134 results on '"Bilinç"'
Search Results
2. İbn Sînâ’nın Uçan Adam Nazariyesi Bağlamında Nefsin Benlik Bilinci
- Author
-
Mehmet Ata Az
- Subjects
din felsefesi ,i̇bn sina ,uçan adam nazariyesi ,benlik ,bilinç ,philosophy of religion ,flying man theory ,self ,consciousness ,avicenna ,Philosophy. Psychology. Religion - Abstract
Modern dönemde zihin felsefesi alanında, nöro-biyoloji ve nöro-fizyolojinin verilerine bağlı olarak yapılan çalışmalarda, zihin kavramıyla bağlantılı olarak zât/benlik, şu‘ûr/bilinç ve eş-şu‘ûr bi-zât/benlik bilinci kavramları daha fazla ön plana çıkmış olsa da erken dönemden itibaren gerek İslam gerekse Batı düşüncesinde bu kavramlar kullanılmıştır. İslam düşüncesinin önemli filozoflarından İbn Sînâ, nefsin bedenden ayrı ve farklı bir mevcudiyete sahip olduğuna dair geliştirdiği düşünce deneyi Uçan Adam Nazariyesi’nde, nefs-beden ilişkisi, nefsin mâhiyeti, nefsin bedenden farklı ve bağımsız bir varlığa sahip olup olmadığı, nefsin bilince sahip olup olmadığı ve nefsin benlik bilincini nasıl ve ne zaman kazandığını ele almıştır. Farklı eserlerinde kısmi farklılıklarla ele aldığı nazariyesinde İbn Sînâ ilk aşamada, nefsin bedenden ayrı ve farklı bir mevcudiyeti ve nefsin gayri maddi bir mâhiyete sahip olduğunu temellendirmiştir. İkinci aşamada ise gayri maddi, ayrık ve farklı gerçekliğe sahip olan nefsin farklı melekelerin işlevlerini önceleyen ve bu işlevleri ‘ben’ bilinciyle birleştiren tek bir özün yani zâtın varlığını dolaylı şekilde izah etmiştir. Bununla birlikte İbn Sînâ’nın nazariyesinde asıl neyi temellendirmeyi amaçladığına dair farklı yorumlar yapılmıştır. Kimi nazariyede nefsin mâhiyeti ve gerçekliğini ele aldığını savunurken kimi de buna ek olarak nefsin benlik bilincini de temellendirdiğini savunmuştur. Bu çalışmada, İbn Sînâ’nın düşünsel deney olarak geliştirdiği uçan adam nazariyesi ele alınacaktır, nazariyenin izahına bağlı olarak nazariyenin temel amacının ne olduğu ortaya konacaktır. Daha sonra nefsin kendi zâtının şuûrunda/bilincinde olmasından kastının ne olduğu izah edilecektir. İbn Sînâ’nın şuûra ilişkin yaptığı benlik bilinci (eş-şu‘ûr bi-zât/zatî bilinç) ile bilincin bilinci (eş-şu‘ûru bi’ş-şu‘ûr) ayırımı değerlendirilecektir. Sonuç olarak da her ne kadar İbn Sînâ nazariyede öncelikli olarak nefsin bedenden ayrı ve farklı gayri maddi bir mâhiyete sahip olduğunu ele almış olsa da ikincil düzeyde nefsin kendi zâtının bilincinde olduğunu da kanıtlamayı amaçladığı temellendirilecektir.
- Published
- 2023
- Full Text
- View/download PDF
3. Zor Problem: Bilinç-Bilinç Nörobiyolojisinin Fenomenal Dünya Yorumu, Saffet Murat Tura, Metis Yayınları (2021), 118 sayfa.
- Author
-
TÜLÜCE, Hüseyin Adem
- Subjects
- *
CONSCIOUSNESS - Abstract
In philosophy of mind, the problem of consciousness refers to a difficult problem about the nature and properties of consciousness. This problem includes fundamental questions such as “what is consciousness” and “how can it be explained”. Consciousness refers to the subjective awareness that an individual experiences. However, how consciousness arises and how it relates to neurological processes is still not fully understood. The problem of consciousness is handled with two basic approaches: physicalist and dualist approaches. The physicalist approach tries to explain consciousness in terms of physical processes. Physicalists argue that brain activities, neural interactions, and neuronal networks are the main factors that create consciousness. According to this view, consciousness arises as a result of neurological activities. However, exactly how the physicalist approach works and how consciousness relates to neurological processes still remains unclear. Another approach, dualism, argues that consciousness is a non-physical entity and cannot be fully explained by brain activities. According to dualists, there is a relationship between consciousness and the brain, but consciousness is something that exists outside the physical world. According to this view, another explanation or existence beyond physical processes is necessary for the explanation of consciousness. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2023
- Full Text
- View/download PDF
4. İbn Sînâ’nın Uçan Adam Nazariyesi Bağlamında Nefsin Benlik Bilinci.
- Author
-
Az, Mehmet Ata
- Abstract
Although the concepts of zat/self, shu'ūr/consciousness, and al-shuʿūr bi-l-dhāt/selfconsciousness have come to the fore more in connection with the concept of mind in modern studies in the field of philosophy of mind based on the data of neuro-biology and neuro-physiology, these concepts have been used in both Islamic and Western thought since the early period. Avicenna, one of the most influential philosophers of Islamic thought, in his thought experiment The Flying Man theorem, which he developed on the soul having a separate and distinct existence from the body, dealt with the relationship between the soul and the body, the essence of the soul, whether the soul has a separate and independent existence from the body, whether the soul has consciousness, and how and when the soul acquires self-consciousness. In his theory, which he discusses with partial differences in different works, Ibn Sīnā, in the first stage, justified that the soul has a separate and distinct existence from the body and that the soul has an immaterial essence. In the second stage, he indirectly explained the existence of a single essence, i.e., the dhāt that prioritizes the functions of the different faculties of the immaterial, separate, and different realities of the soul and unites these functions with the consciousness of 'I'. However, there have been various interpretations of what Avicenna actually aimed to ground in his theory. While some have argued that he dealt with the essence and existence of the soul in his theory, others have argued that he also grounded the self-consciousness of the soul in addition to this. In this study, Avicenna's theory of the flying man, will be discussed, and the main purpose of the theory will be revealed depending on the explanation of the theory. Then, it will be explained what he means by the soul being in the consciousness of its own dhāt. Ibn Sīnā's distinction between the consciousness of the self (al-shu'ūr bi-zāt) and the consciousness of consciousness (al-shu'ūr bi al-shu'ūr) will be evaluated. As a result, it will be justified that although Avicenna's theorizing primarily deals with the soul as having an immaterial essence, separate and distinct from the body, at a secondary level he also aims to prove that the soul is conscious of its own essence. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2023
- Full Text
- View/download PDF
5. Kant Descartes’a Karşı: Tözsellik Mantıksal Yanlış Çıkarımı.
- Author
-
Özgökman, Fatih
- Subjects
- *
CONSCIOUSNESS , *PSYCHOLOGY , *SOUL - Abstract
When Descartes doubted the existence of everything sensible, he expressed the indisputability of his own existence as “I think, therefore I am.” He then questioned what he is and deduced that he is a thinking substance, namely a soul or mind. Meanwhile, Kant claimed to concluding that I am a thinking substance (i.e., a soul) from “I think” is a paralogism because, according to Kant, this inference starts from the substantiveness of intuitional objects used as subjects in judgment and deduces that I, namely the thinking thing, is also a substance due to being used as a subject in judgment. Therefore, according to Kant, the middle term is used with a double meaning in this inference. However, it is not observed how the middle term is used with a double meaning in Kant’s inference. Moreover, Descartes’ conclusion “I am a spiritual substance” is not based on any such reasoning that requires intuitive content. Because Descartes did not deduce his undoubted existence from the substantiveness of the objects of intuition he was doubting, on the contrary, he expressed it as a spiritual substance in order to distinguish between them. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2023
- Full Text
- View/download PDF
6. Mütekaddimûn Dönemi Kelâmcılarının Ruh Anlayışının Modern Bilimde Bir Karşılığı Var mı?
- Author
-
Mehmet Ödemiş
- Subjects
kelâm ,ruh ,zihin ,benlik ,bilinç ,deneysel bilim ,kalam ,soul ,mind ,self ,consciousness ,experimental science ,Islam ,BP1-253 ,Practical Theology ,BV1-5099 ,Moral theology ,BV4625-4780 - Abstract
Genelde insanın mahiyeti özelde ise ruhun varlığı ve mahiyeti konusu, düşünce tarihi boyunca tartışılagelmiştir. İnsan, bilen özne olarak önce kendini tanımaya çalışmıştır. Bu sorgulamayı yaparken sadece fenomenal varlığını (bedenini) değil, orada bir yerde olduğundan şüphe etmediği manevi kimliğini de merak etmiştir. Bu merak; anatomiden fizyolojiye, ilm-i ruhtan felsefeye, tıptan sosyolojiye, biyolojiden nörobiyolojiye, psikolojiden nöropsikolojiye, kimyadan nörokimyaya kadar uzanan bilimsel bir yolculuğun tahrik gücünü meydana getirmiştir. Sonunda her uygarlığın kendi bilimsel ve felsefi birikimine uygun olarak çeşitli insan tasavvurları geliştirilmiştir. İnsanlığa mâl olmuş kadim düşünce geleneği, insanı kahir ekseriyette düalist bir tanıma dahil etmiştir. Modern bilimle birlikte insanı fizik olarak incelemek için geliştirilen pek çok aygıtın sağladığı imkanlarla sayısız veriye ulaşılmış, bu veriler insanın fizik ve metafizik veçhesiyle nasıl bir varlık olduğunu anlamada büyük yararlılıklar sağlamıştır. Bununla birlikte doğal dünyaya ve onun bir parçası olan insana dair bilgimiz artıkça bakış açıları paradigmatik değişimlere zorlanmıştır. Bilimsel bilgiyle koşut bir şekilde gelişen ve değişen felsefi akımlar, dinin özellikle Batı dünyasında gerilemesi, bilginin yorumlanmasındaki hâkim modelleri geriletmiştir. İnsan nosyonları da bu büyük tagayyürden payını kaçınılmaz olarak almıştır. Eylemlerin arkasındaki özne, bedenden/beyinden ayrı/bağımsız ve bütünüyle otonom ve rasyonel midir? Yoksa çağdaş sinir bilimin öne sürdüğü gibi bedenden/beyinden ya da onun işlevselliğinden mi ibarettir? Bu uyumlu işlevsellik bütünüyle ya da kısmen doğal nedenselliğe bağlı olarak mı gerçekleşmektedir? İnsanı insan yapan bir öz veya ayırt edici bir özellik var mıdır? Varsa bu öz/özellik fiziksel midir yoksa fizik ötesi bir töz müdür? Bu sorulara ilk dönem kelâmcılarının hangi çerçevede ne cevap verdiği; daha çok dinî bilgi, kısmen dönemin tıp bilgisi ve büyük oranda mantıksal akıl yürütme ekseninde geliştirilen hipotezlerin çağdaş bilimin ileri sürdüğü insan ve ruh tarifleriyle ne oranda örtüştüğü meselesi, makalenin ana konusunu oluşturmaktadır. Özetle bu çalışma; süregelen kadim soruşturmanın iki önemli evresi olarak gördüğümüz, ilk dönem kelâmcılarının ruh teorileriyle güncel bilimsel veriler arasındaki paralellikleri ve yaklaşım benzerliklerini tespit etmeyi amaçlamaktadır. Zira akültürasyon sürecine bağlı dönüşümün düşünce üzerinde belirleyici güç hâline gelmediği kelâmın ilk döneminde (mütekaddimûn) serdedilen fikirlerin daha orijinal ve değerli olduğu düşünülmektedir. Problemin temel kavramları arasında yer alan ruh, nefs, zihin, benlik ve bilincin tanımları hakkında kısa bilgiler verildikten sonra erken dönem Mu‘tezilî ve Ehl-i Sünnet mütefekkirlerinin konuya ilişkin düşünceleri güncel verilerle karşılaştırmalı olarak aktarılmıştır. Araştırma boyunca elde edilen veriler, analitik ve semantik tahlillere tabi tutularak sağlıklı bir tasvirî çıkarım yapılmaya gayret edilmiştir.
- Published
- 2023
- Full Text
- View/download PDF
7. Spinoza’nın Bilinç Teorisi: 'Fikrin Fikri', Bilinçte Derece Farkları ve 'Kendilik Bilinci'
- Author
-
Enes Dağ
- Subjects
felsefe ,spinoza ,zihin ,bilinç ,fikrin fikri ,kendilik-bilinci ,panpsişizm. ,philosophy ,mind ,consciousness ,ideas of ideas ,self-consciousness ,panpsychism ,panpsişizm ,Social Sciences ,Philosophy. Psychology. Religion - Abstract
Spinoza sisteminde bir bilinç teorisinin varlığı konusunda dünden bugüne devam etmekte olan ciddi bir tartışma mevcuttur. Bu makale, bir yandan mevcut tartışmanın hafifletilebilmesi için farklı bir okuma teklifi sunmakta, diğer yandan ise söz konusu tartışmanın ana tezlerini -henüz bu konuda herhangi bir çalışmanın yapılmadığı- Türkçe felsefe literatürüne kazandırma amacı gütmektedir. Bu doğrultuda, Spinoza sisteminde bir bilinç teorisinin çıkarılabileceği savunulmakta ve tüm paralelizmine rağmen gerçekte olmasa bile kavramsal olarak zihni bedenden bağımsız bir biçimde düşünebilme imkânı irdelenmektedir. Söz konusu bağlamda, öncelikle “fikrin fikri” doktrini, bilincin metafizik temeli olarak ortaya konulmaktadır. Daha sonra bedenin kompleks yapısını oluşturan parçalara dair zihnin daha fazla “fikir”e ulaşabilme ve bu “fikir”lerden “fikrin fikri”ni çıkarabilme durumuna göre oluşan “bilinç dereceleri”, bilincin epistemolojik yönü olarak saptanmaktadır. Bedenin etkilenişlerinin zihin tarafından bilinme derecesine ve bilgi türlerine bağlı olarak insan zihninin nasıl “kendisinin, “Tanrı”nın ve “diğer varolanlar”ın bilincine ulaştığı tespit edilmektedir. Çalışmada varılan sonuç, Spinoza’da bilincin “bilgi” üzerine inşa edildiği, “fikir”in bilgiyi, “fikrin fikri”nin bilinci temsil ettiğidir. Böylece, neredeyse tüm tartışmaların odağında olan “bilinçli zihinler” ile “bilinçsiz zihinler” ve insan zihnindeki “bilinçli fikirler” ile “bilinçsiz fikirler”e dair ayırımın net olmayan sınırları belirginleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu doğrultuda Spinoza’nın bilinç teorisi, onun en genel kapsamıyla zihin teorisiyle ve bu teorinin bir sonucu olan bilgi teorisiyle temellendirilir. Spinoza’nın zihin teorisine göre, özellikle insan zihni söz konusu olduğunda bedende gerçekleşen her değişim zihinde bir fikre tekabül eder (paralelizm) ya da bir fikir olarak temsil edilir. İnsan zihninde meydana gelen fikirler, bedenin etkilenişlerinin, yani bedenin kurduğu ilişkiler neticesinde alıp verdiği etkilere göre kendisinde meydana gelen değişimlerin birer temsilinden ibarettir. İnsan zihni bu fikirlerin bir kısmını “bulanık”, “bölük-pörçük” ya da “yetersiz” (inadequate) bir şekilde algılarken, bir kısmını da “apaçık”, “upuygun” ya da “yeterli” (adequate) bir şekilde kavrar. Spinoza bu temelden hareketle zihin ve bilgi teorilerini ortaya koyar. Ancak insan zihni kendisinde meydana gelen bedenin etkilenişlerinin fikirleriyle yetinmez, aynı zamanda bu fikirlerin yeterli ya da yetersiz olduklarına bakmaksızın onlara dair ikincil fikirler de oluşturur. Bu ikincil fikirler, birincil fikirlerin -yeterli ya da yetersiz olmalarına göre- farkındalığını ifade eder. Makalede bu oluşum ve farkındalık, yani “fikrin fikri” (ideas of ideas) Spinozacı bilinç teorisinin temel zemini ya da ana hattı olarak detaylı bir şekilde ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Bilinç teorisinin diğer sonuç veya çıktıları da her şeyden önce bu temel zeminin anlaşılmasını zorunlu ya da gerekli kılmaktadır. Buna göre insan bedeni, diğerleriyle kıyaslandığında Doğada en fazla parçaya ya da bileşene sahip çok karmaşık bir yapıdır. İnsan zihni ise bedenin kompleks yapısının her bir unsuruna dair fikirlere ulaşabilme imkanına sahiptir. Ancak bu fikirlerin içeriği, insan zihninin kendi bedenini tanıma derecesine göre oluşur. İnsan zihninin kendi bedenini bilme derecesi, aynı zamanda onun bilincinin de derecesini belirler. Spinoza insan dışındaki varlıkların da belli bir “canlılık derecesi”ne sahip olduğunu ve söylediklerinin insan kadar diğer varlıklar için de geçerli olduğunu belirtirken aynı zamanda insan bedeninin diğer bedenlerden, insan zihninin ise diğer zihinlerden daha üstün olduğunu temellendirmeye çalışır. Spinoza bir bedenin diğer bedenden üstünlüğünü, diğeriyle kıyaslandığında birinin kendi başına daha çok eylemi daha fazla gerçekleştirebilmesi olarak görür. Bir beden ne kadar çok parçaya sahipse ya da bünyesinde ne kadar çok çeşit cismi barındırıyorsa, o kadar daha fazla eylemi yerine getirmeye ve etki alıp vermeye müsait olur. Çünkü bir beden diğer bedenlerle karşılaştığında ya da ilişki kurduğunda, parçalarının her biri bu karşılaşmadan ya da ilişkiden etkilenebilir. Dolayısıyla beden ne kadar çok kompleks bir yapıdaysa zihin de o kadar çok fikre sahip olabilir. Bu, bedeni diğer bedenlerden üstün olan insanın, zihninin de diğer zihinlerden üstün olma sebebidir. İnsan zihninin kendi bedenini bilme imkanına bağlı olarak aynı zihindeki fikirler arasında ve birbiriyle kıyaslandığında iki zihin arasında “bilinçsiz fikirler” (non-conscious ideas) ve “bilinçli fikirler” (conscious ideas) olduğu gibi, daha düşük seviyeden daha yüksek seviyeye bilinçte derece farkı da oluşur. Bu derece farkı, makalede bilincin epistemolojik sonucu ya da çıktısı olarak ele alınmaktadır. Bilincin metafiziksel temeli ve epistemolojik sonucu birlikte düşünüldüğünde, insanın “kendilik-bilinci” makalenin son konusu olarak gündeme getirilmektedir.
- Published
- 2022
- Full Text
- View/download PDF
8. Ben Bilinci, Deney ve Bilgi
- Author
-
Fatih Özgökman
- Subjects
philosophy ,soul ,mind ,selfness ,consciousness ,experience ,felsefe ,ruh ,zihin ,benlik ,bilinç ,deney ,Islam ,BP1-253 - Abstract
İnsanın kendi varlığına dair ben bilinci yine kendisi açısından şüphe götürmez. Öyle ki Descartes tarafından ifade edildiği gibi, duyulur her şeyden şüphe ettiğimde bile kendi varlığımdan şüphe edememem, bu nedenle, eğer şüphe ediyorsam “düşünüyorum, o halde varım.” Diğer bir deyişle ben, algılarken, düşünürken veya bir şeyi isterken kendimin en açık ve seçik bir şekilde farkında olurum ve bundan da var olduğum sonucu çıkar. Çünkü düşünen bir şeyin yok olduğu kabul edilemez ve dolayısıyla var olmak için düşünmek yeterlidir. Bu da benim düşünen varlığımın, şüphelendiğim duyu nesnelerinden örneğin bedenden farklı bir töz olmasını gerektirir. Çünkü duyulur her şeyden şüphe ederken kendimden şüphe edememem, benim şüphe edilen şeylerden birisi olmadığımı gösterir. Kısacası, şüphe edilen şeyler ile şüphe edilemez şey, bir ve aynı doğadan olamaz. Bu da benim varlığımın en temel biçiminin düşünen bir şey yani bir ruh veya bir zihin olduğu anlamına gelir. Bununla birlikte böyle bir ruh veya zihnin varlığı, deneyci epistemolojiye göre ciddi bir sorun oluşturur. Çünkü ruh veya zihin özellikle dış deneyde bizim için mevcut değildir. Bu nedenle Hume gibi kimi deneyci düşünürler, ben bilincini üreten bir benliğin tözsel varlığını reddeder ve onu olayların içinde gerçekleştiği bir tiyatro sahnesi gibi algılar toplamına veya duyu deneylerine indirgerler. Hatta kimi deneyci düşünürler daha da ileri gider ve algılanan şeylerin onları algılayan ve ben olarak adlandırılan bir tözün varlığını gerektirmediğini ileri sürerler. Bununla birlikte benliğin deneyde nesne olarak gösterilememesi onun yokluğunu kanıtlamaya yetmez. Çünkü eğer algılar var, fakat algılayan bir özne yoksa algılayanın ne veya kim olduğu ya da algıların nerede bulunduğu gibi sorulara cevap verilemez. Hâlbuki “ben”, aktif bir öznenin fikridir ve düşünme, bilme veya isteme gibi tüm zihinsel işlemler onları gerçekleştiren bu aktif öznenin varlığını gerektirir. Bir özne olmadan söz konusu işlemlerin kendi kendine ortaya çıktığı kabul edilemez. Bu nedenle “ben”, bir tiyatro sahnesi gibi sadece algıların toplamı değildir. Buna göre deneyci epistemoloji benliğin varlığına dair tam bir açıklama veremez. Dolayısıyla deneyci epistemolojiye göre benliğin deneyin bir nesnesi olmadığı doğru olmakla birlikte tüm zihinsel işlemlerdeki aktif rolünün ve varlığının reddedilmesi mümkün görünmemektedir. Öyle ki Kant tarafından da ifade edildiği gibi bilincin varlığı olmadan bilginin meydana gelmesi de düşünülemez. Bununla birlikte Kant’a göre her ne kadar bilginin ortaya çıkması için bilincin varlığı gerekli ise de bilinç bir bilgi değeri taşımaz. Çünkü bilinç, sezgi içermez. Dolayısıyla sezgi nesnelerinin bilgisi gibi ben kendimin bilgisine sahip olamam. Bundan da benim, dünyanın sezgi nesneleri gibi duyusal/maddesel bir varlık olmadığım sonucu çıkar. Bununla birlikte Kant’a göre sezgisi bulunmadığı için benim bir ruh veya zihin olduğum da bilinemez. Bu şekilde Kant hem maddeciliği hem ruhçuluğu bilinemez olarak niteler. Ancak Kant’ın çift taraflı bilinemezci tutumu, insanı, kendi varlığının doğası hakkında tatmin etmeye yetmez. Çünkü duyulur nesneleri bilen insan, Kant tarafından, kendi doğasını bilemez olarak bırakılmıştır. Diğer bir deyişle Kant, Descartes’ın şüphe duyduğu duyulur nesneleri bildiğimizi fakat Descartes’ın şüphe götürmez bulduğu kendi varlığımızın doğasını bilemeyeceğimizi söyler. Halbuki Kant’ın aksine benliğin maddeselliğine dair bilginin yokluğu, onun ruhsallığına dair bir bilgi sayılabilir. Çünkü kendi varlığımıza dair sezginin yokluğu yani kendimizi elle tutup gözle göremememiz bizim maddesel olmadığımızı kanıtlar ve bu da bizim bir ruh veya zihin olduğumuz anlamına gelir. Zaten ruh ve zihin kavramları da aslında maddesel olmayan varlık türünü ifade eder.
- Published
- 2022
- Full Text
- View/download PDF
9. Tarih, Tarihî Roman ve Toplumsal-Kültürel Bellek İlişkisi Temelinde Tarihî Romanların İşlevsel Özellikleri
- Author
-
Fatih Aynacı
- Subjects
tarih ,roman ,işlevsellik ,bellek ,bilinç ,Language and Literature - Abstract
Bu çalışmanın amacı; tarih, toplum, edebiyat birlikteliğini temsil eden tarihî romanların yalnızca edebî nitelik taşıyan metinler olmadıklarını, aynı zamanda bazı insanî değerlerin bireye ve topluma kazandırılmasında etkin rol oynayabileceklerini ortaya koymaktır. Nitekim kurgu-gerçek birlikteliğinin en somut biçimlerinden birini simgeleyen tarihî romanların, dış gerçeklikten bağımsız olmadıkları gözlenebilmektedir. Bu bağlamda çalışma boyunca öncelikle toplumsalkültürel bellek kavramıyla ifade edilmek istenenin ne olduğu konusuna ve bu kavramla tarih bilimi arasındaki ilişkiye kısaca açıklık getirilecektir. Ardından tarihî romanları ortaya çıkaran etkenlere ve bu etkenlerin toplumsal-kültürel bellek oluşumu üzerindeki etkilerine değinilecektir. Son olarak tarihî romanların özellikle “yeniden canlandırma” ve “eğlendirme” olmak üzere iki ana başlıkta ele alınacak işlevsel özelliklerinin, toplumsal-kültürel bellek kavramının devamlılığının sağlanmasına ve tarih-kimlik-aidiyet bilincinin inşa edilmesine belli düzeyde katkı sunabileceğinden bahsedilecektir. Öte yandan konuyla bağlantılı olarak, kurmaca metinlerin temelini oluşturan anlatı unsurlarının (kişi, zaman, uzam, olay örgüsü) tüm bu faaliyetlerin yürütülmesi sürecinde etkin rol üstlendiği gösterilecektir. Tarihî romanların işlevsel özellikleri arasında özellikle “yeniden canlandırma” işlevinin bahsi geçen amaçlara doğrudan katkıda bulunduğu belirtilecek; diğerinin ise, ancak bu işlev kapsamında anlamlı bir bütün oluşturduğu anlatılacaktır. Bunun yanında tarihsel gerçeklerin kurmacayla yoğrulduğu bu tür romanlarda, tarihsel verilerin roman yazarları tarafından daha dikkatli ve sorumluluk duygusu çerçevesinde ele alınması gerektiği konusu üzerinde durulacaktır.
- Published
- 2022
- Full Text
- View/download PDF
10. Spinoza Etiğinde Upuygun Bir Fikir Olarak 'Ahlaki Farkındalık': Bilinç mi, Vicdan mı?
- Author
-
Enes Dağ
- Subjects
ahlak felsefesi ,zihin felsefesi ,spinoza ,bilinç ,vicdan ,farkındalık ,ahlaki bilinç ,i̇yi-kötü ,sevinç-keder. ,moral philosophy ,philosophy of mind ,consciousness ,conscience ,awareness ,moral consciousness ,good-evil ,joy-sadness. ,Islam. Bahai Faith. Theosophy, etc. ,BP1-610 - Abstract
Spinoza, conscientia ve conscius kavramları arasında anlamsal herhangi bir ayırım yapmayıp birini diğerinin yerine kullanmıştır. Ancak geleneksel felsefede conscientia kavramı “ahlaki duyarlılık” ya da “farkındalık” anlamına gelen bir “iç ses” ya da “vicdan” olarak kullanılmakta ve hem rasyonel hem de irrasyonel süreçleri ifade etmektedir. Diğer yandan aynı felsefi gelenekte conscius kavramı ise “bilinç” anlamında kullanılmakta ve rasyonel süreçlere dayalı zihinsel ya da psikolojik bir düşünümsel faaliyeti ifade etmektedir. Bu çalışma, öncelikle Spinoza’nın iki kavramı aynı anlamda kullanmasından hareketle “ahlaki duyarlılık”ın da zihinsel bir eylem olan refleksif düşünce neticesinde oluştuğunu iddia etmektedir. Çalışmada bilincin fikirler arası ilişkiye dayanan düşünümsel bir faaliyet olarak anlaşıldığı yerde, “ahlaki farkındalık”ın zihinde fikirler arası ilişki neticesinde yeni bir fikir olarak meydana geldiği savunulmaktadır. İkinci olarak çalışmada Spinoza’nın bir “vicdan teorisi”nden ziyade, söz konusu farkındalıktan hareketle bir tür “ahlaki bilinç” teorisi geliştirdiği tespit edilmektedir. Bu iddia ve tespitlerin ana odağını ise Spinoza etiğinin temel kavramları olan “iyi” ve “kötü”nün zihinde birer duygu olarak meydana gelen “sevinç” ve “keder” fikrinden doğması oluşturmaktadır. Burada “sevinç” veya “keder” bedenin etkilenişleri neticesinde zihinde meydana gelen “birincil fikirler”; “iyi” veya “kötü” ise zihnin bu birincil fikirler üzerine tefekkürü neticesinde oluşturduğu “ikincil fikirler” olarak ele alınmaktadır. Makalede “ahlaki bilinç” teorisi, bu tarz ikincil fikirler olan “fikrin fikri”ne dayandırılarak oluşturulmaktadır.
- Published
- 2022
- Full Text
- View/download PDF
11. Irrigation Awareness Level of Producers and Factors Affecting the Level of Consciousness: Case Study in Tokat Central District
- Author
-
Rüveyda Yüzbaşıoğlu
- Subjects
üretici ,sulama ,bilinç ,kullanım ,sıralı probit ,Agriculture ,Agriculture (General) ,S1-972 - Abstract
Agriculture must be necessary and sustainable for the continuity of human beings. For sustainable agriculture, productive crops can be made with good irrigation in productive crops and conscious irrigation in good irrigation. A survey was conducted with 111 producers in the central district of Tokat province to determine the factors affecting conscious irrigation and conscious irrigation. In the research, first of all, the socio-demographic structure of the producers was determined: it was determined that the producers with an active working population had a low level of education. In the second part of the research, irrigation information was tried to be determined and it was observed that most of the producers were doing salman irrigation. In the third part of the research, irrigation awareness was tried to be determined by using the scoring method of the producers and it was determined that 24% of the producers were in the category with a high level of awareness. In the last part, the factors affecting irrigation awareness were determined with the help of the ordered probit model. As a result, it has been determined that there is a linear relationship between the level of awareness of the producers, their educational status and membership in the irrigation union.
- Published
- 2022
- Full Text
- View/download PDF
12. Mütekaddimûn Dönemi Kelâmcılarının Ruh Anlayışının Modern Bilimde Bir Karşılığı Var mı?
- Author
-
ÖDEMİŞ, Mehmet
- Subjects
- *
PHILOSOPHY of science , *SCIENTIFIC knowledge , *SOCIAL medicine , *HUMAN beings , *SOUL , *ACCULTURATION ,WESTERN countries - Abstract
The nature of the human being in general and the existence and nature of the soul in particular has been discussed throughout the history of thought. As a knowing subject, man firstly tried to know himself. While making this questioning, he not only wondered about his phenomenal existence (body), but also about his spiritual identity, which he did not doubt was out there somewhere. This curiosity has created an ongoing scientific journey from anatomy to physiology, from science to philosophy, from medicine to sociology, from biology to neurobiology, from psychology to neuropsychology, from chemistry to neurochemistry. In the end, various human conceptions have been developed in accordance with the scientific and philosophical background of each civilization. The ancient tradition of thought, which is the common accumulation of humanity, has largely included man in a dualist definition. Along with modern science, many devices have been developed to study human beings physically. Numerous data have been reached with the opportunities provided by technology, and these data have provided great usefulness in understanding what aspects a human being has in terms of physics and metaphysics. However, with the increase in our knowledge of the natural world and human, which is a part of it, the perspectives of the period were forced into paradigmatic changes. The philosophical movements that developed and changed in parallel with scientific knowledge, the decline of religion, especially in the Western world, regressed the dominant models in the interpretation of knowledge. Notions of human have inevitably taken their share from this great change. Is the subject behind the actions separate/independent from the body/brain and completely autonomous and rational? Or is it just the body/brain or its functionality, as modern neuroscience suggests? Does this coherent functionality arise entirely or in part from natural causation? Is there an essence or a distinctive feature that makes us human? If so, is this essence/property physical or is it a metaphysical substance? What answers did the early theologians give to these questions? What are the points of overlap between the hypotheses developed mainly on religious knowledge, partly on medical knowledge of the period via largely logical reasoning, and the definitions of human and soul revealed by contemporary experimental science? This line forms the main frame of the article. In summary, this study; It aims to identify the parallels and similarities of approach between the spiritual theories of the early theologians and current scientific data, which we see as two important phases of the ongoing ancient investigation. It is thought that the theories developed in this first period, when the transformation due to the acculturation process is not sufficiently determinative on thought, are more original and valuable. After giving brief information about the definitions of soul, mind, self and consciousness, which are among the basic concepts of the problem, the thoughts of early Mu'tazilī and Ahl al-Sunnah thinkers on the subject are presented comparatively with current scientific data. We tried to make a healthy descriptive inference by making analytical and semantic arguments on the data obtained during the research. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2023
- Full Text
- View/download PDF
13. SPINOZA'NIN BILINÇ TEORISI: 'FIKRIN FIKRI', BILINÇTE DERECE FARKLARI VE 'KENDILIK BILINCI'.
- Author
-
DAĞ, Enes
- Subjects
- *
THEORY of mind , *THEORY of knowledge , *PHILOSOPHICAL literature , *LITERARY theory , *TURKISH literature , *SELF-consciousness (Awareness) - Abstract
There is a significant debate going on long time about the existence of a theory of consciousness in Spinoza's philosophical system of thought. This article, on the one hand, offers a different reading to alleviate the current debate, and on the other hand, it aims to bring the main theses of the discussion in question to the Turkish philosophy literature, which has not been studied yet. In this matter, it is argued that a theory of consciousness can be deduced in Spinoza's system of thought, and despite all its parallelism, the possibility of conceptual thinking the "mind" independently from the "body" even if not in reality, is examined. In this context, first, the doctrine of "ideas of ideas" is put forward as the metaphysical basis of consciousness. Then, the "degrees of consciousness", which are formed according to the mind's ability to reach more "ideas" about the parts that make up the complex structure of the body, and to extract the "ideas of ideas" from these "ideas", are determined as the epistemological aspect of consciousness. Depending on the degrees of ideas of the body's affections by the mind and the kinds of knowledge, it is determined how the human mind reaches the consciousness of "self", "God" and "other things". The conclusion in the study is that in Spinoza, consciousness is built on "knowledge"; while "ideas" represents knowledge, the "ideas of ideas" represents consciousness. Thus, the unclear boundaries of the distinction between "conscious minds" and "unconscious minds" and "conscious ideas" and "un-conscious ideas" in the human mind, which are at the center of almost all discussions, are tried to be clarified. In this sense, Spinoza's theory of consciousness in its most general scope is based on the theory of mind and the theory of knowledge, which is a result of first. In Spinoza's theory of mind, especially when it comes to the human mind, every change that occurs in the body, corresponds to an idea (parallelism) or is represented as an idea. The ideas that occur in the human mind are just representations of the affections of the body, that is, of the changes that occur in the body according to the effects it receives and influences as a result of the relations established by the body. While the human mind perceives some of these ideas in a "confused", "fragmentary" or "inadequate" way, it grasps some of them "clearly" or "adequately". Spinoza puts forward his theories of mind and knowledge on this basis. However, the human mind is not settled with only the ideas of the body's affection that occur in it, but also constitute secondary ideas about these ideas, regardless of whether they are adequate or inadequate. These secondary ideas express awareness of primary ideas, whether they are adequate or inadequate. In the article, this constitution and awareness, that is, the "ideas of the ideas", is tried to be revealed in detail as the basic ground or main line of the Spinozist theory of consciousness. Other results or outcomes of the theory of consciousness require first to understand this basic ground. Accordingly, the human body is a very complex structure that has the most parts or components in Nature compared to the others. The human mind, on the other hand, has the capability to reach ideas about each element and its change of the complex structure of the body. However, the content of these ideas is formed according to the degree to which the human mind recognizes its own body. The degree to which the human mind knows its own body also determines the degree of its consciousness. Spinoza states that non-human beings also have a certain "degree of animation", and while stating that what he says is valid for other beings as well as human beings, he also tries to justify that the human body is superior to other bodies and the human mind to other minds. Spinoza sees the superiority of one body over the other as the ability of one to perform more actions on one's own, compared to the other. The more parts a body has or the more different kinds of objects it contains, the more it is available to perform actions and influences or receives effects. Because when a body encounters or interacts with other bodies, each of its parts can be affected by this encounter or relationship. Therefore, the more complex the body has, the more ideas the mind can have. This is the reason why the mind of a person is superior to other minds because of whose body is superior to other bodies. Depending on the human mind's ability to know its own body, there are "unconscious ideas" and "conscious ideas" between the two minds when compared to and between ideas in the same mind, as well as a difference degree in consciousness from a lower level to a higher level. This degree of difference is discussed in the article as the epistemological result or outcome of consciousness. The "self-consciousness" of human, which comes to the fore as a result of considering the metaphysical basis of consciousness and its epistemological result together, constitutes the last subject of the article. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2022
- Full Text
- View/download PDF
14. BASAT'IN TEPEGÖZ'Ü ÖLDÜRDÜĞÜ BOYDA İDEAL KİŞİLİK YARATIMI.
- Author
-
KAHRAMAN, Berat Samet
- Abstract
Copyright of Motif Academy Journal of Folklore is the property of Motif Yayincilik and its content may not be copied or emailed to multiple sites or posted to a listserv without the copyright holder's express written permission. However, users may print, download, or email articles for individual use. This abstract may be abridged. No warranty is given about the accuracy of the copy. Users should refer to the original published version of the material for the full abstract. (Copyright applies to all Abstracts.)
- Published
- 2022
- Full Text
- View/download PDF
15. Ben Bilinci, Deney ve Bilgi.
- Author
-
Özgökman, Fatih
- Abstract
The self-consciousness of a person's own existence is also beyond doubt for himself. So much so that, as expressed by Descartes, I cannot doubt my own existence even when I doubt everything sensible, therefore, if I doubt, "I think, therefore I am." In other words, while perceiving, thinking, or wanting something, I am most clearly and distinctly aware of myself, and from this, it follows that I exist. Because it cannot be accepted that a thinking thing does not exist, and therefore it is sufficient to think in order to exist. This requires my thinking being to be a different substance from the sense objects I suspect, such as the body. Because of the fact that I cannot doubt myself while doubting everything sensible shows that I am not one of the things that are doubted. In short, what is doubted and what cannot be doubted cannot be of one and the same nature. This means that the most basic form of my being is a thinking thing, that is to say a soul or a mind. However, the existence of such a soul or mind poses a serious problem for empiricist epistemology. Since the soul or mind is not available to us, especially in external experience. For this reason, some empiricist thinkers like Hume reject the substantive existence of a self that produces self-consciousness and reduce it to the sum of perceptions or sense experiments, like a theatre stage in which events take place. Some empiricist thinkers go even further and argue that things perceived do not require the existence of a substance that perceives them and is called the self. However, the fact that the self cannot be represented as an object in the experiment is not enough to prove its absence. Because if there are perceptions but there is no perceiving subject, questions such as what or who the perceiver is or where the perceptions are cannot be answered. Whereas “I” is the idea of an active subject, and all mental operations such as thinking, knowing, or wanting require the existence of this active subject who performs them. Without a subject, it cannot be accepted that the events in question have arisen by themselves. Therefore, “I” is not just a collection of perceptions, like a theatre stage. Accordingly, empiricist epistemology cannot give a full account of the existence of the self. Therefore, although it is true that the self is not an object of experience according to empiricist epistemology, it does not seem possible to deny its active role and existence in all mental processes. So much so that, as expressed by Kant, the formation of knowledge is unthinkable without the existence of consciousness. However, according to Kant, although the existence of consciousness is necessary for the emergence of knowledge, consciousness does not have the value of knowledge. Because consciousness does not contain intuition. Therefore, I cannot have knowledge of myself like knowledge of intuition objects. It follows from this that I am not a sensory/material entity like the objects of perception of the world. However, according to Kant, it cannot be known that I am a soul or a mind since it has no intuition. In this way, Kant qualifies both materialism and spiritualism as unknowable. However, Kant’s double-sided agnostic attitude is not enough to satisfy the human being about the nature of his own existence. Because the human being who knows sensible objects is left as ignorant of his own nature by Kant. In other words, Kant says that we know the sensible objects, which Descartes doubted, but we cannot know the nature of our own being, which Descartes found beyond doubt. However, unlike Kant, the absence of knowledge about the materiality of the self can be considered as knowledge of its spirituality. Because the absence of intuition of our own existence, that is, our inability to grasp and see ourselves, proves that we are not material, and this means that we are a spirit or a mind. In fact, the concepts of spirit and mind actually refer to the type of non-material being. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2022
- Full Text
- View/download PDF
16. Richard Swinburne’ün “Are We Bodies or Souls?” Adlı Eserinin Değerlendirilmesi.
- Author
-
Esen, Gülsüm
- Published
- 2021
- Full Text
- View/download PDF
17. RİTÜEL BELLEK.
- Author
-
KÖSE, Serkan
- Abstract
Copyright of Motif Academy Journal of Folklore is the property of Motif Yayincilik and its content may not be copied or emailed to multiple sites or posted to a listserv without the copyright holder's express written permission. However, users may print, download, or email articles for individual use. This abstract may be abridged. No warranty is given about the accuracy of the copy. Users should refer to the original published version of the material for the full abstract. (Copyright applies to all Abstracts.)
- Published
- 2021
- Full Text
- View/download PDF
18. An Examination Aimed at Interactions Between Confidence in Consciousness and Moral Prejiduces: The Enigma of Kaspar Hauser
- Author
-
Çağdaş Emrah ÇAĞLIYAN
- Subjects
Bilinç ,Ahlâk ,Özgür İstenç ,Nietzsche ,Herkes Kendi İçin Yaşar: Tanrı Herkese Karşıdır ,Literature (General) ,PN1-6790 ,History (General) ,D1-2009 - Abstract
Having the ability to abstract and to create notions have caused humans to be sorrounded with the notions only consist of their fiction, and reinforced their beliefs to their own consciousness' consistency. Thus, the distance between human and nature has possibly, increased. Well, does consciousness have the right to explain the nature, and what moral perception can be generated from the idea of a creature with consciousness? In our everday life, we completely believe that, the notions in our vocabulary can explain the external world. Because of our eligibility to comprehend this world, we think we are exempt from the necessities of it and we can determine our actions via our free-will. But according to Friedrich Nietzsche, our assemption in this direction is only delusion; there is actually a necessity arising from physical weakness behind humans being conscious creatures and forming their own vocabulary. As being weak creatures, humans have to give the meaning to the world with their conceptions; but these conceptions are only common metaphors, truncate the wealth of the nature via “similarize the dissimilars”. Humans externalize this delusion they interiorise voluntarily also to their moral lives, and believe that they can categorize and judge the others in conformity with common opinions. Because, consciousness contains free will and the idea of free will contains the postulate that we can isolate persons from their actions. But, according to Nietzsche, this assumption is totally baseless. Because, considering persons responsible for their actions aims to block the strong ones to express their strength and it's originated from ressentiment. In case of humans, they don't have the freedom not to reveal the actions they carried out, there are instinctual determinations also behind seemingly the most conscious actions, so they are dependent on natural necessity. In our study, we scrutinise the connection Nietzsche founded between our ordinary comprehension about consciousness with the moral assumptions took form within this scope, and the counter-arguments he claimed to our opinions on this matter. In this context, the film we refer in our research will be The Enigma of Kaspar Hauser (Jeder für Sich und Gott gegen Alle, Werner Herzog, 1974). This film is suitable for our study, for having a protagonist, who's been isolated from society until the first years of his youth, thus became free from common conceptions and moral assumptions. From this point of view, aforesaid film is scrutinised with its aspects which deepen our examinations within the path we follow.
- Published
- 2018
- Full Text
- View/download PDF
19. İSLAM'A GÖRE ÜMMET BİLİNCİ.
- Author
-
DÜNDAR, Mahmut
- Abstract
Copyright of Journal of International Social Research is the property of Journal of International Social Research and its content may not be copied or emailed to multiple sites or posted to a listserv without the copyright holder's express written permission. However, users may print, download, or email articles for individual use. This abstract may be abridged. No warranty is given about the accuracy of the copy. Users should refer to the original published version of the material for the full abstract. (Copyright applies to all Abstracts.)
- Published
- 2020
- Full Text
- View/download PDF
20. Ramazan Dikmen’in Hikâyeleri ve Modern Dünyanın Öğütücülüğüne İtiraz.
- Author
-
BALTA, Şükrü Can
- Subjects
CONSCIOUSNESS ,INTUITION ,SELF-expression ,MODERNITY ,INDIVIDUALISM ,HUMANITARIANISM - Abstract
Copyright of Erdem is the property of Ataturk Kultur Merkezi and its content may not be copied or emailed to multiple sites or posted to a listserv without the copyright holder's express written permission. However, users may print, download, or email articles for individual use. This abstract may be abridged. No warranty is given about the accuracy of the copy. Users should refer to the original published version of the material for the full abstract. (Copyright applies to all Abstracts.)
- Published
- 2020
- Full Text
- View/download PDF
21. Tarih, Tarihî Roman ve Toplumsal-Kültürel Bellek İlişkisi Temelinde Tarihî Romanların İşlevsel Özellikleri
- Author
-
Aynacı, Fatih and Başka Kurum
- Subjects
Tarih ,memory ,History ,novel ,bellek ,bilinç ,General Medicine ,işlevsellik ,roman ,consciousness ,functionality - Abstract
Bu çalışmanın amacı; tarih, toplum, edebiyat birlikteliğini temsil eden tarihî romanların yalnızca edebî nitelik taşıyan metinler olmadıklarını, aynı zamanda bazı insanî değerlerin bireye ve topluma kazandırılmasında etkin rol oynayabileceklerini ortaya koymaktır. Nitekim kurgu-gerçek birlikteliğinin en somut biçimlerinden birini simgeleyen tarihî romanların, dış gerçeklikten bağımsız olmadıkları gözlenebilmektedir. Bu bağlamda çalışma boyunca öncelikle toplumsalkültürel bellek kavramıyla ifade edilmek istenenin ne olduğu konusuna ve bu kavramla tarih bilimi arasındaki ilişkiye kısaca açıklık getirilecektir. Ardından tarihî romanları ortaya çıkaran etkenlere ve bu etkenlerin toplumsal-kültürel bellek oluşumu üzerindeki etkilerine değinilecektir. Son olarak tarihî romanların özellikle “yeniden canlandırma” ve “eğlendirme” olmak üzere iki ana başlıkta ele alınacak işlevsel özelliklerinin, toplumsal-kültürel bellek kavramının devamlılığının sağlanmasına ve tarih-kimlik-aidiyet bilincinin inşa edilmesine belli düzeyde katkı sunabileceğinden bahsedilecektir. Öte yandan konuyla bağlantılı olarak, kurmaca metinlerin temelini oluşturan anlatı unsurlarının (kişi, zaman, uzam, olay örgüsü) tüm bu faaliyetlerin yürütülmesi sürecinde etkin rol üstlendiği gösterilecektir. Tarihî romanların işlevsel özellikleri arasında özellikle “yeniden canlandırma” işlevinin bahsi geçen amaçlara doğrudan katkıda bulunduğu belirtilecek; diğerinin ise, ancak bu işlev kapsamında anlamlı bir bütün oluşturduğu anlatılacaktır. Bunun yanında tarihsel gerçeklerin kurmacayla yoğrulduğu bu tür romanlarda, tarihsel verilerin roman yazarları tarafından daha dikkatli ve sorumluluk duygusu çerçevesinde ele alınması gerektiği konusu üzerinde durulacaktır., The aim of this study is to reveal that historical novels that represent the unity of history, society and literature are not only literary texts, but also can play an active role on adoption of some human values related to the individual and society. As a matter of fact, it can be seen that historical novels, one of the most concrete forms of fiction-real unity, are not independent of external reality. In this context, throughout the study, first of all, it will be briefly clarified the concept of socio-cultural memory and the relationship between this concept and the science of history. And then it will be talked about the factors that reveal historical novels and the effects of these factors on socio-cultural memory formation. Finally, it will be mentioned that the functional features of historical novels, which will be especially discussed under two main headings (reanimation and entertaining), can contribute at a certain level to the continuity of the concept of socio-cultural memory and to the creation of the consciousness of history-identity-belonging. On the other hand, it will be shown that the narrative elements (person, time, space, plot), forming the basis of fictional texts, play an active role in the realization of all these activities. Among the functional features of historical novels, it will be especially stated that the "reanimation" function contributes directly to the aforementioned purposes and the other functional feature “entertaining” has a meaning only within the scope of "reanimation" function. Besides, it will be emphasized that the data related to historical reality in such novels where historical facts become the material of fiction, should be handled more carefully and within a sense of responsibility by novelist.
- Published
- 2022
- Full Text
- View/download PDF
22. Bi̇li̇nç, haki̇kat ve di̇le dai̇r hermeneuti̇k yaklaşım
- Author
-
YILMAZ, ERDAL and YILMAZ E.
- Subjects
Hermeneutik ,Hakikat ,Bağlantılı-Benlik ,Bilinç ,Dil - Abstract
Bu çalışmada hermeneutik düşüncenin bilinç, hakikat ve dile dair yaklaşımını analiz etmekteyiz. Makalede, hermeneutik yaklaşımdan hareketle, bilincin bağlantısız fakat gerektiğinde bağlantı kuran bir yapı değil, her daim bir şeyin bilinci olduğu iddiasında bulunulmaktadır. Hakikatin, klasik mütekabiliyet teorisinin varsaydığı gerçeklik ve onun dilsel ifadesi arasındaki uyuşum olmadığı, mütekabiliyet teorisinin temel hakikatin bir katmanı olduğu, hakikatin aslında bir olay olduğu iddia edilmektedir. Dilin ise sadece iletişimi sağlayan nötr bir araç değil, bizatihi anlamı taşıyan, dolayısıyla hem bilinci hem de hakikat anlayışını belirleyen bir yapı olduğu ileri sürülmektedir.
- Published
- 2023
23. YAPAY ZEKÂ BAĞLAMINDA ETİK PROBLEMİ.
- Author
-
ÇELEBİ, Vedat and İNAL, Ahmet
- Abstract
Copyright of Journal of International Social Research is the property of Journal of International Social Research and its content may not be copied or emailed to multiple sites or posted to a listserv without the copyright holder's express written permission. However, users may print, download, or email articles for individual use. This abstract may be abridged. No warranty is given about the accuracy of the copy. Users should refer to the original published version of the material for the full abstract. (Copyright applies to all Abstracts.)
- Published
- 2019
- Full Text
- View/download PDF
24. On investigation of ideology in structure-consciousness perspective
- Author
-
Selahattin KIRAL
- Subjects
Yapı ,Bilinç ,İdeoloji ,Camera Obscura ,Yabancılaşma ,Structure ,Consciousness ,Ideology ,Alienation ,Social Sciences, Interdisciplinary ,Sosyal Bilimler, Disiplinler Arası - Abstract
Çalışma ideoloji kavramını incelemeye çalışacaktır, ideoloji kavramı incelenirken geniş çalışma alanını daraltmak maksadıyla ideolojiyi yapı-bilinç perspektifinden incelemeyi amaçlamaktadır. Yapı-bilinç perspektifinden inceleme Karl Marx’ın üç farklı ideoloji tanımı etrafında kurulmaya çalışılacaktır; bu tanımlar camera obscura, yansımalı bilinç ve yabancılaşma anlamlarında ideolojinin kullanılmasıdır. Kavramları kısaca açıklamak gerekirse: Camera obscura, tersine dönmeye işaret etmektedir. Yansımalı bilinç kavramı, üretim sürecine hâkim olan sınıfların zihinsel üretimi de gerçekleştireceklerini belirtmektedir. Yabancılaşma, insanların kendi yarattıkları toplumsal ilişkilere veya toplumsal koşullara boyun eğmeleri anlamındadır. Çalışma bu inceleme ile birlikte iki farklı işleyişin ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Bu işleyişlerden birincisi içsel olarak da adlandırılabilecek olan yapı alanına ait bir etki olarak gözükmektedir. İkincisi ise dışsal olarak adlandırılabilecek olan bilinç alanına ait bir etki olarak gözükmektedir. Çalışma camera obscuranın içsel işleyişe sahip olduğu ve yapı alanına ait bir etkide bulunduğunu, yansımalı bilincin dışsal işleyişe sahip olup bilinç alanında etkide bulunduğunu ve yabancılaşmanın da bu sürecin üzerini örttüğünü iddia etmektedir. Böylelikle Marx’ın yansımalı bilinç kavramının siyasi olarak kullanıldığını ileri sürülmektedir. Yansımalı bilincin siyasi olarak kullanıldığı ayrıca Gramsci’nin tahakküm ve rıza kavramı ve Althusser’in devletin ideolojik aygıtları ve devletin baskı aygıtları kavramlarıyla desteklenmektedir. Çalışma yanlışlanabilirlik yaklaşımı ile birlikte iddialarını eleştirmektedir. Çalışma camera obscuranın bilinç alanına ait bir işleyişi olması durumunda yanlışlanabilir olduğunu da göstermektedir., Study, while investigating the concept of ideology, the study aims to examine ideology from the perspective of structure-consciousness in order to narrow the wide field of study. The investigation from the perspective of structure-consciousness will be tried to establish in the framework of three different definitions from Karl Marx’s ideology definitions. Camera obscura is points to the inversion process. The concept of reflective consciousness means that those who dominate the production process also dominate the mental production process. The reflective consciousness is a political apparatus according to Marx's use. Moreover, both Althusser's repressive state apparatus concept and Gramsci's domination concept support this means. Alienation is people's submission to social relations or conditions that they themselves create. The study claims that two different processes in the investigation. First, it seems to be an effect belonging to the structure area, which can be called internal function. Second, it seems to be an effect belonging to the consciousness area, which can be called external function. The study claims camera obscura has an internal function and is effective in the structure area, and reflective consciousness has an external function and is effective in the consciousness area. Last, alienation is covering up these processes. The study will use the falsifiability approach to explain its claim. Thus on condition camera obscura is effective in the consciousness area, the study can be falsifiability.
- Published
- 2022
- Full Text
- View/download PDF
25. Üreticilerin Tarım İlacı Uygulamasındaki Bilgisi ve İlaçlamada Çevre Duyarlılığı: Tokat İli Merkez İlçe Örneği
- Author
-
YÜZBAŞIOĞLU, Rüveyda and TOPKAYA, Şerife
- Subjects
Ziraat ,Bilinç ,Çevre ,Kullanım ,Pestisit ,Tokat ,Consciousness ,Environment ,Use ,Pesticide ,Agriculture - Abstract
One of the necessary measures to protect the productivity of agricultural products is to use plant protection products. For this purpose, 95 plant producers selected randomly from the villages of the central district of Tokat province were interviewed. It has been observed that the producers are in the working population and do not receive training other than compulsory education. It has been determined that manufacturers are affected by pesticide use in drug dealers. It can be said that they do not take any protective measures during agricultural spraying. It has been observed that the producers, who think that the use of pesticides is not harmful to the product, spend very high prices financially. It has been observed that they are not aware of the harm they cause to the environment in the disposal of the pesticides they use. As a result, it can be said that manufacturers have very little knowledge on pesticide use and after use. As a suggestion, the pesticide application and post-application information seminars of the relevant institutions and organizations will carry out conscious practices., Tarımsal ürünlerin verimliliğini korumak için gerekli tedbirlerden biri de bitki koruma ürünlerini kullanmaktan geçmektedir. Bu çalışmada, Tokat ili merkez ilçeye bağlı köylerden tesadüfen seçilen 95 bitkisel üreticiyle görüşülmüştür. Görüşmeler sonucunda, üreticilerin çalışabilir nüfus içerisinde olup zorunlu eğitimin dışında eğitim almadığı gözlenmiştir. Üreticilerin pestisit kullanımında ilaç bayilerinden etkilendiği belirlenmiştir. Tarımsal ilaçlama sırasında kendilerini koruyucu bir tedbir almadıkları söylenebilir. Pestisit kullanımın ürüne zararı olmadığı görüşünde olan üreticiler maddi olarak çok yüksek fiyatlar harcadığı gözlenmiştir. Kullandıkları pestisit ilaçlarının atıklarının imhasında çevreye verdikleri zarardan haberdar olmadıkları gözlenmiştir. Sonuç olarak üreticilerin pestisit kullanımında ve kullanım sonrasında bilgilerinin çok az olduğu söylenebilir. Öneri olarak ilgili kurum kuruluşların pestisit uygulaması ve uygulama sonrası bilgilendirme seminerleri düzenlemesi bilinçli uygulamalar gerçekleştirecektir.
- Published
- 2022
26. GERÇEK SANALLIĞIN SİMÜLASYONUNDAN BİLİNÇ KAVRAMINA BAKIŞ: 'UPLOAD' DİZİSİ
- Author
-
BASMACI, Pınar
- Subjects
Communication ,İletişim ,Sanal Gerçeklik ,Gerçek Sanallık ,Simülasyon ,Bilinç ,Virtual Reality ,Real Virtuality ,Simulation ,Consciousness - Abstract
Unlike virtual reality, which is a three-dimensional world where reality is reproduced, in Castells' real virtuality, the difference between real and simulated reality has disappeared. In this world where everything is symbolic, the virtuality of the representative environment has replaced the real. In other words, the imitation replaces the real, which is also simulation. For the simulation based on the representation of reality, Baudrillard says that the world is a simulation and the boundaries of truth and simulation are blurred. In this environment where reality and its representations are mixed, consciousness stands as an important concept. Consciousness, which is the state of being aware of the mind, is independent of the body and can exist even in the absence of the body. In this context, the subject of this study, in which the Upload series is discussed, is the concept of consciousness in the context of real virtuality and simulation. The problem of the study is whether the world in the series corresponds to the concept of virtual reality or real virtuality and how consciousness is positioned in the simulation world. The study aims to reveal whether the consciousness has lost its meaning and whether the consciousness is free from the body in this world where reality has lost its meaning and virtuality is dominant. In the study, in which the discourse analysis method was used, all parts of the series were examined. In the study, it has been concluded that the world revealed in the series corresponds to real virtuality, not virtual reality and that although everything is a simulation, consciousness can be real, the consciousness that can exist forever cannot be simulated, and that it can preserve its existence even in all virtuality., Üç boyutlu ve gerçeğin yeniden üretildiği bir dünya olan sanal gerçeklikten farklı olarak Castells’in gerçek sanallığında, gerçek ile temsili gerçek arasındaki fark ortadan kalkmıştır. Her şeyin sembolik olduğu bu dünyada, temsili ortamın sanallığı gerçeğin yerini almıştır. Başka bir deyişle ise taklit olan, gerçek olanın yerine geçmiştir ki bu da aynı zamanda simülasyondur. Gerçeğin temsiline dayanan simülasyon için Baudrillard, dünyanın bir simülasyon olduğunu ve hakikat ile simülasyonun sınırlarının belirsizleştiğini söylemektedir. Gerçek ve temsillerinin birbirine karıştığı bu ortamda, bilinç ise önemli bir kavram olarak durmaktadır. Zihnin farkında olma durumu olan bilinç, bedenden bağımsızdır ve bedenin yokluğunda dahi var olabilmektedir. Bu bağlamda Upload dizinin ele alındığı bu çalışmanın konusunu, gerçek sanallık ve simülasyon bağlamında bilinç kavramı oluşturmaktadır. Çalışmanın problemi, dizideki dünyanın sanal gerçeklik mi yoksa gerçek sanallık kavramına mı karşılık geldiği ve söz konusu simülasyon dünyasında bilincin nasıl konumlandırıldığıdır. Gerçeğin anlamını yitirdiği ve sanallığın hâkim olduğu bu dünyada, bilincin anlamını yitirip yitirmediğini ve bilincin bedenden özgür olup olmadığını ortaya koymak ise çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Söylem analizi yönteminin kullanıldığı çalışmada, dizinin tüm bölümleri incelenmiştir. Çalışmada, dizide ortaya konan dünyanın sanal gerçekliğe değil, gerçek sanallığa karşılık geldiği ve her şey bir simülasyondan ibaret olsa da bilincin gerçek olabileceği, ebediyen var olabilmesi mümkün olan bilincin simülasyonunun olamayacağı ve tüm sanallığın içerisinde dahi varlığına koruyabileceği sonucuna varılmıştır.
- Published
- 2022
27. Does Existence Precede Essence? Existentialism And Avicenna
- Author
-
Eyüp ŞAHİN
- Subjects
Zorunlu Varlık ,Varlık ,Mâhiyet ,İrade ,Sorumluluk ,Oluş ,Bilinç ,Uçan Adam ,Literature (General) ,PN1-6790 ,History (General) ,D1-2009 - Abstract
Existentialism is one of the important matters of philosophy as a current in the centre of discussion as to whether existence precedes essence or essence precedes existence. In order to remove the obstacles in front of human freedom, Sartre argues that existence precedes essence. If existence precedes essence, man himself, will create his essence, and thus will be responsible for his actions. In this way of thinking, there is no necessity for the existence of God. According to Avicenna, the source of essence (māhiyya) is God himself as a necessary being. Therefore, man is not the source of his own existence, thus it is impossible to argue a concept of unlimited freedom. According to him, the physical and psychological necessity of universe is a result of metaphysical necessity, since God is the necessary being. In this article, the questions whether ‘the I’ of man can be regarded, according to Avicenna, as a starting point and whether one can doubt about the nature of existence, its perception, its knowledge, about it are sought to answer. Besides, the possibility of making a connection between ‘existentialism’ that has been identified in philosophy with Sartre, which focuses on such concepts as ‘existence,’ ‘essence’ and ‘will’ and Avicenna, on basis of the fact that how Avicenna explained and grounded these terms much earlier than existentialism. Is it possible to make a comparison between ‘the conscience’ of existentialism and ‘flying man’ of Avicenna? It is also aimed in this article to make an assessment if there are distinctive and parallel points in the relationship established by Avicenna between existence and essence and the views put by Descartes and philosophers after him.
- Published
- 2017
28. The mistakes of the biological naturalist approach to the artificial mind
- Author
-
TÜMKAYA, Serdal and Tümkaya, Serdal
- Subjects
Bilgi-işleme ,Consciousness ,Bilgi-İşleme ,İndirgemecilik ,Intentional causation ,Information-Processing ,Biological naturalism ,Biyolojik doğalcılık ,Bilim Felsefesi ve Tarihi ,bilinç ,biyolojik doğalcılık ,indirgemecilik ,Church-Türing tezi ,Nedensel açıklama ,Yönelimsel nedensellik ,Bilgi işleme ,Causal explanation ,History and Philosophy of Science ,Intentional Causation ,Nedensel Açıklama ,consciousness ,biological naturalism ,reductionism ,Church-Turing thesis ,intentional causation ,information-processing ,Bilinç ,Reductionism ,Biyolojik Doğalcılık ,Church–turing tezi ,Biological Naturalism ,Church-Turing Thesis ,Yönelimsel Nedensellik ,Causal Explanation ,Church-turing thesis ,Flaneur ,Church–Turing Tezi ,Information-processing - Abstract
John Searle tarafından öne sürülen Biyolojik Doğalcı kuramın bir tarafı Church–Turing tezinden güç alan von Neumann mimarili dijital bilgisayarların neleri asla başaramayacağı üzerine iken diğer bir yanı zihin felsefesinde ikicilik olarak bilinen görüşlere karşı bilincin her yönüyle bilimsel, nesnel, üçüncü-şahıs bakış açısından araştırılabileceğini iddia etmektedir. Hem bilincin doğal dünyanın, öznel, asla indirgenemez, niteliksel ama biyolojik bir parçası olduğunu, hem de zihnin seri işlemcili, von Neumann mimarili dijital bilgisayarla taklit edilmesinin mümkün olduğunu kabul eden Searle, diğer yandan, güçlü yapay zekâ doktrininin temel hedefinin halen imkânsız olduğunu düşünmektedir. İçerik yüklü zihin, sentakstan ibaret programdan daha fazlasıdır. Bu kuramın tüm radikal sonuçlarının üstünde yükseldiği tek temel, sentakstan semantiğin çıkamayacağının, Searle tarafından, kavramsal bir doğru olarak kuvvetle benimsenmesidir. Tüm sorun, gelip kendisinin özdeşlik, indirgeme, eleyicilik, simülasyon, kavramsal doğruluk ve nedensellik terimlerini alışılmadık şekillerde kullanmasına dayanmaktadır., One side of the Biological Naturalist approach put forward by John Searle is about what the digital computer with von Neumann architecture, powered by the Church–Turing thesis, will never achieve, while the other side claims that consciousness can be investigated from a scientific, objective, third-person perspective, against the views known as dualism in the philosophy of mind. As consciousness is a subjective, irreducible, qualitative but biological part of the natural world, it is possible to simulate the mind with a von Neumann digital computer with a serial processor. On the other hand, he thinks that the primary goal of the strong artificial intelligence doctrine is still impossible. The concrete mind with intentional content is more than an abstract program with mere symbols. The only basis on which all his radical conclusions rise is Searle’s wholehearted adoption of the assumption that semantics cannot emerge from syntax as a conceptual truth. The whole problem comes down to his unconventional use of the term’s identity, reduction, elimination, simulation, conceptual truth, and causality.
- Published
- 2022
29. Müzikte Zaman Bilincine Giriş
- Author
-
Hasan Hüseyin ALBAYRAK
- Subjects
Social ,Husserl ,Fenomenoloji ,Müzik ,Zaman ,Bilinç ,Sosyal - Abstract
Zaman bilinci üzerine olan bu çalışmada müzik zamanına fenomenolojik bir biçimde bakılacaktır. Araştırma konusu şimdiyi ne olarak nitelendirdiğimizdir. Objektif zaman ve müzik zamanı derken farklı şeylere işaret etmekteyiz. Husserl fenomenolojisinde dünya bilinçte kurulur. Peki, Husserl’e göre müzikal tecrübe ve zaman algısı bilinçte nasıl kurulmaktadır. Müzik doğası gereği zamansaldır. Melodiyi duymamız, işitmemiz ise algılamadır. Sesler başlar ve biter fakat melodinin algısı sesin algısından farklıdır, melodi süre birliğine sahiptir. Müziğin tecrübesinde zamansallık içkindir. Fakat bu zamansallık saat zamanından farklı olarak bir zamansızlık hissidir. Bu zamansızlık hissi de bize sınırsızlığı tecrübe ettirmektedir.
- Published
- 2022
30. Subliminal Uyarıcıların Nöropsikolojisi
- Author
-
DOĞAN, Nursen, HATİPOĞLU, Ayfer, KESKİNER, Muratcan, and TARLACI, Sultan
- Subjects
Psychology, Multidisciplinary ,Psikoloji, Ortak Disiplinler ,Subliminal Stimulus ,Conscious ,Unconsscious ,İmplicit Memory ,Neuroscience ,Subliminal Uyarıcı ,Bilinç ,Bilinç Dışı ,Örtük Bellek ,Nörobilim - Abstract
The term “subliminal”, which is of Latin origin, means below the threshold. Conscious is considered as one’s realm of awareness and the word “subliminal” is used to express the states beyond the limits of conscious and of consciousness. A subliminal message is defined as the messages that are conveyed through threshold stimuli which cannot be consciously perceived and processed. The effect of subliminal stimuli on human behavior, mood and attitude has been discussed in the science world for years. It, however, has been proved that it creates a preparatory effect even if it does not directly affect with today’s developing technology, neuro-imaging devices, and experimental studies conducted in Turkey and abroad. Besides, the questions like “how much it is processed by the brain”, “to what extent it affects the individuals and how perminant it is” and “to what extent it determines one’s political and consumption preferences” have now become the questions to be answered. In the study entitled “Neuropsychology of Subliminal Stimuli”, it has been aimed to handle the effects of subliminal stimuli on human behavior, mood and decision mechanism and neural processes with sample studies. Based on the studies carried out, it has been pointed out that subliminal stimuli activate the neural mechanism especially related to mood, perception, and decision making regions of the brain, and in doing so, even if they do not have a direct effect, they are effective in directing the subsequent emotional and behavioral tendencies. It has been determined that unconscious subliminal stimuli on the conscios level, indirectly, have a preparatory effect by creating a potential repertoire on emotional reactions and mood. It has even been stated in many studies that this effect can direct decision making and choice making behaviors and it, thus, can create a tendency for the individuals towards the defined target including consumption habits and political preferences., Latince kökenli olan subliminal kavramı “eşik altında” anlamına gelmektedir. Bilinç, insanın farkındalık alanı olarak kabul edilmekte ve subliminal kelimesi bilinçliliğin ötesinde, bilincin sınırları dışındaki durumları ifade etmek için kullanılmaktadır. Subliminal mesaj, bilinçli olarak algılanamayacak ve işlenemeyecek düzeydeki eşikaltı uyarıcılar yoluyla iletilen mesajlar olarak tanımlanmaktadır. Subliminal uyarıcıların insan davranış, duygu ve tutumlarına etkisi bilim dünyasında uzun yıllar tartışılmıştır. Ancak günümüzde gelişen teknoloji, nörogörüntüleme araçları, yurt içi ve yurt dışında yapılan deneysel çalışmalar ile doğrudan etkilemese bile hazırlayıcı bir etki oluşturduğu kanıtlanmıştır. Bununla birlikte beyin tarafından ne kadar işlendiği ve bireylere etkisinin ne yönde ve ne kadar kalıcılıkta olduğu, bir kişinin siyasi tercih ya da tüketim tercihlerini ne derede belirleyebileceği soruları artık cevabı aranan diğer sorular haline gelmiştir. “Subliminal Uyarıcıların Nöropsikolojisi” başlıklı çalışmada subliminal uyarıcıların insanın davranış, duygudurum ve karar mekanizması üzerindeki etkileri, nöral süreçleri örnek araştırmalar eşliğinde ele almak amaçlanmıştır. Gerçekleştirilen çalışmalardan hareketle subliminal mesajların özellikle beynin duygu, algı, karar verme bölgeleri ile ilgili nöral mekanizmaları aktive ettiği, bu yollarla da doğrudan etkilemese bile sonraki duygusal ve davranışsal eğilimlere yön vermede etkili olduğu vurgulanmıştır. Bilinç düzeyinde farkında olunmayan subliminal uyaranların, duygusal tepkiler ve duygu-durum üzerinde potansiyel bir repertuvar oluşturarak dolaylı yoldan hazırlayıcı bir etkisi olduğu tespit edilmiştir. Hatta bu etkinin karar verme, seçim yapma davranışlarını da yönlendirebileceği, böylece tüketim alışkanlıkları ve siyasi tercihler de dâhil olmak üzere birçok alanda bireylerde belirlenmiş hedef doğrultusunda eğilim oluşturabileceği çoğu çalışmada vurgulanmıştır.
- Published
- 2022
31. 'Moral Awareness' as an Adequate Idea in Spinoza’s Ethics: Conscious or Conscience?
- Author
-
ENES DAĞ
- Subjects
Religion ,Philosophy ,Din Bilimi ,Religious studies ,Moral Philosophy ,Philosophy of Mind ,Spinoza ,Consciousness ,Conscience ,Awareness ,Moral Consciousness ,Good-Evil ,Joy-Sadness ,Ahlak Felsefesi ,Zihin Felsefesi ,Bilinç ,Vicdan ,Farkındalık ,Ahlaki Bilinç ,İyi-Kötü ,Sevinç-Keder ,Social Sciences (miscellaneous) - Abstract
Spinoza, conscientia ve conscius kavramları arasında anlamsal herhangi bir ayırım yapmayıp birini diğerinin yerine kullanmıştır. Ancak geleneksel felsefede conscientia kavramı “ahlaki duyarlılık” ya da “farkındalık” anlamına gelen bir “iç ses” ya da “vicdan” olarak kullanılmakta ve hem rasyonel hem de irrasyonel süreçleri ifade etmektedir. Diğer yandan aynı felsefi gelenekte conscius kavramı ise “bilinç” anlamında kullanılmakta ve rasyonel süreçlere dayalı zihinsel ya da psikolojik bir düşünümsel faaliyeti ifade etmektedir. Bu çalışma, öncelikle Spinoza’nın iki kavramı aynı anlamda kullanmasından hareketle “ahlaki duyarlılık”ın da zihinsel bir eylem olan refleksif düşünce neticesinde oluştuğunu iddia etmektedir. Çalışmada bilincin fikirler arası ilişkiye dayanan düşünümsel bir faaliyet olarak anlaşıldığı yerde, “ahlaki farkındalık”ın zihinde fikirler arası ilişki neticesinde yeni bir fikir olarak meydana geldiği savunulmaktadır. İkinci olarak çalışmada Spinoza’nın bir “vicdan teorisi”nden ziyade, söz konusu farkındalıktan hareketle bir tür “ahlaki bilinç” teorisi geliştirdiği tespit edilmektedir. Bu iddia ve tespitlerin ana odağını ise Spinoza etiğinin temel kavramları olan “iyi” ve “kötü”nün zihinde birer duygu olarak meydana gelen “sevinç” ve “keder” fikrinden doğması oluşturmaktadır. Burada “sevinç” veya “keder” bedenin etkilenişleri neticesinde zihinde meydana gelen “birincil fikirler”; “iyi” veya “kötü” ise zihnin bu birincil fikirler üzerine tefekkürü neticesinde oluşturduğu “ikincil fikirler” olarak ele alınmaktadır. Makalede “ahlaki bilinç” teorisi, bu tarz ikincil fikirler olan “fikrin fikri”ne dayandırılarak oluşturulmaktadır., As in classical Latin philosophical and theological texts, Spinoza did not make any semantic distinction between the concepts of conscientia and conscius, and used one interchangeably. But the concept of conscientia is used as an “inner voice” or “conscience” meaning “moral sensitivity” or “moral awareness” and expresses both rational and irrational processes in traditioanl philosophy. On the other hand, the concept of conscius is used in the sense of “consciousness” and expresses a mental or psychological reflexive activity based on rational processes in the same tradition. Based on Spinoza's use of the two concepts in the same sense, this study claims that “moral sensitivity” is formed as a result of reflexive thinking, which is a mental action. Where consciousness is understood as a reflexive activity based on the relationship between ideas, it is argued that “moral awareness” occurs in the mind as an idea formed as a result of the relationship between ideas. In the study, it is determined that Spinoza developed a kind of “moral consciousness” theory based on the awareness in question, rather than a “conscience theory”. The main focus of the study is that the idea of “good” and “evil”, which are the basic concepts in Spinoza’s ethics, arise from the idea of “joy” and “sadness” that occur as emotions in the mind. Here, “joy” or “sadness” is considered as the primary ideas that occur in the mind as a result of the affection of the body, and “good” or “bad” as secondary ideas formed by the mind as a result of contemplation on these primary ideas. In the article, the theory of “moral consciousness” is based on the “ideas of ideas”, which are the secondary ideas in question.Keywords: Consciousness, Conscience, Awareness, Moral Consciousness, Good-Evil, Joy-Sadness.
- Published
- 2022
32. Solidarity as the Basis of Existence in the Face of Epidemics
- Author
-
Ceyhun Akın Cengiz
- Subjects
Ethics ,Consciousness ,Epidemic ,Etik ,Existence ,Dayanışma ,Salgın ,Solidarity ,Varoluş ,Philosophy ,Felsefe ,Salgın,Dayanışma,Bilinç,Varoluş ,Bilinç ,Epidemic,Solidarity,Consciousness,Existence - Abstract
When challenging times or situations are encountered, man reviews his existence and being, and becomes conscious of himself and his experiences. The role of consciousness in making sense of existence comes to the fore in this context. Those who exist in the eternity of existence want to realize themselves in an unlimite and infinite way. On the other hand, life has tended to express itself in an infinite variety. While every being tries to realize itself in an unlimited / infinite way, it encounters the will of someone else, and this causes a conflict. In this conflict, beings are broken and hurt. Consciousness finds a living space in fragility. It also becomes clear that life's infinite variety requires a fragile, delicate process of revival. From this point of view, it is seen that there is solidarity as much as conflict in the essence of existence. Sustaining life is a matter of being together, acting together and compromising. Deficiencies and problems can be overcome with solidarity. As a being of value and consciousness human beings with solidarity will be able to overcome disaster problems such as epidemics. This study will examine the role of solidarity as a means of dealing with epidemics. With solidarity, it will be mentioned that the attitude of people towards instrumentalizing everything other than themselves can be prevented and the importance of solidarity as the basis of the stance against the indifference of the indifference of the desire to exist., Zorlu dönem ya da durumlar karşılaştığında insan, varlığı ve varoluşunu gözden geçirir, yaşadıklarının ve kendisinin bilincine varır. Bilincin varoluşun anlamlandırılmasında rolü bu bağlamda ön plana çıkar. Varoluşun sonsuzluğu içinde varolanlar kendilerini sınırsız ve sonsuz bir şekilde gerçekleştirmek isterler. Diğer yandan hayat kendisini sonsuz çeşitlilikte ifade etmeye de yönelmiştir. Her var olan kendisini sınırsız/sonsuz şekilde gerçekleştirmeye çalışırken başkasının iradesiyle karşılaşır ve bu da bir çatışmaya neden olur. Bu çatışmada varlıklar kırılır, incinir. Kırılganlıkta bilinç kendisine yaşam alanı bulur. Aynı zamanda hayatın sonsuz çeşitliliğin kırılgan, narin bir canlanma sürecine ihtiyaç duyduğu da açıkça ortaya çıkar. Buradan hareketle varlığın özünde çatışma kadar dayanışmanın da olduğu görülür. Hayatın sürdürülmesi bir arada olmakla, birlikte eylemde bulunmakla ve uzlaşmakta söz konusu olur. Dayanışma ile eksikliklerin ve sorunların üstesinden gelinebilir. Bir değer ve bilinç varlığı olarak insan, dayanışma ile salgın gibi felaketlerin sorunların üstesinden gelebilecektir. Bu çalışmada salgın hastalıklarla baş etmenin yolu olarak dayanışmanın rolü incelenecektir. Dayanışma ile insanların kendisinden başka olan her şeyi araçsallaştırmaya yönelik tavrının önüne geçilmesinin ve varolma isteğinin kayıtsızlığının araçsallaştırıcı tavrına karşı duruşun dayanağı olarak dayanışmanın önemine değinilecektir.
- Published
- 2021
- Full Text
- View/download PDF
33. The problem of the definition of physical in philosophy of mind
- Author
-
Tufan Kıymaz
- Subjects
İkicilik ,Consciousness ,Physics ,media_common.quotation_subject ,Physical,Physicalism,Physics,Dualism,Consciousness ,Physicalism ,Fizik ,Fiziksel,Fizikselcilik,Fizik,İkicilik,Bilinç ,Fizikselcilik ,Epistemology ,Fiziksel ,Philosophy ,Felsefe ,Dualism ,Bilinç ,Physical ,media_common - Abstract
Zihin-beden sorununun birçok felsefeci tarafından zihinselle fizikselin ontolojik ilişkisini açıklığa kavuşturma sorunu olarak ele alınması, günümüz zihin felsefesi tartışmaları için “fiziksel” teriminin tanımlanması ihtiyacını doğuruyor. Fakat, zihnin fizikselliğini sorgulanma motivasyonun altında zihnin doğasına ve doğadaki yerine dair farklı sorular yatabiliyor ve bu soruları “fiziksel” terimini kullanarak sormak istediğimizde, birbiriyle uyuşmayan, bazen de kendi içinde kabul edilebilir olmayan, farklı fiziksellik tanımlamalarını kullanmamız gerekiyor. Bu çalışmada, zihin felsefesi tartışmalarında en çok kullanılan dört fiziksellik tanımlamasını inceleyerek bu tanımlamalardaki sorunları ortaya koyuyor ve sonuç olarak, günümüz zihin felsefesinde “fiziksel” terimi diyaloğu ve anlaşmayı zorlaştıran bir rol oynamaya başladığından, zihin-beden sorunu bağlamında bu terimi kullanmaktan kaçınmanın daha yararlı olacağı görüşünü savunuyorum., Since, in contemporary philosophy of mind, the mind-body problem is generally understood as the problem of explaining the ontological relation between the mental and the physical, defining “physical” presents itself as an important issue. However, the question of the physicality of the mental can stem from several distinct underlying questions and if we want to phrase those underlying questions by using the term “physical”, we are left with incompatible and, to different extents, implausible conceptualizations of the physical. In this paper, I investigate four of the most influential conceptualizations of the physical in the contemporary philosophy of mind, and I conclude that the term “physical” is best left out from the debate on the mind-body problem.
- Published
- 2021
- Full Text
- View/download PDF
34. Hegel Ve Schopenhauer’de yaşam ve ölüm ilişkisi
- Author
-
Cerit Helva, İmren and Akgün, Mehmet
- Subjects
Death ,Will ,Ölüm Korkusu ,Life ,Consciousness ,Ölüm ,İsteme ,Bilinç ,Fear of Death ,Yaşam - Abstract
Bu çalışma, 19. Yüzyıl filozofları Hegel ve Schopenhauer’in yaşam ile ölüm ilişkisine dair olarak yürüttükleri tartışmaları, bilincin deneyimi ve isteme kavramları çerçevesinde incelemeyi amaçlamaktadır. Tezin birinci bölümünde, diyalektik süreç içeresinde bilincin ölümle karşılaşma deneyimlerini ortaya konularak, yaşamdaki bütünselliği inşa etmenin olanağı Geist’ın Fenomenolojisi bağlamında incelenmiştir. Tezin ikinci bölümünde, yaşam ile ölüm arasındaki ilişkinin oluşturduğu içsel gerilim Schopenhauer’in isteme kavramı çerçevesinde ele alınmıştır. Yaşam ile ölüm arasındaki ilişkide yaşama bağlılık ve yaşama olan bu bağlılığın bir sonucu olarak karşımıza çıkan ölüm korkusunun sahip olduğu konum ya da durum insanın inkâr edilemez bir gerçekliğidir. Bu bağlamda tezin üçüncü bölümünde bu korkunun insan doğasına ait bir niteliğe sahip olduğuna ilişkin bu gerçeklik, Hegel ve Schopenhauer’un düşüncelerinden hareketle tartışılmıştır. Sonuç olarak bu çalışmada, yaşam ve ölüm ilişkisinde yaşama bağlılık ve yaşama olan bu bağlılığın insanda oluşturduğu içsel gerilim olarak ölüm korkusu arasındaki ilişkisellik ortaya çıkartılmaktadır. Burada kurulmaya çalışılan ilişkisellikle, ölüm korkusunun yaşam üzerinde ne kadar güçlü ve belirleyici olduğunun ortaya koyulabileceği iddia edilmektedir. This study aims to examine the debates of the 19th century philosophers Hegel and Schopenhauer on the relationship between life and death within the framework of the experience of consciousness and the concepts of will. In the first part of the thesis, the possibility of constructing holism in life is examined in the context of Geist's Phenomenology by revealing the experiences of consciousness encountering death in the dialectical process. In the second part of the thesis, the internal tension created by the relationship between life and death is discussed within the framework of Schopenhauer's concept of will. Attachment to life in the relationship between life and death, and the position or situation of the fear of death that emerges as a result of this commitment to life is an undeniable reality of human beings. In this context, in the third part of the thesis, this reality that this fear has a quality of human nature is discussed based on the thoughts of Hegel and Schopenhauer. As a result, in this study, the relationality between the commitment to life in the relationship of life and death and the fear of death as the internal tension created by this commitment to life is revealed. It is claimed that with the relationality that is tried to be established here, it can be revealed how strong and decisive the fear of death is on life.
- Published
- 2022
35. SARTRE’DA HİÇLİK
- Author
-
Fahrettin TAŞKIN
- Subjects
Social ,Geography, Planning and Development ,Management, Monitoring, Policy and Law ,Sosyal ,Sartre ,Hiçlik ,Bilinç ,Varlık ,Boşluk - Abstract
Sartre, hiçliğin mevcudiyetini, bilincin salt boşluk olduğu savıyla ortaya koyar. İnsan hiçlikle kendi özünden ayrılmıştır. Hiçliğe bilinç aracılığıyla ödünç alınmış bir varlık bahşedilmiştir. Bilincin varlığı da gerçekte (kendinde) varlıktan ödünç alınmıştır. Bütün bunlar bilincin, tözsel olmayan bir mutlaklığı ifade ettiğini ve onda egonun dahi barınamayacağını gösterir. Sartre tarafından bilincin ve hiçliğin bu derin ilişkisi, insanın özgürlüğü, endişesi ve özü aracılığıyla ortaya konulmaya çalışılmıştır. Biz de bu çalışmada Sartre’da hiçliğin ne anlama geldiğini bu kavramlar aracılığıyla soruşturduk ve özellikle Sonuç kısmında, bazı soruların ışığında hiçlik ve bilinç ilişkisinin çıkmazlarını tartışmaya gayret ettik. Bilincin salt boşluk olduğu veya insanın özgürlüğünün kesin olduğu konusundaki yargılar, şüpheyle karşılanması gereken yargılardır. Bilincin salt boşluk olması ile onun özgürlüğün ve endişenin bilinci olması arasında çelişkiler vardır. Boş olan veya hiç olan nasıl endişenin ve özgürlüğün bilinci olabilir? Hiçlik, bilincin boşluğu veya insanın özgür olduğu savı üzerinden temellendirilmek zorunda değildir.
- Published
- 2022
36. DANIEL DENNETT’IN ZİHİN FELSEFESİNDE GÜÇLÜ YAPAY ZEKANIN OLASILIĞI
- Author
-
Çağıl, Ayşe, Kalaycı, Nazile, and Felsefe
- Subjects
Felsefe (Genel) ,dennett ,bilinç ,yapay zeka - Abstract
In this thesis, possibility of strong artificial intelligence is investigated in the domain of recent mind models. Since Dennett’s model of consciousness have common insights with artificial intelligent systems, Dennett’s model of concsiousness is reviewed and possibility of strong artificial intelligence according to Dennett’s model of consciousness is explored. Bu çalışmada güçlü yapay zekanın olanaklılığı, güncel zihin modellerinin ön görüleri açısından incelenmiştir. Yapay zeka sistemleriyle ortak noktalarının olmasından dolayı, Dennett’ın zihin modeli baz alınarak, bu modelin yapısı ve bilince yaklaşımı incelenmiş, modelin güçlü yapay zekanın olanaklığını ne ölçüde desteklediği araştırılmıştır.
- Published
- 2022
37. Evaluation of periodontal, behavioural and systemic conditions of patiens with gingivitis and mild-moderate periodontitis
- Author
-
Nazlı Gül Kınoğlu, Burcu Karaduman, Seyithan Özmen, Mustafa Yılmaz, and Diş Hekimliği Fakültesi
- Subjects
Periodontitis ,business.industry ,Smoking ,Dentistry ,Awareness ,medicine.disease ,Gingivitis ,Systemic Disease ,Sistemik Hastalık ,Bilinç ,medicine ,Sigara ,medicine.symptom ,business - Abstract
Amaç: Çalışmamızda gingivitis ile hafif ve orta şiddetli kronik periodontitis vakalarının periodontal ve sistemik durumları ile ağız-diş sağlığı bilinç düzeylerinin ölçülmesi hedeflenmiştir. Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif kesitsel araştırmada Eylül 2017 – Ağustos 2018 tarihleri arasında Biruni Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Periodontoloji Anabilim Dalı Kliniği’ne başvuran ve öğrenci kliniğinde tedavi edilmiş olan bireylerin kayıtları değerlendirilmiştir. Bu kayıtlardaki detaylı sistemik anamnezleri, ağız-diş sağlığı farkındalığına ilişkin yanıtları ve radyografik ve klinik parametreleri değerlendirilerek NCSS programıyla istatistiksel ölçümler yapılmıştır. Bulgular: 685 kadın ve 433 erkek olmak üzere toplam 1118 kişinin kayıtları değerlendirilmiştir. Periodontal hastalıklara göre yaş, cinsiyet, sistemik hastalık, kardiyovasküler hastalık, diyabet, ağız-diş sağlığı bilinç düzeyi anlamlı farklılık göstermekteyken, sigara kullanımı, sindirim sistemi hastalıkları, romatolojik hastalıklar ve psikiyatrik bozukluklar açısından anlamlı bir farklılık saptanmamıştır. Sonuç: Bireylerin periodontal tabloları ile davranışsal ve sistemik durumları arasında hastalığın şiddeti ve süresiyle bağlantılı bir ilişki vardır., Aim: The aim of our study is to evaluate the periodontal and systemic conditions and oral health awareness of cases with gingivitis and mild or moderate chronic periodontitis. Materials and Methods: In this retrospective cross-sectional study, the records of individuals who applied to the Department of Periodontology of Biruni University Faculty of Dentistry between September 2017 and August 2018 were evaluated. In these records, the patients’ detailed medical history, their responses to questions about oral health awareness and their radiographic and clinical parameters were evaluated. The statistical measurements were made with the NCSS program. Results: The records of 1118 people, 685 women and 433 men, were evaluated. While age, sex, systemic condition, cardiovascular disease, diabetes and oral health awareness level differed significantly according to periodontal condition no significant difference was found in terms of smoking, digestive system disorders, rheumatologic diseases and psychiatric disorders. Conclusion: There is a relationship between the periodontal condition of individuals and their behavioral and systemic conditions related to the severity and to the duration of the disease.
- Published
- 2020
- Full Text
- View/download PDF
38. Nörobilim ve ceza yargılamasındaki yeri
- Author
-
Gümüşhan, Merve, Çakır, Kerim, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Hukuku Anabilim Dalı, and Sağlık Hukuku Bilim Dalı
- Subjects
Behaviour ,Nörogörüntüleme ,Neurolaw ,Consciousness ,Criminal proceeding ,Criminal Law ,Ceza Yargılaması ,Bilinç ,Nörohukuk ,Neuroimaging ,Davranış. Neuroscience ,Nörobilim ,Ceza Hukuku - Abstract
ÖZ(NÖROBİLİM VE CEZA YARGILAMASINDAKİ YERİ)Nörobilim; nöronların yapısını, sinir sistemini, insanların bilişsel faaliyetlerini, davranışlarının ardındaki nedenleri ve bu davranışların nasıl gerçekleştirildiğini incelemektedir. Ceza hukuku; emir ve yasaklardan oluşan insan davranışlarını ele almaktadır. Nörobilimin ceza hukukunda kullanılması hem davranışların daha iyi anlaşılmasını hem de ceza ve ceza muhakemesi hukukuna farklı bir pencereden bakılmasını sağlayacaktır. Suç; kanunlarda belirtilen tipe uygun hukuka aykırı hareketin gerçekleşmesi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Suçun işlenmemesi, beynin elektriksel ve kimyasal olarak normal şekilde çalışmasına, karar verme mekanizmalarının işleyişine ve iradenin varlığında doğru yönde seçim yapılabilmesine bağlıdır. Bu bağlantı, ceza hukukunun nörobilimle birlikte ele alınabileceğinin göstergesidir. Bir suçun tekrar işlenmesinin önlenmesi topluma verilecek zararın azaltılmasında önemli bir etkendir. Bunun için suç teşkil eden davranışın ardındaki nedenlerin çözülüp uygun rehabilitasyon sürecinin başlatılması, bu davranışın açıklanabilmesiyle ve neden yapıldığının bilinebilmesiyle mümkündür. Bu amacın gerçekleşmesi için nörobilim, ceza ve ceza muhakemesi hukukunda kullanılabilir. Ceza hukukunda nörobilimin yeri, kusur ve kusurluluğu etkileyen hallerden yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, alkol ve uyuşturucu maddelerin etkisinin, ceza muhakemesi hukukunda ise delillerin incelenmesiyle gösterilmektedir. ABSTRACT(NEUROSCIENCE AND ITS PLACE IN CRIMINAL PROCEEDING)Neuroscience; it studies the structure of neurons, nervous system, the cognitive activities of people reasons behind their behavior and how these acts are carried out. Criminal law; deals with human behavior consisting orders and prohibitions. The use of the utilize of neuroscience in criminal law will provide better understanding of human behavior and a different perspective on criminal procedure law. Crime; It arises as a result of the realization of unlawful acts in accordance with the definition specified in the laws. Not committing a crime depends on the normal functioning of the brain electrically and chemically and the existence of will functioning of decision making mechanisms. This connection is a demonstrate that criminal law can be considered together with neuroscience. Prevent of recidivism is an important factor in reducing the harm to society. That’s why, it is possible to solve the reasons behind the criminal behavior and initiate suitable rehabilitation process, by explaining this behavior and knowing why it is done. To achieve this goal, neuroscience can be used in retribution and criminal procedure law. The place of neuroscience in criminal law, of circumstances affecting the fault and culpability the effect of underage, mental illness, alcohol and drugs in criminal law, it is demonstrated by examining the evidence.
- Published
- 2022
39. Ethical approach to dreams: Could I being immoral in my dream?
- Author
-
Ceyhan Çoştu, Feyza
- Subjects
Rüya ,Ethics ,Consciousness ,Augustinus ,Augustine ,Bilinç ,Descartes ,Etik ,Dream - Abstract
Rüyalara olan felsefi ilgi her dönem karşımıza çıkmıştır. Dönem dönem bu ilgi azalsa da ve yerini başka bilimlerin incelemesine bıraksa da son yüzyılda tekrar canlanmıştır. Bu ilginin ilk ayağını Descartesçı rüya şüpheciliği oluşturur ki bu şüphecilik temelde uyku hali ile uyanıklık halinin ayırt edilemez olmasına dayanan epistemolojik şüpheciliği barındırır. İkinci ayak ise Augustinus’un rüya şüpheciliği olarak belirtebileceğimiz etik şüpheyi içerir. Bu çalışma Augustinus’un rüyalarımızdan sorumlu olup olmadığımıza dair etik analizini ve çağdaş dünyada nasıl tartışıldığını konu edinmektedir. “Rüyalarımızda yaşadıklarımızdan sorumlu muyuz?” veya “Rüyalarımda ahlaksız olabilir miyim?” sorularının, rüyalarımızda yaşadıklarımızın bilinçli deneyimler olup olmadığı meselesi üzerinden nasıl anlatıldığını göstermek amaçlanmaktadır. Philosophical interest to dreams has appeared in every period. Although this interest has decreased from time to time and left its place to the study of other sciences, it has been revived in the last century. The first dimension of this interest is Descartesian/Cartesian dream skepticism. This skepticism includes epistemological skepticism based on the indistinguishability of sleep and wakefulness. The second dimension includes ethical skepticism, which defined as Augustine’s dream skepticism. The paper focuses on Augustine’s ethical analysis of whether we are responsible for our dreams and how it is discussed in the contemporary world. “Are we responsible for what we experience in our dreams?” or “Could I be immoral in my dreams?” It is aimed to show how these questions are explained through the issue of whether what we experience in our dreams are conscious experiences.
- Published
- 2022
40. Dijital tasarımda kullanıcı deneyimi sunan psikedelik yaklaşımlar
- Author
-
Çakmak, Başak and Anadolu Üniversitesi
- Subjects
Psikedelik Sanat ,Zihin ,Bilinç ,Dijital Tasarım - Abstract
Kullanıcı deneyimi sunan web sayfaları gerçekten de kullanıcısının ruhsal ve psikolojik büyüme arzusuna etki edebilir mi? Zihin ve ruhun tezahür etmesini sağlayan halüsinojenler gibi web sayfaları da bunun gerçekleşmesini sağlayabilir. Rüyaların hayal gücünün yakıtı olması gibi psikedelik sanat da dijital tasarımın katalizörüdür. Dijital tasarım, doğrusal süreklilikte olan bilinç durumunu değiştirmek için psikedelik sanattan ilham alır. Tasarım, bilincin gerçeklik algısı ve ruh halini değiştirmekle de ilgilidir ve teknolojinin olanaklarını kullanırken sanatın psikedelik çağrışımlarından da yararlanır. Sarmal desenler, parlak renkler, modern akışkan görünümlü tipografik öğeler ve ayrıntılar içeren fantastik konular, kullanıcı deneyimi sunan web sitelerinin görsel unsurları arasındadır. Bu sayfaların kullanıcısına sunduğu halüsinatif görsel çağrışımlar, karmaşık duyguları hedef alan “dijital psikedelik madde” gibidir. Bu doğrultuda çalışmada, ilk olarak bilincin ve zihnin temel yapısı ve psikedeliklerin etkileri ele alınmıştır. İkinci olarak psikedelik kullanımıyla gelişen psikedelik sanatın özellikleri ve tasarıma etkileri üzerinde durulmuştur. Son olarak, zihin durumlarını değiştiren, yaratıcı beklenti üzerinden kullanıcısının bunu deneyimlemesini olanaklı hale getiren ve sanal gerçeklik yaratan web sayfalarının tasarım özellikleri incelenmiştir. Kullanıcı deneyimi sunan üç farklı web sitesi analizi içeren bu çalışma, günümüzde kullanılan web sayfalarının psikedelik deneyimsel yönünü tartışmaktadır. Elde edilen bulgular, bu nitelikteki tasarımların psikedelik görsel halüsinasyonlarla sezgisel benzerlikler taşıdığı yönündedir
- Published
- 2022
41. Levi-Stratuss Yapısalcılığı
- Author
-
Ahmet Koyuncu
- Subjects
yapı ,yapısalcılık ,dizge ,söz ,yazı ,anlam ,bilinç ,mit ,structure ,structuralism ,system ,speech ,writing ,meaning ,conscience ,myth the type of research: conceptual presentation ,Social sciences (General) ,H1-99 - Abstract
Bu çalışmada, sosyal bilimlerde 1950’li yıllardan başlayarak dilbilimden sosyolojiye, psikolojiden etnolojiye kadar birçok alanda kendinden söz ettiren yapısalcılık ve yapısalcılığın en önemli isimlerinden biri olan Levi-Strauss’un yaklaşımıincelenmiştir. Yanısıra Levi-Strauss’un bu yaklaşımıbenimsemesinde etkin olan temel düşünme biçimi de ele alınmaktadır. Bu bağlamda, yapısalcılığın ne olduğu, kökenin nereye dayandığı, tanım sorunu, temelleri eski Yunan’a kadar giden yapıkavramıile 20. yüzyılda bilimsel ve felsefi çalışmaların ekseni durumuna gelen “Yapısalcılık”ın ilişkisi Levi-Strauss özelinde yapısal yaklaşımın benimsediği öncüller, kavram ve tanımlar, kendi içindeki kullandığıdil, dönemin bilimsel ve felsefi konumu da göz önünde bulundurularak ortaya konmuştur.
- Published
- 2011
42. MEVLANA'NIN DÜŞÜNCESİNDE AYDINLATAN VE TEKAMÜL ETTİREN NAMAZ.
- Author
-
KAVAL, Musa
- Abstract
Copyright of Journal of International Social Research is the property of Journal of International Social Research and its content may not be copied or emailed to multiple sites or posted to a listserv without the copyright holder's express written permission. However, users may print, download, or email articles for individual use. This abstract may be abridged. No warranty is given about the accuracy of the copy. Users should refer to the original published version of the material for the full abstract. (Copyright applies to all Abstracts.)
- Published
- 2016
- Full Text
- View/download PDF
43. Sanal Gerçeklik, Hakikat Kavramının Dönüşümü ve Popüler Kültürdeki Yansımaları
- Author
-
Ebru Ağaoğlu Ercan
- Subjects
Reality,Virtual Reality,Arche,Technology,Consciousness ,Communication ,gerçeklik ,İletişim ,bilinç ,General Medicine ,consciousness ,lcsh:P87-96 ,lcsh:Communication. Mass media ,sanal gerçeklik ,Gerçeklik,Sanal Gerçeklik,Arkhe,Teknoloji,Bilinç ,arkhe ,technology ,virtual reality ,reality ,arche ,teknoloji - Abstract
İnsanoğlu evreni anlamaya, görünen dünyanın gerisinde ne olduğunu çözmeye çalışmıştır. İnsan, evrenin temelinin maddi mi, yoksa “maddi olmayan” mı olduğu üzerine fikir ayrılıklarına düşmüştür. Bütün düşünce tarihi, bu temel çerçevesindeki yaklaşımlar üzerine kuruludur. Teknoloji devrimi, ekonomik, kültürel ve sosyal uygulamalara hükmederek, yaşamın tüm alanlarında alışkanlıkları değiştirmiştir. Teknoloji insanların hayatını sanal ortamlara taşımaktadır. Sanal gerçeklik teknolojisi (VR), duyu organlarını aldatarak kullanıcıyı sayısal bir dünyanın içine daldırabilmektedir. Böyle bir ortamda “gerçeklik” ve “sanal” kavramları dönüşüme uğramaktadır. İnsanlığın hakikat arayışı sanal gerçeklik teknolojileriyle yeni bir döneme girmiştir. İnsanın gerçeklikle kurduğu ilişki, popüler sinema filmlerinin konusu olmuştur. Sanal gerçeklik evreninde hakikat arayışının toplumsal iz düşümlerini ele almak için, 90’lardan bu yana, filmlerin sanal gerçeklik teknolojisine yaklaşımlarını incelemek önemlidir. Artık gerçeğin ne kadar gerçek olduğunu sorgulama noktasına gelinmiştir. Bu çalışma, popüler sinema ürünleri üzerinden insanoğlunun ve toplumun, sanal evrene göçünü incelemeyi amaçlamaktadır. Makale, popüler sinema ürünlerinde hakikatin peşinde koşma refleksinin, giderek hakikatten kaçma eğilimine dönüştüğünü göstermeyi hedeflemiştir. Sanal gerçeklik evreninde hakikat arayışının toplumsal iz düşümlerini ele almak için, örneklem olarak Matrix ve Başlat filmleri seçilmiştir. Bu örneklemin, evrenin tözü ile ilgili iki bin yıllık tartışmanın vardığı noktayı gözlemlemeyi sağlaması amaçlanmaktadır. 90’ların fiziki gerçekliğin savunucusu filmler dizisine örnek olarak kült film Matrix, son dönemi temsilen de Başlat filmi incelenmiştir., Since ancient times humankind has tried to understand the universe and to figure out what is behind the visible world. Humans, who tend to accept what they perceive by their senses as “truth”, have clashed over whether the basis of universe and nature is material or immaterial. Even though the understanding of what underlies the universe constantly changes, the entire history of thought has evolved around these two assumptions. Technological developments which has been taking place since the mid-twentieeth century has changed habits in all areas of life by dominating economic, cultural and social practices. Technology brings people’s lives into virtual environments. The virtual reality technology can submerge the user into a digital world by blocking the external world and deceiving the senses. It is possible that this day-by-day developing technology is an alternative to physical reality. In such an environment both the concepts of “reality” and “virtual” as well as the processes of information undergo a transformation. Humanity’s search for ultimate reality has entered a new era with the virtual reality technologies. The person who seeks the real truth through philosophy has used artistic products to make sense out of himself. The relationship, which both the individual, and the society as a whole have established with reality, has been the subject of popular motion-pictures. In order to address the social projections of truth-seeking in the universe of virtual reality, it is important to analyse the approaches of films to the virtual reality technology since the 1990s. In this era in which the line between the physical and the virtual reality has become blurred, we have already come to the point of questioning how real the truth is. This article aims to investigate the migration of humanity and society to the virtual universe through the popular cinematography products. The article aims to show that the pursuit of truth in popular cinema products has gradually turned into a tendency to escape from reality. In order to address the social implications of the search for truth in the universe of virtual reality, Matrix and Ready Player One films were chosen as the sample. This sampling is intended to enable the observation of the point where the two thousand-year-old debate on the substance of the universe has reached. The cult film Matrix was selected as an example of the films defending the physical reality of the 90s, and the Ready Player One film was considered as a representative of the last period.
- Published
- 2019
- Full Text
- View/download PDF
44. Fizikselcilik Karşıtı Bilgi Argümanının Bir Savunusu
- Author
-
Tufan Kiymaz
- Subjects
The knowledge argument ,Bilgi argümanı ,Bilgi Argümanı,Fizikselcilik,Görüngüsel Bilgi,Bilinç ,Philosophy ,Felsefe ,Consciousness ,Bilinç ,Physicalism ,Fizikselcilik ,Görüngüsel bilgi ,The Knowledge Argument,Physicalism,Phenomenal Knowledge,Consciousness ,Qualia ,Phenomenal knowledge - Abstract
Frank Jackson’ın bilgi argümanı, bilinçli zihin durumlarımızın birinci kişi gözünden elde edilen öznel bilgisinin beyin durumlarının nesnel bilgisine indirgenemeyeceği iddiasından bilinçli zihin durumlarının fiziksel olmadığı sonucuna varır. Günümüz zihin felsefesi literatüründe bu argümana yöneltilen birçok itiraz bulunabilir. Bu çalışmada, bilgi argümanının içerdiği iddia ve varsayımları ortaya koyduktan sonra, argümanın her adımına getirilen başlıca itirazları ayrı ayrı ele alıyor ve bilgi argümanını bu itirazlar karşısında savunuyorum. Buradaki amacım, argümanın sağlamlığını kanıtlamak değil, fakat Jackson’a yöneltilen itirazların sorunlarını ve zayıf yönlerini ortaya koyarak bilgi argümanının sağlamlığına ve dolayısıyla fizikselciliğin yanlış olduğuna inanmanın hala makul bir felsefi pozisyon olduğunu göstermek., According to Frank Jackson’s knowledge argument, the fact that the subjective knowledge of conscious mental states cannot be reduced to the objective knowledge of brain states shows us that conscious mental states are not physical states. There are many rejoinders to this argument in contemporary philosophy of mind. In this article, after laying down the claims and assumptions that the knowledge argument rests on, I defend the argument against each major objection in the literature. My aim here is not to prove that the knowledge argument is sound, but to show that none of the objections are strong enough and that it can still be reasonable to believe that the knowledge argument is sound and physicalism is false.
- Published
- 2021
45. Aydınlanma Döneminden Günümüze Bilimsel Bilginin Temelindeki Ana Sorunsal: İdealizm-Materyalizm Tartışması ve Diyalektik Yöntem.
- Author
-
ALTUNTAŞ, Ekin Oyan
- Abstract
Copyright of International Relations / Uluslararasi Iliskiler is the property of International Relations Council and its content may not be copied or emailed to multiple sites or posted to a listserv without the copyright holder's express written permission. However, users may print, download, or email articles for individual use. This abstract may be abridged. No warranty is given about the accuracy of the copy. Users should refer to the original published version of the material for the full abstract. (Copyright applies to all Abstracts.)
- Published
- 2015
- Full Text
- View/download PDF
46. KUR'ÂN KAYNAKLI ÇEVRE ALGISININ PRATİĞE DÖNÜŞTÜRÜLEMEMESİNİN İRDELENMESİ.
- Author
-
KAYA, Süleyman
- Subjects
GEOGRAPHICAL perception ,HUMANITY ,ENVIRONMENTAL education ,CONSCIOUSNESS ,MASS media - Abstract
Copyright of Electronic Turkish Studies is the property of Electronic Turkish Studies and its content may not be copied or emailed to multiple sites or posted to a listserv without the copyright holder's express written permission. However, users may print, download, or email articles for individual use. This abstract may be abridged. No warranty is given about the accuracy of the copy. Users should refer to the original published version of the material for the full abstract. (Copyright applies to all Abstracts.)
- Published
- 2015
- Full Text
- View/download PDF
47. Fıtrî zekâ ile yapay zekânın karşılaştırılması üzerine bir değerlendirme
- Author
-
Denizer, Ahmet Numan, Yasa, Metin, and OMÜ, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Felsefe ve Din Bilimleri Ana Bilim Dalı
- Subjects
zihin ,düşünme ,inanç ,thinking ,robot ,bilinç ,consciousness ,mind ,belief - Abstract
Tam Metin / Tez Teknolojinin süregelen gelişimi yapay zekâ kavramını sıkça duymamıza neden olmaktadır. Yapay zekâların yer yer farklı becerileri insandan daha iyi bir biçimde gerçekleştiriyor oluşu akıllara yakında robotların insan gibi olabilme ihtimalini getirmektedir. Biz de buradan hareketle insanın düşünebilme özelliğiyle birtakım inanç ve mantıksal uzantılarına sahip olabileceğine kıyasla robotların da düşünebildiği varsayımından hareketle inanç ve mantıksal uzantılarını değerlendirdik. Fıtrî zekâlarda inanç, doğuştan getirilen inanma eğilimiyle düşünsel süreçlerle birlikte açığa çıkmakta, bu süreçler çevre, aile ve birtakım duygusal süreçlerden etkilenmektedir. Bütün bu süreçler bir zihne, bilince ve benliğe sahip olarak gerçekleşmektedir. Robotlarda inanç iki şekilde değerlendirilmelidir. Bunlardan zayıf yapay zekâların inancı, otonomiye sahip olmamaları nedeniyle ahlaki bağlamda onların sahiplerini ya da üreticilerini sorumlu tutmaktadır. Güçlü yapay zekâların inancı olayları kavrayabileceği, benliğini değerlendirebileceği bir bilince ve bütün bu süreçleri içeren zihne sahip olmasıyla gerçekleşir. Bilincin tam anlamıyla açıklanamayan bir sorun olması, fıtrî zekâlarda bulunan bilincin metafizik ve ontolojik yönün robotlarda inşasının mümkün olmayışı, robotların bilincin bu yönlerine sahip olamayacaklarını göstermektedir. İnancın seçmenin yanında bir seçilme anlamı taşıyor olması, fıtrî zekâda inancı oluşturan unsurların robotlarda inşasının yıllar geçse de ilkel düzeyde kalıyor oluşu robotların şimdilik inanç gibi ulvi bir değere sahip olamayacaklarını göstermektedir. Öte yandan öteki zihinler sorunu olarak dile getirilen bilincin üçüncül şahıslarca deneyimlenemeyen bir özelliğinin bulunmasının robotların bilincinin bilinemeyeceği ve bu nedenle imkânı şeklinde yorumlanması güçlü yapay zekâ savunucuları tarafından güçlü bir soru olarak durmaktadır. Ancak bu yaklaşımın ortak akla, toplumsal vicdana ve uzlaşmacı yaklaşıma uzak olduğu ifade edilebilir. The ongoing development of technology causes us to frequently hear the concept of artificial intelligence. The fact that artificial intelligence is able to handle different skills in a better way than human beings brings to mind the possibility that robots will be like humans soon. From this point of view, we evaluated belief and logical extensions based on the assumption that robots can think, compared to the fact that human beings can have some beliefs and logical extensions. Belief in the natural Intelligence is revealed with intellectual processes, which are brought from birth, and these processes are affected by the environment, family and some emotional processes. All these processes take place with a mind, consciousness and self. Faith in robots should be evaluated in two ways. The belief of weak artificial intelligence is responsible of their owners or producers in a moral context because they do not have autonomy. The belief of strong artificial intelligence is realized by having a consciousness that can grasp the events, evaluate the self and the mind that contains all these processes. The fact that consciousness is a problem that cannot be fully explained, the fact that the metaphysical and ontological aspect of the consciousness in the Intelligence, Intelligence is not possible in robots shows that robots cannot have these aspects of consciousness. The fact that belief has the meaning of being elected in addition to election, and the fact that the building of beliefs in robots remains at a primitive level in years, shows that robots cannot have a sublime value like belief for now. On the other hand, the consciousness expressed as the problem of other minds has a feature that cannot be experienced by tertiary persons. The interpretation of these robots as unconscious and therefore robots will have consciousness remains a strong question by strong artificial intelligence advocates. However, it can be stated that this approach is far from common mind, social conscience and reconciliation.
- Published
- 2021
48. Âşık Şiirinden Romana Anlatı Kimliği
- Author
-
Oylubaş Katfar, Duygu, Kapadokya Üniversitesi, Beşeri Bilimler Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, and Oylubaş Katfar, Duygu
- Subjects
rüya ,âşık şiiri ,bilinç ,roman ,anlatı kimliği - Abstract
Söylem türleri heterojendir ve bu oluşun edebiyat dışı katmanlarla ilişkisi türsel kabuller üzerine düşündürür. Bu düşünce, üslubun hükmettiği özne ya da yazar ile alt türler hâlini alabilir, bir metni yeniden üretebilir, metinlerarasılık veya çerçeve metin kurabilir. Düşünce özgüllüğü aslında bir önceki metin üzerinden kurulanı malzeme edinerek okurla yapılan tür sözleşmesinde biriciktir. Ancak anlatı kimliği, metnin içsel mantığıyla şekillenir ve âdeta cisimleşir. Böylece bilinç edimselleşir, diyalojik üstton hâkim olur. Bu ton çok sesli imgelerle kesişir. Söylem türlerinden şiir, insanın kendiyle diyalojik ilişki kurmasıdır. Âşık şiiri ise gerçek diyaloğun ilişkileriyle de diyalojik karşılaştırmalar üretir. Atışmalar ile sınanma, çıraklık devresinden geçerek ustalardan öğrenme, rüya öncesi ile sonrası arasındaki eşiği geçerek erginleşme aşamaları bu üretimi örnekler. Bu örneklerdeki yaratıcı edim anlamsal bir sonu olmayan değişken formlara kapı açar. Burada antik tragedyadan âşık şiirine, destana, hikâyeye ve romana dönüşme hâli gibi bir etkilenme teorisi söz konusudur denilebilir. Uyku eşiğiyle şiirinde çıraklıktan erginleşen âşık, romanında kendi sanatının bilincinde olan yazarın imgesini taşıyan karakter ile daimonikleşir. Karakter, âşığın yücesine tepki olarak karşı-yüceye ulaşır. Bu etkilenme tarzı gerek söylem türü gerek imge ve aslında yazınsal üretimin oluşumuna katkı sağlamıştır. Başkalaşım zaten ilk örneklerini şiirle verir ve yeni biçimler insanın kendini anlatma ihtiyacı ve bilincin ön plana çıkmasıyla okurun keşfine odaklanarak gerçekleşir. Bildiride âşık şiirinden romana özellikle sanatçı romanına kadar bilincin izdüşümleri tartışılacak ve başkalaşımın yeniden varoluşu, gelenekten gelecek kuşaklara aktarımda sorgulanmış olacaktır. Âşık şiirinin ve sanatçı romanının seçilmesinin sebebi her iki türün de kendi dönüşümünde bilinci eşik olarak kullanmasıdır. Bu sebeple mahlas almaktan kimlik kazanmaya yönelen edimler, söylem türleri üzerinden yorumlanacaktır.
- Published
- 2021
49. NıÇıN AHLÂKLI OLMALIYIM SORUNU VE TASAVVUFTAN MÜKEMMEL BıR CEVAP: HACI BEKTAŞ VELı ÖRNEĞı.
- Author
-
KARAHAN, Fazıl
- Abstract
Copyright of Turkish Culture & Haci Bektas Veli Research Quarterly is the property of Turkish Cultur & Haci Bektas Veli Research Quarterly and its content may not be copied or emailed to multiple sites or posted to a listserv without the copyright holder's express written permission. However, users may print, download, or email articles for individual use. This abstract may be abridged. No warranty is given about the accuracy of the copy. Users should refer to the original published version of the material for the full abstract. (Copyright applies to all Abstracts.)
- Published
- 2014
- Full Text
- View/download PDF
50. Some evaluations on transferring Turkish mythology to visual media
- Author
-
Köse, Serkan and Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi/fen-edebiyat fakültesi/Türk dili ve edebiyatı bölümü/Türk halk edebiyatı anabilim dalı
- Subjects
Aktarım ,Visual media ,Knowledge ,Turkish mythology ,Consciousness ,Bilinç ,Transmission ,Türk mitolojisi ,Görsel medya ,Bilgi - Abstract
Mitolojiler, üretildiği toplumun en temel inanç ve düşünce atlaslarıdır. Bir toplumun mitolojisini tanımak ve bilmek o toplumun düşünce dünyasını kavramak için önemli bir adımdır. Klan tipi toplumlardan devletleşmiş toplumlara kadar mitolojilerin ortak bir işlev mekanizması vardır: Biz ve Öteki algılarını inşa etme ve kimlikli olma. Her ne olursa olsun mitolojisi olan toplumlar, köklü ve zengin kültürel geçmişe sahiptir. Bilgi ve bilinç arasındaki ayrım, mitik bilginin bilinç seviyesine ve düşünce sistemi haline dönüşümünü gerekli kıldığını göstermektedir. Toplum mitik bilgiye sahiptir ancak bilginin bilinç seviyesine gelmesini uzmanlaşmış bellek koruyucu ve aktarıcı kişiler gerçekleştirmiştir. Türk kültür dünyasında söz konusu aktarıcı kişiler olarak kam veya şaman adı verilen dini, mitik ve ritüelistik bilince sahip şahsiyetler olduğu bilinir. Sözlü kültürde bu bilgiyi bilince dönüştüren ve bellekte tutan ve aktaran kişilerin yerini yazılı kültürde bilinçli yazarların aldığı görülmektedir. Ziya Gökalp, söz konusu bilinçli şahsiyetler arasında yer almaktadır. Öte yandan elektronik kültür ortamında ise, özellikle görsel medyada bahsedilen bilinci, sinema metin yazarları ve yönetmenler tarafından aktarılması gerekmektedir. Nitekim Türk mitolojik sistemiyle ilgili genel hatlarıyla da olsa bilgi sahibi olmayan senarist ve yönetmenlerin çokluğu bilgiden bilinç üretimine geçilmediğini göstermektedir. Dolayısıyla aktarıcı unsurların bilgilenme ve bilinçlenme evrelerini tamamlamadan Türk mitolojik imgelerin kullanılması mümkün değildir. Özellikle Batı toplumlarına bakıldığında filmlerin ve dizilerin mitoloji ve epik içerikli oldukları görülebilir. Türk mitolojisinin temel kodlarından hareketle inşa edilen bir filmin senaryoya dökülmesi ve iyi bir yönetmen tarafından sinema filmi olarak vizyona girmesi, kültürün evrensele ulaşmasını sağlayan en önemli yaygın etkilerden birini oluşturur. Çalışmada, Türk mitolojisinin görsel medyada kullanılmamasının/kullanılamamasının ve niçin kullanılması gerektiğinin sebepleri üzerinde durulmuştur. Mythologies are the most basic atlases of belief and thought of the society in which they are produced. Recognizing and knowing the mythology of a society is an important step in understanding the world of thought of that society. From clan-type societies to state societies, mythologies have a common mechanism of function: Constructing perceptions of us and the Other and therefore having identity. The distinction between knowledge and consciousness provides the transformation of mythical knowledge into consciousness and a system of thought. Society has mythical knowledge, but specialized memory keepers and transmitters have made the knowledge reach the level of consciousness. In the beginning, it is known that there are religious, mythical and ritualistic personalities called kam or shamans in the Turkish cultural world. Mythical knowledge produced in oral culture was transferred by conscious authors when it was passed to written culture. On the other hand, in the electronic culture environment, the awareness mentioned especially in the visual media should be conveyed by the cinema copywriters and directors. As a matter of fact, there are screenwriters and directors who do not know about the Turkish mythic system. This situation shows that Turkish mythology is not transferred from knowledge to consciousness. Therefore, since mythical information is not a transmitting mechanism, it is not possible to use mythical elements in visual media. When we look at the Western societies, it is seen that there are movies and series with myths and epic themes. In today's electronic culture environment, we believe that the screening of a film reproduced based on the basic codes of Turkish mythology constitutes one of the most common effects that enable the culture to reach the universal. In the study, the problem of transmitting Turkish mythology through visual media (movies, TV series, etc.) is especially discussed in terms of knowledge and consciousness.
- Published
- 2020
Catalog
Discovery Service for Jio Institute Digital Library
For full access to our library's resources, please sign in.