak isimlendirilen bir takım normlar, bugün yerel değerler üzerinde ciddi baskılar kurmakta ve onu değişmeye zorlamaktadırlar. Tam da bu noktada değişimin yoğunluğu, toplumlar için bir kriz olabilmektedir. Sosyal değişimin hızlı olduğu böyle bir dönemde din ve değerlerdeki aşınma, toplumsal birlik için çok önemlidir. Zira insanlar arasında değerlere dayalı bağlar zayıflarsa, birlik düşüncesi de mümkün olmaz. Biz, karışık bir dönemde yaşamış olan Mevlâna Celâleddin Rûmi’nin eserlerinde sosyal bütünleşme hakkındaki önerilerinin günümüz toplumları için de önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu bağlamda bu makale, öncelikle Mevlâna’nın eserlerinde sosyal bütünleşme ve sosyal çözülme bağlamında dinin rolünü tespit etmeyi amaçlamaktadır. İkinci olarak da, bu konuda Mevlâna’nın düşüncelerinin günümüz için anlamı sorgulanacaktır. Moğol saldırılarının yoğun olduğu bir zamanda yaşayan Mevlâna’yı ve eserlerini incelemek, bugünkü sorunlarımızın çözümünde katkılar sağlayacaktır. Çünkü Mevlana hem Türkiye’de hem de yurt dışında tanınan ve olumlu imajlarla değerlendirilen önemli bir şahsiyettir. Biz bu konuda tartışmak ve önerilerde bulunmak istiyoruz. İnanıyoruz ki böyle bir çalışma, din sosyoloji alanına da önemli katkılar sağlayacaktır, Today, we witness very rapid changes throughout the world. As a result of these rapid changes, transformations in religion and values become a current issue intensively; social disintegration is discussed more than before. Globalization draws attention as one of these processes. Just as, some principles called global values exert pressure on local values and urge to change. In this point, intensity of change can be crisis for societies. In such an era in which social change was very fast, erosion in religion and values are very important for social unity. If ties based on shared values weaken among people, unity can’t be possible. We think that Mawlana’s offers on social integration in his works are very important for today’s societies. In this context, first, this article aims to determine role of religion in the context of social integration and social disintegration in Mawlana Jalal al-Din Rumi’s works. Secondly, meaning of Mawlana’s opinions for today’s societies will be examined. To study Rumi who lived in a term in which Mongol attacks were intensive and his works in accordance with this subject, will contribute to solve the problems in our time. Because Mawlana is an important person who is recognized in Turkey and abroad and evaluated with positive images. We would like to discuss this subject and make some proposals on it. We believe that such a study will contribute to sociology of religion too

Mevlâna Celâleddin Rûmi ve Onun eserleri üzerinde çalışmak isteyen araştırmacılarımızın en çok ihtiyaç duydukları şeylerden birisi de çalışma konusunda oluşturulan bibliyografyadır. Bu araştırma, Türkiye sınırları dışında da çalışmalara konu olan Mevlâna ile ilgili Türkiye’de yapılan çalışmaları ele alan bir Mevlâna bibliyografyasıdır. Şüphesiz Mevlâna, hakkında bugüne kadar en çok araştırma yapılan, bildiri ve sempozyumlarla tanıtılan tarihi şahsiyetlerden birisidir. Dolayısıyla bir Mevlâna araştırmasına başlanmadan önce, daha önceki çalışmaların hangi noktada yoğunlaştığını, hangi alanlarda eksikliklerin olduğunu göstermede Mevlâna bibliyografyasının önemi tartışmasızdır. Bu araştırma, Türkçe olarak yayımlanan çalışmaları muhtevî niteliğiyle bu bağlamda bir kolaylığı getirebilecektir. Yazarların soyadlarını esas alarak alfabetik sıraya göre hazırlanan bu bibliyografya, tezler, kitaplar ve makaleler gibi üç kategoriden oluşmaktadır, Mawlana Jalal al-Din Rumi is one of the historical persons. So there are many works on Mevlana. As we know, a bibliography is very important for researchers. In this context, we wanted to prepare a bibliography of Mevlana. There are symposiums and congresses on Mevlana in Turkey and abroad. This study aims to introduce works in Turkey. Our researchers who want to study on Mevlana Jelaleddin Rumi must have a bibliography that was prepared in alphabetical order. It contains three basic categories. These are thesis, books and articles. We see that there were researches concerning different fields such as literature, law and architecture. This is important point. At the same time, it can be said that many books on Mevlana were popular. So scientific researches must increase

Relation between intellectual and religion is very interesting. Specially intellectual women’s understanding of religion is more important in Turkey. In this article, we studied intellectual women in three categories. These are modernist, traditional and Islamist intellectual women. We know that there are different understandings of religion. The sources of these differences are social, cultural conditions, sexuality and external effects. Modernist intellectuals’ understanding of religion base on reduction. According to them, religion must change. Religion must take into consideration modern idea. In this context, the key words of modernist intellectuals are positivism and sociological truth. Synthesis is the most important quality in the traditional intellectuals. They always emphasize traditional understanding of religion. They appreciate social values and forms the process of modernization in Turkey. As far Islamist intellectuals, they comprehend religion as codes of meaning of societies. Islamist intellectuals oppose reduction and synthesis. The whole intellectuals do not appropriate understending of formalistic religion.

Purpose: we aimed to evaluate the radiological and functional results of humeral shaft fractures treated with minimally invasive percutaneous plate osteosynthesis (MIPPO) in our clinic. Material and Methods: data of 21 humeral shaft fractures of 20 patients treated with MIPPO were evaluated retrospectively. Demographic data, type of injury, fracture classification according to AO classification and fracture location, smoking, radial nerve injury were recorded. Radiographically, the union at 6th month and alignment were evaluated. Objective results were evaluated in terms of shoulder and elbow range of motion. Subjective results were assessed by the American Shoulder and Elbow Society Score (ASES), University of California, Los Angles (UCLA) score, Mayo Elbow Performance Index (MEPI), the Disability of The Arm, Shoulder and Hand (DASH) Score and Constant Shoulder Score. Results: the average elbow motion was 131.4 degrees +/- 19.8 degrees. The mean ASES and UCLA scores were 88.5 +/- 16.4 and 32.1 +/- 5.2, respectively. The mean MEPI and DASH scores were 93.1 +/- 11.3 and 11.8 +/- 20.0, respectively, and the Constant score was mean 9.1 +/- 15.3. Nonunion was observed in two patient at 6th month. Conclusion: we believe that MIPPO is a successful technique for the treatment of humeral shaft fractures with minimal soft tissue damage, intact shoulder and elbow motion function. / Amaç: lliniğimizde minimal invaziv perkütan plak osteosentezi (MIPPO) ile tedavi edilen humerus cisim kırıklarının radyolojik ve fonksiyonel sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: MIPPO ile tedavi edilen 20 hastanın 21 humerus cisim kırığına ait verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların demografik verileri, yaralanma şekilleri, AO sınıflaması ve bölgesine göre kırık sınıflaması, sigara kullanımı, radial sinir yaralanması kaydedildi. Radyografik olarak 6. ayda kaynama durumu ve dizilim değerlendirildi. Hastaların son kontrollerinde omuz ve dirsek hareket açıklığı ile objektif, Amerikan Omuz ve Dirsek Derneği (ASES) skoru, California Üniversitesi Los Angeles (UCLA) skoru, Mayo dirsek performans indeksi (MEPI), Kol Omuz El Engellilik (DASH) skoru ve Constant omuz skoru ile subjektif değerlendirme yapıldı. Bulgular: hastaların ortalama omuz fleksiyonu 169,5°±26,4°, abdüksiyonu 169,5°±26,4° idi. Ortalama dirsek hareket arkı 131,4°±19,8° bulundu. Ortalama ASES ve UCLA skorları sırasıyla 88,5±16,4 ve 32,1±5,2, MEPI ve DASH skoru sırasıyla 93,1±11,3 ve 11,8±20,0, ortalama Constant skoru 9,1±15,3 bulundu. İki hastada 6. ayda kaynamama gözlendi. Sonuç: MIPPO yöntemi humerus cisim kırıklarının tedavisinde; minimal yumuşak doku hasarı, korunmuş omuz ve dirsek fonksiyonları ile başarılı bir tekniktir., NA

Objective: this study is aimed to detect the drug concentration in articular tissues after phonophoresis application in patients with knee osteoarthritis who were planned to undergo total knee arthroplasty. Material and methods: seventeen patients with grade 4 knee OA were allocated to 6 groups according to ultrasound parameters and three sessions of ibuprofen phonophoresis were applied before surgery. Six groups were divided into as follows: Group 1; 5 minutes, frequency 0 MHz, power 0 W/cm2 , continuous mode; Group 2; 5 minutes, frequency 1 MHz, power 1 W/cm2 , continuous mode; Group 3; 5 minutes, frequency 1 MHz, power 1.5 W/cm2 , continuous mode; Group 4; 5 minutes, frequency 1 MHz, power 1.5 W/cm2 , pulse mode; Group 5; 8 minutes, frequency 1 MHz, power 1.5 W/cm2 , continuous mode; Group 6; 5 minutes, frequency 1 MHz, power 2 W/cm2 , continuous mode. Bone, synovial fluid and synovial tissue samples were obtained from patients during the surgery. A high-performance liquid chromatographic method was used for the determination of ibuprofen levels from isolated human synovial fluid, synovial tissue and bone. Results: ibuprofen was detected to the articular tissues of patients. The highest concentrations of ibuprofen in synovial fluid were detected in Group 3 and 5. The highest concentrations in bone were obtained in Group 2 and in synovial tissue were obtained in Group 2 and Group 3. Conclusion: optimal penetration of ibuprofen to articular tissues was obtained with 1 MHz and 1-1.5 W/cm2 , and continuous ultrasound mode. Phonophoresis is seemed as an effective treatment modality in patients with OA. / Amaç: bu çalışmada total diz artroplastisi planlanan diz osteoartritli hastalarda fonoforez uygulaması sonrası eklem dokularındaki ilaç konsantrasyonunun saptanması amaçlanmıştır. Gereç ve yöntemler: Evre 4 diz osteoartritli (OA) 17 hasta, ultrason parametrelerine göre 6 gruba ayrıldı ve ameliyat öncesi 3 seans ibuprofen fonoforezi uygulandı. Altı grup aşağıdaki gibi ayrılmıştır: Grup 1; 5 dakika, frekans 0 MHz, güç 0 W/cm2 , sürekli mod; Grup 2; 5 dakika, frekans 1 MHz, güç 1 W/cm2 , sürekli mod; Grup 3; 5 dakika, frekans 1 MHz, güç 1,5 W/cm2, sürekli mod; Grup 4; 5 dakika, frekans 1 MHz, güç 1,5 W/cm2 , darbe modu; Grup 5; 8 dakika, frekans 1 MHz, güç 1,5 W/cm2 , sürekli mod; Grup 6; 5 dakika, frekans 1 MHz, güç 2 W/cm2 , sürekli mod. Ameliyat sırasında hastalardan kemik, eklem sıvısı ve eklem dokusu örnekleri alındı. Yüksek performanslı sıvı kromatografik yöntemi, izole edilmiş insan eklem sıvısı, eklem dokusu ve kemikten ibuprofen seviyelerinin belirlenmesi için kullanıldı. Bulgular: hastaların eklem dokularında ibuprofen tespit edildi. Sinovyal sıvıda en yüksek ibuprofen konsantrasyonları Grup 3 ve 5’te tespit edildi. Kemikte en yüksek konsantrasyonlar Grup 2’de elde edildi ve sinovyal dokuda Grup 2 ve Grup 3’te elde edildi. Sonuç: ibuprofenin eklem dokularına optimum penetrasyonu, 1 MHz ve 1-1.5 W/cm2 ve sürekli ultrason modu ile elde edildi. OA’lı hastalarda fonoforez etkili bir tedavi yöntemi olarak görülmektedir., NA

Introduction: Branchio-oto-renal (BOR) syndrome is an autosomal dominant genetic disorder characterized by second branchial arch anomalies, hearing impairment, and renal malformations. Pathogenic mutations have been discovered in several genes such as EYA1, SIX5, and SIXI. However, nearly half of those affected reveal no pathogenic variant by traditional genetic testing. Methods and materials: Whole Exome sequencing and/or Sanger sequencing performed in 10 unrelated families from Turkey, Iran, Ecuador, and USA with BOR syndrome in this study. Results: We identified causative DNA variants in six families including novel c.525delT, c.979T > C, and c.1768deIG and a previously reported c.1779A > T variants in EYA1. Two large heterozygous deletions involving EYA1 were detected in additional two families. Whole exome sequencing did not reveal a causative variant in the remaining four families. Conclusions: A variety of DNA changes including large deletions underlie BOR syndrome in different populations, which can be detected with comprehensive genetic testing. (C) 2017 Elsevier B.V. All rights reserved.

The Nijmegen Breakage syndrome (NBS) is characterized by chromosomal instability, combined immunodeficiency, and distinctive physical features. We present two siblings with NBS presenting with strikingly different manifestations. The proband is a 6-year-old female with short stature, microcephaly, hepatosplenomegaly, rectovaginal fistula, anal atresia, an ectopic kidney, recurrent fevers and otitis media. A 7-year-old brother has developmental delay, failure to thrive, and microcephaly without recurring infections. Both patients have hypogammaglobulinemia, B cell lymphopenia and reduced phytohaemagglutinin-induced lymphocyte proliferation. Both siblings are homozygous for the c.657_661delACAAA (p.Lys219Asnfs*16) mutation in the NBN (NBS1) gene.

The etiology of intellectual disability (ID) is heterogeneous including a variety of genetic and environmental causes. Historically, most research has not focused on autosomal recessive ID (ARID), which is a significant cause of ID, particularly in areas where parental consanguinity is common. Identification of genetic causes allows for precision diagnosis and improved genetic counseling. We performed whole exome sequencing to 21 Turkish families, seven multiplex and 14 simplex, with nonsyndromic ID. Based on the presence of multiple affected siblings born to unaffected parents and/or shared ancestry, we consider all families as ARID. We revealed the underlying causative variants in seven families in MCPH1 (c.427dupA, p.T143Nfs*5), WDR62 (c.3406C>T, p.R1136*), ASPM (c.5219_5225delGAG-GATA, p.R1740Tfs*7), RARS (c.1588A>G, p.T530A), CC2D1A (c.811delG, p.A271Pfs*30), TUSC3 (c.793C>T, p.Q265*) and ZNF335 (c.808C>T, p.R270C and c.3715C>A, p.Q1239K) previously linked with ARID. Besides ARID genes, in one family, affected male siblings were hemizygous for PQBP1 (c.459_462delAGAG, p.R153Sfs*41) and in one family the proband was female and heterozygous for X-chromosomal SLC9A6 (c.1631+1G>A) variant. Each of these variants, except for those in MCPH1 and PQBP1, have not been previously published. Additionally in one family, two affected children were homozygous for the c.377G>A (p.W126*) variant in the FAM183A, a gene not previously associated with ARID. No causative variants were found in the remaining 11 families. A wide variety of variants explain half of families with ARID. FAM183A is a promising novel candidate gene for ARID.