28 results on '"Keskin, Elif"'
Search Results
2. Determination of HER2 and p53 Mutations by Sequence Analysis Method and EGFR/Chromosome 7 Gene Status by Fluorescence in Situ Hybridization for the Predilection of Targeted Therapy Modalities in Immunohistochemically Triple Negative Breast Carcinomas in Turkish Population
- Author
-
Pala, Emel Ebru, Bayol, Umit, Keskin, Elif Usturali, Ozguzer, Alp, Kucuk, Ulku, Ozer, Ozge, and Koc, Altug
- Published
- 2015
- Full Text
- View/download PDF
3. Antileishmanial Activity of BNIPDaoct- and BNIPDanon-loaded Emulsomes on Leishmania infantum Parasites
- Author
-
Islek, Zeynep, primary, Ucisik, Mehmet Hikmet, additional, Keskin, Elif, additional, Sucu, Bilgesu Onur, additional, Gomes‐Alves, Ana G., additional, Tomás, Ana M., additional, Guzel, Mustafa, additional, and Sahin, Fikrettin, additional
- Published
- 2022
- Full Text
- View/download PDF
4. Association between Localized Scleroderma Cutaneous Assessment Tool and clinicopathologic characteristics in patients with morphea.
- Author
-
Ürün, Yıldız Gürsel and Keskin, Elif Usturalı
- Subjects
- *
AUTOANTIBODIES , *SKIN , *RETROSPECTIVE studies , *FISHER exact test , *MANN Whitney U Test , *TREATMENT effectiveness , *SEVERITY of illness index , *COMPARATIVE studies , *SYMPTOMS , *FLUORESCENT antibody technique , *DESCRIPTIVE statistics , *HISTOLOGICAL techniques , *SCLERODERMA (Disease) , *MEDICAL practice , *DATA analysis software , *EVALUATION - Abstract
Background and Design: Morphea is also known as localized scleroderma. It is a rare autoimmune skin disease characterized by inflammation and sclerosis in the dermis and sometimes in the subcutaneous tissue. Laboratory findings, imaging, and histopathological features facilitate diagnosis and provide sufficient information about disease severity. Clinicopathologic correlations and severity factors in morphea are poorly described. Thus, this study aimed to review the clinical and histopathological features and treatment responses of patients with morphea and compare these features with disease activity and damage scores to identify new tools for assessing disease severity other than clinical findings. The applicability of the Localized Scleroderma Cutaneous Assessment Tool in clinical practice was also evaluated. Materials and Methods: This study reviewed data of 41 patients who had a histopathologically confirmed diagnosis of morphea and had been followed up regularly for at least 6 months. The modified Localized Scleroderma Skin Severity Index (mLoSSI), Localized Scleroderma Skin Damage Index (LoSDI), Physician Global Assessment-Activity (PGA-A), and Physician Global Assessment-Damage (PGA-D) were calculated at baseline and final treatment. Results: Among morphea subtypes, superficial morphea had significantly more sclerosis in the papillary dermis and plaque-type morphea had significantly more sclerosis in the reticular dermis (p<0.05). When positive antinuclear antibody (ANA) and high levels of thyroid autoantibodies were compared with mLoSSI, LoSDI, PGA-A, and PGA-D scores at baseline, no significant correlation was found. Comparison of the subgroups according to the initial mLoSSI and LoSDI scores revealed no significant histopathological differences between the groups. Conclusion: Although the mLoSSI, LoSDI, PGA-A, and PGA-D scores can be successfully used for the follow-up and treatment of patients with morphea, no correlation was found between positive ANA, high levels of thyroid autoantibodies, and histopathological features. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2022
- Full Text
- View/download PDF
5. Synthesis of New Di- and Triamides as Potential Organocatalysts for Asymmetric Aldol Reaction in Water
- Author
-
Keskin, Elif, primary, Yolacan, Cigdem, additional, and Aydogan, Feray, additional
- Published
- 2020
- Full Text
- View/download PDF
6. Innovation Decision Making Process in Organic Tea Agriculture: The Case of Rize District, Turkey
- Author
-
ABACI, Nur İlkay, KESKİN, Elif, and DEMİRYÜREK, Kürşat
- Subjects
Conventional,Organic,Tea,Decision Making Process,Extension ,Beşeri Bilimler, Ortak Disiplinler ,Humanities, Multidisciplinary ,Konvansiyonel,Organik,Çay,Karar Verme Süreci - Abstract
Bu araştırma, Rogers’ın karar verme sürecimodelini kullanarak Rize ilindeki çay üreticilerinin organik çay tarımınageçişte yenilik karar süreci aşamalarının nasıl işlediğini, organik vekonvansiyonel çay üreticilerinin sosyo-ekonomik ve işletme özelliklerini,organik çay tarımını benimseme durumlarını, üreticilerin enformasyon ve bilgikaynaklarını incelemektedir. Bu kapsamda Rize ilinde organik ve konvansiyonelçay tarımı yapan üreticiler, basit tesadüfi örnekleme yöntemine görebelirlenmiştir. Araştırmanın verileri üreticiler ile anket yapılarak eldeedilen birincil verilerden oluşmaktadır. Sonuçlara göre; organik üreticilerin yaş ve tarımsaldeneyimleri daha fazla olup, organik üreticilerin toplam brüt tarımsalgelirleri konvansiyonel üreticilerden daha düşüktür. Organik ve konvansiyonelüreticiler tarımsal bilgi kaynağı olarak ÇAYKUR’un çay fabrikalarındakimühendislerinden yararlanmaktadırlar. Organik üreticilerin organik tarımıbenimseme nedenleri incelendiğinde, ÇAYKUR tarafından sağlanan alım garantisive yüksek fiyat yanında sağlık ve çevre koruma gibi faktörlerin etkili olduğubelirlenmiştir. Konvansiyonel üreticilerin organik tarımı benimsememenedenlerinin başında ise verim ve gelir kaybı olacağı düşüncesidir. Konvansiyonelçay üreticilerinin organik çay tarımı konusunda daha doğru bilgiye ulaşmalarınısağlamak için köy toplantıları ve demonstrasyonlar gibi yayım ve eğitimfaaliyetleri düzenlenmelidir. Aynı zamanda organik ve konvansiyonelüreticilerin tecrübe ve bilgi paylaşımı yapmaları teşvik edilmelidir., This study examines how the innovation decision-making process of tea producers in the transition to organic tea farming using Rogers' decision-making process model, socio-economic and operational characteristics of organic and conventional tea producers, their adoption of organic tea farming and, information sources in the province of Rize. In this context, the producers engaged in organic and conventional tea cultivation in Rize province were determined by simple random sampling method. The data of the study consisted of primary data obtained by surveying with producers. According to the results, organic producers have more age and agricultural experience and the total gross agricultural income of organic producers is lower than conventional producers. Organic and conventional producers use ÇAYKUR's engineers in tea factories as a source of agricultural information. When the reasons for organic producers to adopt organic agriculture are examined, it is determined that factors such as health and environmental protection are effective as well as purchase guarantee and high price provided by ÇAYKUR. The main reason why conventional producers do not adopt organic agriculture is the idea that yield and income loss will occur. Publication and training activities such as village meetings and demonstrations on organic tea farming should be organized for conventional producers to ensure that they reach more accurate information on organic tea farming. At the same time, organic and conventional producers should be encouraged to share their experience and knowledge.
- Published
- 2019
7. BENİGN RETROPERİTONEAL SCHWANNOMA: OLGU SUNUMU
- Author
-
USTURALI KESKİN, Elif, KORAŞ, Ömer, and YILMAZ, Tufan
- Subjects
benign,retroperitoneal,schwannoma ,Medicine ,Tıp - Abstract
Schwannom schwan hücrelerinden köken alan iyi huylu yavaş büyüyen bir tümördür. Retroperitoneal yerleşim oldukça nadir olup vakaların yaklaşık %0.5-5’inde izlenir. Biz preoperatif olarak diğer malign tümörlerden ayrılamayan retroperitoneal schwannom olgusunu sunduk.55 yaşında kadın hasta künt karın ağrısı şikayeti ile kliniğe başvurdu. Fizik muayenede hafif batın hassasiyeti ve hipertansiyon mevcuttu. Ultrasonografide minimal serbest sıvı ve presakral bölgede kitle izlendi. MR T1 ağrlıklı görüntülemede hipointens, T2 ağırlıklı görüntülemede heterojen hiperintens 64x58x48mm boyutlarında lezyon görüldü. Makroskopik incelemede tümör 8x6x5cm boyutlarında iyi sınırlı ve kapsüllü kitle görünümündeydi. Histopatolojik inceleme benign schwannomu düşündürdü. Retroperitoneal schwannom tedavisi tam cerrahi rezeksiyondur. Benign schwannomların prognozu iyidir ve en sık komplikasyon muhtemel tam olmayan rezeksiyona bağlı rekürrenstir.
- Published
- 2019
8. Rize ilinde organik çay tarımının benimsenmesi ve yenilik karar süreci
- Author
-
Keskin, Elif, Demiryürek, Kürşat, and Tarım Ekonomisi Ana Bilim Dalı
- Subjects
Ziraat ,Agriculture - Abstract
Bu araştırmada organik ve konvansiyonel çay üreticilerinin sosyo-ekonomik özellikleri ve çay tarımında kadın ile erkeklerin rolleri incelenerek, organik üreticilerin yenik karar verme süreci belirlenmiştir. Bu amaçla, çay tarımının yoğun olarak yapıldığı Rize ilinden basit tesadüfi örnekleme yöntemi kullanılarak belirlenen organik üreticilerden 115, konvansiyonel üreticilerden 50 kişi ile 2015-2016 yılllarında anket görüşmesi yapılarak, veriler toplanmıştır. Verilerin analizinde SPSS paket programı kullanılmıştır. Araştırma sonucuna göre, organik üreticilerin yaş ve tarımsal deneyimleri daha fazla olup; organik üreticilerin (9.439 TL) toplam brüt tarımsal gelirleri konvansiyonel üreticilerden (13.756 TL) daha düşüktür. Organik ve konvansiyonel üreticilerin tarımsal bilgi kaynakları büyük ölçüde aynı olup; en çok ÇAYKUR çay fabrikalarındaki mühendislerden yararlanmaktadırlar. Her iki grupta da kadınlar çay üretiminde aktif olarak görev almaktadır. Kadınlar daha çok gübreleme (%40) ve hasatta (%31) görev alırken; erkekler daha çok budama ve çay satma faaliyetlerinde görev almaktadır. Organik üreticilerin organik tarımı benimseme nedenleri incelendiğinde ÇAYKUR tarafından sağlanan alım garantisi ve yüksek fiyat yanında sağlık ve çevre koruma gibi faktörlerinin etkili olduğu belirlenmiştir. Üreticiler organik çay tarımının prensiplerini ilk olarak ÇAYKUR'un düzenlediği köy toplantısında öğrenmişlerdir. Konvansiyonel üreticilerin organik tarımı benimsememe nedenleri başında ise verim ve gelir kaybının olacağını düşünmeleridir. Konvansiyonel üreticilere organik çay tarımı hakkında köy toplantıları ve demonstrasyonlar gibi yayım ve eğitim faaliyetleri düzenlenerek organik çay tarımı hakkında daha doğru bilgiye ulaşmaları sağlanmalı ve organik ve konvansiyonel üreticilerin tecrübe ve bilgi paylaşımı yapmaları sağlanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Yenilik karar süreci, Organik çay, Kadın, ÇAYKUR In this study, the socio-economic characteristics of organic and conventional tea producers and the roles of men and women in tea production were examined and the innovation process of decision-making for organic producers was determined. The data were collected from 115 organic tea producers, which were determined by using simple random sampling method from the Rize province where the tea cultivation was made intensively. In addition, 50 randomly selected conventional tea producers were selected from the same region and interviewed. SPSS package was used to analyze the collected data. According to the results of the research, the age and agricultural experiences of organic tea producers were higher. On the other hand; gross total agricultural revenues were less than the conventional producers. The agricultural information sources of both groups of producers were similar; and the main source for most them was the agricultural engineers from ÇAYKUR. In both groups, women were actively involved in tea production. While women were mostly conducting fertilization and harvesting; the men were more involved in pruning and selling tea. In terms of adaption and conversion to organic production, the premium prices and marketing guarantee provided by were the main reasons together with health and environmental protection factors. The organic tea growers first learned the principles of organic tea cultivation at the village meetings organized by ÇAYKUR. The reason for the conventional producers to reject organic tea production was that their perception about the loss of yield and income during the process of conversion. Thus, conventional producers should be provided with extension and training activities such as village meetings and demonstration on organic tea cultivation, more informed about organic tea production and exchanged information between organic and conventional growers.Key Words: Innovation decision process, Organic tea, Women, ÇAYKUR 100
- Published
- 2019
9. Rize ilinde organik çay tarımının benimsenmesi ve yenilik karar süreci / Elif Keskin ; danışman Kürşat Demiryürek
- Author
-
Keskin, Elif, Demiryürek, Kürşat, and OMÜ, Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı
- Subjects
Organik tarım ,Çay üretimi ,TEZ YÜK LİS K42s 2019 - Abstract
Tez (yüksek lisans) -- Ondokuz Mayıs Üniversitesi, 2019 Libra Kayıt No: 131182 …
- Published
- 2019
10. Acil serviste çalışan sağlık personellerinde iş kazası görülme durumu ve kazayı etkileyen etmenlerin incelenmesi
- Author
-
Keskin, Elif Meltem, Altıntaş, Tuğba, and İş Sağlığı ve Güvenliği Anabilim Dalı
- Subjects
Work safety ,Occupational health ,Accidents ,Occupational accidents ,Kazalar ,Emergency medicine ,Hastaneler ,Health personnel ,Hospitals ,Emergency service-hospital - Abstract
Küreselleşmenin hayatımızı etkilediği günümüz şartlarında sürekli gelişen bilim, teknoloji ve sanayileşme ile birlikte işyerlerindeki kötü çalışma şartları personellerin sağlık ve güvenliklerini tehdit etmektedir. Bunu engellemek amacıyla, uzun senelerden beri iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili çeşitli uygulamaların yapıldığını, bu uygulamaların ülkelere ve sektörlere göre değişiklik gösterdiğini söylemek mümkündür. Sağlıklı ve güvenli bir iş ortamında çalışmak, günümüzde her çalışanın sahip olması gereken bir hak olup, işyerlerinin bu konuda belirlenmiş kanunlara uyması gerekmektedir. Yapmış olduğumuz çalışmanın amacı; acil serviste çalışan sağlık personellerinde iş kazası görülme durumu ve bu durumları etkileyen etmenleri incelemektir. Araştırmanın evrenini İstanbul' da bir eğitim ve araştırma hastanesi acil servisinde çalışan sağlık personelleri oluşturmuştur. Çalışma verileri 08.01.2019-16.02.2019 tarihleri arasında acil serviste yaşları 18 ile 46 arasında değişmekte olan, 64'ü (%62,7) kadın ve 38'i (%37,3) erkek olmak üzere toplam 102 sağlık çalışanı ile yapılmıştır. Sağlık çalışanlarının %93,1'inin çalıştığı hastanede iş sağlığı ve güvenliği birimi olduğu bilgisi varken, %6,9'unun bilgisi yoktur. %78,4'ü daha önce iş sağlığı ve güvenliği hakkında eğitim alırken, %11,8'i almamış ve %9,8'i hatırlamamaktadır. %15,7'si eğitim almazken, %39,2'si eğitimi yeterli ve %45,1'i yetersiz bulmaktadır. %13,7'si eğitim almazken, %32,4'üne iş sağlığı ve güvenliği eğitimleri sonunda ölçme değerlendirme sınavı yapılmış, %21,6'sına yapılmamış ve %32,4'ü hatırlamamaktadır. Sağlık çalışanlarının %52'sinin çalıştığı hastanede iş sağlığı ve güvenliği hakkında gerekli önlemler alınırken, %48'inde alınmamaktadır. Çalıştıkları hastanede alınan önlemlerin % 22,5'i gerekli önlemlerinin alınmadığını, % 22,5'i iş sağlığı ve güvenliği hakkında sürekli eğitim alıyorken, %6,9'u iş sağlığı ve güvenliği raporlamaları yapılmakta ve bu raporlar çalışanlara sunulmakta olduğunu, % 9,8'i çalışılan ortamın sürekli denetlenip tehlike ve riskli bölgelerin belirlendiğini, %8,8'i çalışanın iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili sorun yaşamaması için kişisel koruyucu ekipmanların hazırlandığını, %7,8'i iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili sürekli eğitimler alıp, çalışma ortamının sürekli denetlenip tehlike ve riskli bölgelerin belirlenmekte olduğunu söylemiştir. Sağlık çalışanlarının %56,9'u iş kazası geçirirken, %27,5'i geçirmemiş ve %15,7'si kıl payı atlatmıştır. %41,2'si kazalara ve risklere karşı kendini emniyet ve güvende hissetmezken, %53,9'u az güvende ve %4,9'u çok güvende hissetmektedir. Acil servisler hastanelerin en yoğun birimleri olup, çalışanların hızlı kararlar alıp verdikleri alanlardır. Çalışanların bu kararları uygularken herhangi bir sorunla karşılaşmaması için iş sağlığı ve güvenliği birimi tarafından gerekli önlemlerin alınması lazımdır.Anahtar Kelimeler: İş sağlığı ve güvenliği, Sağlık sektörü, İş kazası In today's conditions where globalization affects our lives, the constantly developing science, technology, and industrialization, together with the poor working conditions in the workplace, threatens the health and safety of the personnel. In order to prevent this, it is possible to say that various practices related to occupational health and safety have been implemented for a long time and these practices vary according to countries and sectors. Working in a healthy and safe work environment is a right that every employee must-have today, and workplaces must comply with the laws established in this regard. The purpose of our study; The aim of this study is to investigate the occurrence of occupational accidents among health personnel working in the emergency department and the factors affecting these situations. The population of the study consisted of health personnel working in the emergency department of an education and research hospital in Istanbul. The data of the study was carried out in the emergency department between 08.01.2019-16.02.2019 with 102 health workers, 64 (62.7%) female and 38 (37.3%) male, aged 18 to 46 years. While 93.1% of health workers have occupational health and safety units in the hospital where they work, 6.9 % do not. While 78.4 % received training on occupational health and safety before, 11.8% did not and 9.8 % did not remember. While 15.7% do not receive education, 39.2% find it adequate and 45.1% find it inadequate. While 13.7% did not receive any training, 32.4% did not have an assessment and evaluation exam at the end of occupational health and safety training, 21.6% did not and 32.4% did not remember. While 52% of healthcare workers work in the hospital, necessary precautions are taken for occupational health and safety, while 48% are not. While 22.5% of the measures taken in the hospital they work in are not taking the necessary precautions, 22.5% are receiving continuous training on occupational health and safety, 6.9% are reporting on occupational health and safety and these reports are presented to the employees, 9.8% hazard and risk zones were identified, 8.8% said that personal protective equipment was prepared to prevent employees from having problems related to occupational health and safety, 7.8% said that they receive continuous training on occupational health and safety, and that the work environment is constantly inspected and identified danger and risk zones. While 56.9% of the healthcare workers had an occupational accident, 27.5% did not and 15.7% survived the hair share. While 41.2% do not feel safe and secure against accidents and risks, 53.9% feel less safe and 4.9% feel very safe.Emergency departments are the busiest units of hospitals and they are the areas where employees make quick decisions. The necessary precautions should be taken by the occupational health and safety unit in order to avoid any problems in the implementation of these decisions.Keywords: Occupational safety and health, Health industry, Occupational Accident 83
- Published
- 2019
11. Conservative Surgical Treatment of a Case of Placenta Accreta
- Author
-
Biyik, Ismail, Keskin, Fatih, and Keskin, Elif Usturali
- Subjects
cesarean delivery ,embryonic structures ,hysterectomy prevention ,placenta accreta ,reproductive and urinary physiology - Abstract
Placenta accreta syndromes are associated with increased maternal mortality and morbidity. Cesarean hysterectomy is usually performed in cases of placenta accreta syndrome. Fertility sparing methods can be applied. In the present study, we report a successful segmental uterine resection method for placenta accreta in the anterior uterine wall in a cesarean section case. A 39-year-old woman underwent an elective cesarean section at 38 + 2 weeks. A placental tissue with an area of 10 cm was observed extending fromthe anterior uterine wall to the serosa, 2 cm above the uterine incision line. The placental tissue was removed with the help of monopolar electrocautery. The uterine incision was continuously sutured. The patient was discharged on the second postoperative day. The placental pathology was reported as placenta accreta. The American College of Obstetricians and Gynecologists (ACOG) generally recommends cesarean section hysterectomy in cases of placenta accreta because removal of placenta associated with significant hemorrhage. Conservative and fertility sparing methods include placenta left in situ, cervical inversion technique and triple-P procedure. There are several studies reporting that segmental uterine resection is performed with and without balloon placement or artery ligation. Segmental uterine resection may be an alternative to cesarean hysterectomy to preserve fertility or to protect the uterus in cases of placenta accreta when there is no placenta previa. received
- Published
- 2018
12. Synthesis of new triazole compounds having flurbiprofen moeity as possible selective COX-2 inhibitors
- Author
-
Keskin, Elif, Uzgören Baran, Ayşe, and Kimya Anabilim Dalı
- Subjects
Pharmacy and Pharmacology ,Eczacılık ve Farmakoloji - Abstract
Günümüzde ağrı ve iltihap azaltmak için kullanılan ilaçlar, narkotik ağrı kesiciler ve nonsteroidal anti-enflamatuar ilaçlar (NSAİ) olarak iki ana grupta sınıflandırılmaktadır. Bunlardan narkotik ağrı kesiciler çeşitli yan etkilerinden kaynaklı tercih edilmemektedir. Diğer bir grup olan NSAİ ilaçlar, narkotik yan etkilerinin olmamasından dolayı ağrı, ateş, iltihap tedavisinde yaygın kullanılan ilaç sınıfını oluşturmaktadır. Ayrıca bu ilaçlar, uzun süreli ilaç tedavisi gerektiren, romatoid artrit, osteoartrit ve diğer romatizmal hastalıklarının tedavisinde kullanılan yaygın ilaç sınıfını oluşturmaktadır. Fakat uzun süreli tedavilerde kullanımları söz konusu olduğunda gastroentestinal kanal kanamaları, midede ülser, böbrek fonksiyonlarında azalma gibi bazı yan etkileri gözlemlenmektedir. Bu yan etkiler dolayısı ile uzun süreli tedavilerde kullanılabilecek etkin ve yan etkileri azaltılmış yeni bileşiklerin sentezlenmesine gerek duyulmaktadır. Bu çalışmada NSAİ ilaçların arilpropiyonik asit grubuna bağlı olan flurbiprofen başlangıç maddesi olarak kullanılmıştır. Triazol yapısına sahip bileşiklerin antimikrobiyal, antiviral, ağrı kesici, antikanser ve antitümör gibi çeşitli biyolojik aktivitelere sahip oldukları göz önünde bulundurularak flurbiprofen yapısına sahip 1,2,4-triazol türevleri (12a-12t) bileşikleri sentezlenmiştir. Bileşiklerin yapıları, 1H-NMR, 13C-APT, HRMS ve IR spektrumları ile karakterize edilmiştir. Özetle, bu çalışmada muhtemel biyolojik aktif ve ideal NSAİ ilaçları sentezlenmiş ve literatüre sunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Flurbiprofen, triazol, non steroidal anti-enflamatuar ilaçlar, ağrı kesici, siklooksijenaz Today, the drugs that are used to relieve the pain and inflammation are categorized into two groups as narcotic analgesics and nonsteroidal anti-inflammatory. However, narcotic analgesics are not preferred because of their side effects. The other group that is called NSAI drugs, because they don't have narcotic side effects, are used commonly for treatment of pain, fever and inflammation. Besides, these drugs are used for the long term treatments for such diseases as rheumatoid arthritis, osteoarthritis and other rheumatic diseases. However, on the long term use of these drugs, it is observed that they have some side effects such as gastrointestinal bleeding, gastric ulcer and disorder of kidney function. Because of these side effects it is needed to synthesize more effective compounds. In this research, flurbiprofen, commonly used NSAI drug, was used as starting substance. The triazole and its derivatives have various biological activities such as antimicrobial, antiviral, analgesic, anticancer and anti-tumor. 1,2,4 triazole derivatives 12a-12t compounds that have flurbiprofen structure were synthesized considering the activities of triazole and derivatives. Most of these synthesized compounds show anti-inflammatory and analgesic activities. The structures of the compounds that show activities are confirmed by 1H-NMR, 13C-APT, HMS and IR spectrums.To sum up, a possible biological active and an ideal NSAI drugs were synthesized and propose to the literature. Keywords: Flurbiprofen, triazole, non-steroidal anti-inflammatory drugs, analgesic, cyclooxygenase 129
- Published
- 2018
13. Primary retroperitoneal hydatid cyst
- Author
-
KORAŞ, Ömer, primary, BOZKURT, İbrahim Halil, additional, YARIMOĞLU, Serkan, additional, AYDIN, Mehmet Erhan, additional, AVCI, Sinan, additional, and USTURALI KESKİN, Elif, additional
- Published
- 2019
- Full Text
- View/download PDF
14. CD56, CD57, HBME1, CK19, Galectin-3 and p63 immunohistochemical stains in differentiating diagnosis of thyroid benign/malign lesions and NIFTP
- Author
-
Tastekin, Ebru, primary, Keskin, Elif, additional, Can, Nuray, additional, Canberk, Sule, additional, Mut, Ayse, additional, Erdogan, Ezgi, additional, Asa, Nurtac, additional, Güldiken, Sibel, additional, Sezer, Atakan, additional, and Azatcam, Meltem, additional
- Published
- 2019
- Full Text
- View/download PDF
15. Amonyum boran pelletlerin hidrojen üretim özelliklerinin incelenmesi
- Author
-
Keskin, Elif, Kantürk Figen, Aysel, and Kimya Mühendisliği Anabilim Dalı
- Subjects
Chemical Engineering ,Kimya Mühendisliği - Abstract
Geleneksel enerjiden akıllı enerji sistemlerine geçişte sürdürülebilir kalkınma, çevre ve gıda güvenliği gibi unsurlar gözününde bulundurulmalıdır. Enerji sisteminin kaynak kullanımı, verimliliğini, maliyet etkinliğini arttırmak ve düşük karbon emisyonu sağlamak amacıyla yakıt taşıyıcısı olarak hidrojen enerjisi önerilmektedir. Özellikle hidrojenin taşınabilir sistemler için ticari kullanım performansının arttırılmasında depolama ortamının güvenilir, etkin ve düşük maliyetli olacak şekilde geliştirilmesi gereklidir. Amonyum boranın (NH3BH3) katalitik hidrolizine dayanan hidrojen üretim sisteminin tasarlanması akıllı enerjinin gerekliliklerini karşılaması ile ön plana çıkmaktadır.Bu tez çalışmasının amacı, taşınabilir uygulamalar için NH3BH3 kompozit pelletlerin hazırlanması ve hidrojen enerji sisteminde kullanımının incelenmesidir. Bu amaç doğrultusunda Co-B katalizörü ile kompozit haline getirilen NH3BH3 farklı sıcaklık ve zaman koşullarında kartuş içinde bekletilerek yapısal ve hidrojen üretim performansındaki değişiklikler incelenmiştir. Bununla beraber hidrojen üretim hızını etkileyen faktörlerin istatistiksel yöntemler temel alınarak etkileri belirlenmiştir. Güvenli, yüksek enerji kapasiteleri, kontrollü H2 üretimi ve kolay taşınılabilirlik gibi özellikler gösteren NH3BH3 kompozit pelletlerinin günlük uygulamalarında yakıt kartuşu halinde kullanılması ve bu kartuşun haftada 1 kez doldurulması ve taşıma sıcaklığının 50 oC nin altında tutulması önerilmektedir. In the change from traditional energy to intelligent energy systems, sustainable development, environment and food safety must be considered. Hydrogen energy is proposed as a fuel carrier in order to improve the resource utilization, yield, cost efficiency and low carbon emission of the energy system. It is necessary to develop the storage medium to be reliable, efficient and low cost to increase commercial use performance, especially for hydrogen portable systems. The design of the hydrogen production system based on the catalytic hydrolysis of ammonium borane (NH3BH3) is predicated on meeting the requirements of intelligent energy.The aim of this study is the preperation of NH3BH3 pellets for portable applications and investigation of their uses in H2 energy system. For this aim, NH3BH3 which was prepared as a composite with Co-B catalyst have been kept in cartrige at different temperature and time conditions and changes in structure and H2 production performance have been investigated. The effect of the factors that affect the hydrogene production rate have also been investigated based on the statistical methods. It is suggested that NH3BH3 composite pellets which have properties such as high energy capacity, safety, controlled H2 release and easy portability, should be used as fuel cartrige for daily applications and these cartriges should be filled once a week, carriage temperature should be below 50oC. 72
- Published
- 2017
16. Melanotic Schwannomas Are Rarely Seen Pigmented Tumors with Unpredictable Prognosis and Challenging Diagnosis
- Author
-
Keskin, Elif, Ekmekci, Sumeyye, Oztekin, Ozgur, and Diniz, Gulden
- Subjects
Article Subject - Abstract
Melanotic Schwannoma (MS) is rarely seen and potentially malignant neoplasm that is categorized as a variant of Schwannoma. MS most frequently involves intracranial structures followed by posterior nerve roots in the spinal canal. Approximately 50% of the cases with MS have psammomatous calcifications and this type of MS is related to Carney complex with autosomal dominant inheritance. Most cases of MS are benign, though 10% of them are malignant with metastatic potential. MS mimics melanoma and the differential diagnosis should be made excluding other melanin producing neoplasms especially melanoma. Case 1. A 42-year-old hypertensive male presented for checkup. He had a well-defined extraspinal oval lesion measuring 3.5 × 2.5 cm near right adrenal. Case 2. A 22-year-old female presented with neurofibromatosis-2, bilateral acoustic schwannomas and café au lait lesions on sacrococcygeal region. She had an intradural extramedullary lesion measuring 6.1 × 2.0 cm at L1-2 level. MS is a rare neoplasm composed of Schwann cells and melanin pigment. These tumors are usually benign but they may become aggressive. The biologic behavior of MS is difficult to predict; the patients have to be followed up for a longer period due to its malignant potential.
- Published
- 2017
- Full Text
- View/download PDF
17. Conservative Surgical Treatment of a Case of Placenta Accreta
- Author
-
Biyik, Ismail, additional, Keskin, Fatih, additional, and Keskin, Elif, additional
- Published
- 2018
- Full Text
- View/download PDF
18. Organokatalizör olarak kullanılabilecek diamid yapılı bileşiklerin sentezi
- Author
-
Keskin, Elif, Aydoğan, Feray, and Kimya Anabilim Dalı
- Subjects
Chemistry-pharmaceutical ,Chemistry ,Kimya - Abstract
Optikçe aktif maddelerin eldesi için eski yöntemlerin iyileştirilmesi ve yeni yöntemler geliştirilmesi, özellikle sağlık alanında kullanılan ilaçlarda tek enantiyomer özelliğinin baskın olduğu sentezlerde oldukça önem arz etmektedir. Optikçe aktif bileşiklerin eldesi ise, moleküler iskeletlerin üç boyutlu yapısına hükmedebilme becerisiyle bağlantılıdır. Bu noktada asimetrik dönüşümler, kimyasal sentezlerde ve özellikle de ilaç endüstrisinde yaygın olarak kullanılan enantiyosaf bileşiklerin üretimine yönelik farklı alternatifler sunmaktadır. Katalitik yöntem olarak değerlendirilen enzimatik, metal-kataliz ve organokataliz yöntemlerinin uygulamaları ile oluşturulan kiral ürünlerin yüksek seçicilik ve yüksek verim ile elde edilmesini sağlayan bu metodların son derece ilgi çekici oldukları düşünülmektedir.20. yüzyılın sonlarına kadar metal katalizörler ve biyokatalizörler ön planda iken 21. yüzyılda ise bu katalizörlerin dezavantajlarına ciddi bir çözüm yolu olarak görülen organokatalizörler gündeme gelmiştir.Hem yeşil kimya hem de ekonomik açıdan biyokatalizörlere ve metal katalizörlere göre çeşitli üstünlükleri bulunan organokatalizörler, metal içermeyen, dayanıklı, ucuz, non- toksik ve en önemlisi geri kazanılabilen ve kolay elde edilebilen küçük organik moleküllerdir. Kararlı olmalarından dolayı oksijene ve neme karşı duyarlılıkları yoktur. Bu nedenle inert atmosfer ve susuz çözücü gibi zorlu reaksiyon koşullarına gereklilikleri bulunmamaktadır. Bahsedilen tüm bu avantajları sebebiyle, karbon-karbon bağ oluşum reaksiyonları gibi enantiyoselektif organokatalitik prosesler son zamanlarda önemli bir gelişim ve ilerleme kaydetmiştir.Gerçek yaşamda, doğada biyokatalitik proseslerin neredeyse hiç birinde metal kullanımı gözlemlenmemektedir. Bilimsel otoriteler bu prosesleri model alarak metalsiz sentetik tasarımlar için enantiyoselektif sentez içinde yeni bir oluşumun yapılanması üzerinde durmaktadırlar. En büyük ilgi ise, aldol reaksiyonları gibi enamin üzerinden gerçekleşen karbon-karbon bağ oluşumu reaksiyonları ile asimetrik moleküllerin oluşumunda kullanılmak üzere prolin iskeleti içeren sistemlerin geliştirilmesine yönelmektedir. Prolinin çözünürlük, aşırı kullanım ve orta derecede enantiyoselektiviteler gibi dezavantajları nedeniyle, bu dezavantajları ortadan kaldırabilmek amacıyla yüksek aktivite ve selektivite gösterebilecek prolin iskeletlerinin modifikasyonu ve katalitik aktivitelerinin değerlendirilmesi büyük önem teşkil etmektedir. Tüm bu avantajları, dezavantajları ve önemi nedeniyle L-Prolin temelli yeni katalizörlerin tasarımına odaklanılmıştır.Araştırmamız, çeşitli reaksiyon koşullarında asimetrik direkt aldol reaksiyonunu katalizleyebilecek yapısal çeşitliliğe sahip yeni kiral organokatalizörlerin tasarımı ve geliştirilmesine dayanmaktadır. Bu amaçla L-Prolin temelli di- ve triamid yapılı yeni kiral organokatalizörler sentezlenmiştir. Bu katalizörlerin yapıları FTIR, 1H-NMR, 13C-NMR, LC-MS ve GC-MS spektral verilerine dayanılarak belirlenmiştir. Son aşamada ise, sentezlenen organokatalizörlerin enantiyoselektif direkt aldol reaksiyonundaki katalitik etkileri incelenmiştir. Sentezlenen yeni L-Prolin temelli organokatalizörler ile oldukça iyi verim ve enantiyoseçicilikler gözlemlenmiş ve elde edilen olumlu sonuçlar ile literatüre katkı sağlamıştır.Anahtar Kelimeler: Asimetrik organokatalizör, L-prolin, asimetrik direkt aldol reaksiyonu, diamid. Improving the previous methods and developing new methods for the synthesis of optically active substances has become more of an issue, especially in drugs used in healthcare where single enantiomers are dominant. The synthesis of optically active compounds is dependent on the ability to control the 3D structure of molecular skeletons. Asymmetric conversions provide alternative solutions at this stage regarding the production of pure enantiomer compounds which are used commonly in chemical synthesis, especially in the pharmaceutical industry. The highly selective and efficient methods that allow chiral products to be formed by enzymatic, metal-catalysis and organocatalysis methods which are known as catalytic methods are found to be very interesting.While metal catalysts and biocatalysts have been in the forefront until the end of the 20th century, organocatalysts have been considered as a solution for the disadvantages of using these catalysts in 21st century. Organocatalysts are easily produced organic molecules which do not contain any metal, which are robust, cheap, non-toxic and the most importantly recyclable. They have various advantages over biocatalysts and metal catalysts economically and in terms of green chemistry. Since they are stable, they are not sensitive to water and moisture. They do not require hard reaction conditions such as inert atmosphere and anhydrous solvent. Because of these advantages, enantioselective organocatalytic processes such as carbon-carbon bond forming reactions have been improved and developed in recent years. The use of metals in biocatalytic processes is not observed in nature and real life. Scientific authorities focus on new methodologies for metal free synthetic designs by taking into consideration these processes. The biggest interest is towards developing of systems which contain proline skeleton in their structure to use in the formation of asymmetric molecules with carbon-carbon bond formation reactions via enamine such as aldol reactions. Because of the disadvantages of proline such as solubility, excess usage and medium enantioselectivities, it is very important to evaluate modification and catalytic activities of proline skeletons which can provide high activity and selectivity in order to eliminate the disadvantages of proline. The focus has been given to design new catalysts based on L-Proline because of its advantages, disadvantages and importance.This study is based on designing and developing of new chiral organocatalysts which have structural diversity that can catalyze asymmetric direct aldol reactions under various reaction conditions. For this purpose, L-Proline based new chiral organocatalysts which have di- and triamide structure have been synthesized. The structures of these catalysts were determined by FTIR, 1H-NMR, 13C-NMR, LC-MS and GC-MS spectral data. At the last step, catalytic effects of synthesized organocatalysts in the enantioselective direct aldol reaction were investigated. Good yields and enantioselectivities have been observed with the newly synthesized L-Proline based organocatalysts, and these positive results have contributed to the literature. Keywords: Asymmetric organocatalyst, L-proline, asimetric direct aldol reaction, diamide. 224
- Published
- 2016
19. L-dopa ve Lawsone biyomalzemelerinin yara iyileşmesi üzerine tedevi edici etkisinin araştırılması
- Author
-
Keskin, Elif, Albayrak, Aydın, and Biyomedikal Mühendisliği Ana Bilim Dalı
- Subjects
Biyomühendislik ,Bioengineering - Abstract
Doku hasarlanması yada tahribi olarak bilinen yara oluşumu, çok farklı şekillerde tedavi edilmeye çalışılmıştır. Günümüzde yara tedavisinde, gazlı bez, yapışkanlı-yapışkansız fiksasyon malzemeleri ve diğer geleneksel yara pansumanları halen en çok kullanılan yöntemlerdendir. Geleneksel yara örtülerine alternatif olarak gelişen teknoloji ile birlikte yara iyileşmesini hızlandırıcı biyolojik yara dolgu ve pansumalar geliştirilmiştir. Fakat halen kronik yaralar için daha etkili yara tedavi şekli ortaya konulamamıştır. Özellikle sistemik rahatsızlıkları (diyabet, obesite, kardiovaskular hastalıklar) olan hastaların yaraları kronikleşerek, hem hastaya acı hem yara bakımı yapan görevlilere zahmet vermektedir. Ayrıca sağlık hizmetleri için ayrılan bütçenin önemli bir kısmı bu hastaların bakımı için ayrılmakta ve ülke ekonomisine giderek artan bir yük oluşturmaktadır. Bu tezde yara iyileşmesini hızlandırabilmek ve enfeksiyonlara karşı koruma sağlamak amacıyla, iki farklı biyomalzemenin L-dopa ve Lawsone tedavi edici özellikleri araştırıldı. L-dopa, midyenin salgısında bulunan, sulu ortamda güçlü bir şekilde biyolojik ve biyolojik olmayan birçok yüzeye yapışabilen bir tür katokolik amino asittir. Polimerik malzemeler ile birlikte, çeşitli cerrahi operasyonlarda örneğin; tendon onarımı, dikişsiz yara kapanması ve plasenta yırtılmaları tedavisinde kullanılmıştır. Lawsone ise Lawsonia İnermis bitkisinden çıkartılan, antimikrobiyal etkisi olan bir çeşit naftakuinondur. Metot olarak antimikrobiyal duyarlılık testleri, hücre çoğalma, sitotoksisite (WST-1) ve hücre göçü (in vitro yara modellerinde) tahlili kullanılmıştır. Bu çalışmada L-dopa ve Lawsone in vitro yara modelleri üzerinde beraber kullanıldığında, ortaya çıkan ikilinin yara iyileşmesini hızlandırıcı ve antimikrobiyal özelliğe sahip yeni nesil bir yara örtüsü olarak kullanılabileceği gösterilmiştir. Wounds are known as injury or distruption of any type of tissue in the body and can be treated in many different ways. Currently, gauze, adhesive and non-adhesive fixation materials, and traditional wound dressings are the most commonly used methods for wound treatment. In recent years, biological wound fillers and dressings have also emerged as alternatives to traditional wound treatment materials by providing accelerated wound healing and reduced scar formation. However, an effective cure for most chronic wounds remains to be found. Especially, the chronic wounds caused by systemic diseases such as diabetes, cardiovascular diseases, and obesity are not only painful for patients but also financially and psychologically troublesome for caregivers. In addition, a significant portion of the budget that is allocated to health care goes to the wound treatment. In this thesis, therapeutic effects of two different biomaterials namely L-dopa and Lawsone were investigated for their effects to accelerate the wound healing process and find a solution for non-healing or slowly-healed wounds by providing protection against infection. L-dopa is a catecholic amino acid that is part of the Mussel Adhesive Protein from marine mussel which can adhere strongly to non-specific surfaces in aqueous medium. L-dopa was used with polymeric materials in many surgeries such as tendon repair surgery, and placental laceration. Lawsone is a naphtaquinone derivative extracted from Lawsonia Inermis plant. Antimicrobial susceptibility testing, cell proliferation & cytotoxicity assay (WST-1) and migration assay or wound healing assay have been carried out as methods. Our results indicate that when L-dopa and Lawsone are used together as wound dressings on in vitro wound models, the duo show considerable therapeutic potential by accelerating the wound healing process and providing antimicrobial properties simultaneously. 48
- Published
- 2016
20. Journal of Turgut Ozal Medical Center
- Author
-
Usturalı Keskin, Elif, PALA, Emel Ebru, Çakır, Ebru, Eftal Taner, Cüneyt, SARIKAYA, Serhat, and KESKİN, Fatih
- Subjects
Lipoma,Vulva,Large Lipoma - Abstract
Lipom en yaygın benign mezenkimal yumuşak doku tümörüdür. Matür adipositlerden oluşur, daha sık obez hastalarda subkutan dokuda görülür. Subkutan lipom genellikle baş boyun bölgesi yerleşimlidir. Vulvar lipom oldukça nadirdir.72 yaşında obez kadın hasta vulvada ağrısız şişlik şikayeti ile başvurdu. Fizik muayenede sağ vulvada yaklaşık 15 cm çaplı tek, yumuşak, mobil kitle palpe edildi. Eksize edilen materyal 13 cm çaplı fibröz kapsülle örtülü matür yağ dokusu görünümündeydi. Mikroskobik inceleme sonucu lipom tanısı konuldu.Vulvar lipom benign klinik gidiş gösterir. Tedavi edilmezse büyük boyuta ulaşabilir. Malignite olasılığını dışlamak için tedavi komplet cerrahi eksizyon olmalıdır. Bu olgu İngilizce literatürde rapor edilmiş en büyük vulvar lipomlardan biridir.Key Words: Lipom; Vulva; Dev Lipom., Lipoma is the most common benign mesenchymal soft tissue tumor. It consists of mature adipocytes, usually located in subcutaneus tissues and occurs more frequently in obese patients. Subcutaneous lipoma is usually found in the head and neck regions. Vulvar lipoma is extremely rare. A 72-year-old obese woman was admitted to our hospital with a painless vulvar mass. Physical examination revealed a single, soft, mobile mass in the right vulvar area that measured about 15 cm in its widest dimensions. The excised specimen measured 13 cm and had a yellow cut surface, surrounded by a fibrous capsule. Microscopic examination confirmed the diagnosis of lipoma. Vulvar lipoma has benign clinical course. If this lesion is untreated, it may grow large. To exclude the possibility of malignancy, surgical excision must be performed. This case is one of the biggest vulvar lipoma cases reported in the Anglophone medical literature
- Published
- 2015
21. Low-Grade Intraductal Carcinoma of the Parotid Gland: Is it Low-Grade or Locally Aggressive?
- Author
-
Gürler, Mehmet, Öztürk, Muhammed Beşir, Atik, Bekir, and Keskin, Elif Seda
- Subjects
MAGNETIC resonance imaging ,PAROTID glands ,BASAL cell carcinoma ,CARCINOMA ,SURGICAL diagnosis ,BASAL cell nevus syndrome ,PAROTID gland diseases - Abstract
Low-grade salivary ductal carcinoma is a salivary gland tumor with clinically indolent behavior, characterized by intraductal growth. From 1996 to 2019, 54 case reports of Low-Grade Intraductal Carcinoma (LGIDC) were published in the literature. In the present article, we introduce a patient in our clinic who underwent surgery due to a diagnosis of LGIDC, about whom we make new clinical comments. A 75-year-old male patient presented to our clinic with a complaint of a mass in the right parotid area. After multiple biopsies, magnetic resonance imaging (MRI), and operations, the patient health is fine and patient's follow-up continues, now in the postoperative 1st year, and there is no relapse sign on physical examination and MRI. After all, according to our clinical findings and observations, we thought that this tumor could possibly be considered a locally aggressive tumor that does not metastasize, similar to a basal cell carcinoma. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2021
- Full Text
- View/download PDF
22. CD56, CD57, HBME1, CK19, GALECTIN-3 AND P63 IMMUNOHISTOCHEMICAL STAINS IN DIFFERENTIATING DIAGNOSIS OF THYROID BENIGN/MALIGN LESIONS AND NIFTP.
- Author
-
KIN, EBRU TASTE, KESKIN, ELIF USTURALI, CAN, NURAY, CANBERK, SULE, MUT, AYSE NUR USTURALI, ERDOGAN, EZGI GENC, ASA, NURTAC, GÜLDIKEN, SIBEL, SEZER, ATAKAN, and AZATCAM, MELTEM
- Abstract
Detection of thyroid carcinoma has been steadily increased in the past few decades. After the recognition of NIFTP, also gain importance to differentiate benign tumors (follicular adenoma) from follicular patterned variants of papillary thyroid carcinoma (invasive and infiltrative follicular variant papillary thyroid carcinoma), and low-risk lesions of thyroid (NIFTP). Follicular patterned proliferations of thyroid still persists as a battle for pathologists. In this study, we aimed to analyze the most commonly used immunohistochemical stains "HBME1, CK19, Galectin-3", adding the new ones "CD56, CD57, and p63". Study groups were; nodular hyperplasia, follicular adenoma, NIFTP, infiltrative follicular variant PTC, classical variant PTC (CVPTC) and follicular carcinoma. Each group consisted of twenty cases. The sections were stained with CD56, CD57, p63, CK19, HBME1 (Mesotel cell), Galectin-3 antibody. Although the expression of CD56 was high in benign follicular lesions, FC could not be excluded in this group. CD57 was high in malignant follicular group and NIFTP. Interestingly, p63 was found highly expressed in FVPTC, which might be promising to predict invasiveness in follicular group of lesions. CK19, Galectin- 3 and HBME1 were found quietly prominent in CVPTC in concordance with the previous reports. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2019
- Full Text
- View/download PDF
23. Proje tabanlı öğrenme yönteminin ilköğretim ikinci kademe öğrencilerinin başarı ve fen motivasyonlarına etkisinin incelenmesi
- Author
-
Keskin, Elif, Ergül, Remziye, İlköğretim Ana Bilim Dalı, and Uludağ Üniversitesi/Eğitim Bilimleri Enstitüsü/İlköğretim Anabilim Dalı/Fen Bilgisi Öğretmenliği Bilim Dalı.
- Subjects
Electricity in our lives ,Motivation ,Yaşamımızdaki elektrik ,Electricity ,Eğitim ve Öğretim ,Project based learning method ,Education and Training ,Primary education students ,Fen bilgisi öğretimi ,Proje tabanlı öğrenme ,Science teaching ,Motivasyon ,Project-based learning - Abstract
Fen eğitiminin temel amaçlarından biri bireylerin yaşadığı dünyaya ait gelişimin ve değişimin birer parçası olmalarını sağlamaktır. Bu bağlamda sınıfta yaratıcı fikirler ortaya çıkaran ve öğrencilerin etkin katılımını sağlayan yöntemler kullanılması öğrencilerin fen ve teknoloji dersine karşı olan ilgisini artıracaktır. Proje tabanlı öğrenme yöntemi bireylerin etkin katılımını ve sorgulayarak öğretim sürecinde yer almalarını sağlayan öğretim yöntemidir. Bu araştırmada, Proje Tabanlı Öğrenme Yönteminin, Yaşamımızdaki Elektrik Ünitesi'nde ilköğretim 6.sınıf öğrencilerin başarılarına ve motivasyonlarına etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırmada ön test-son test kontrol gruplu deneme modeli uygulanmıştır. Araştırma 2010-2011 eğitim-öğretim yılı birinci döneminde yapılmış, örneklemini Davut Dörtçelik İlköğretim Okulu ve Özel Mavi Dünya İlköğretim Okulu 92 altıncı sınıf öğrencisi oluşturmaktadır. Özel Mavi Dünya İlköğretim Okulu 6/B sınıfı ve Davut Dörtçelik İlköğretim Okulu 6/C sınıfı deney gruplarını, Mavi Dünya İlköğretim Okulu 6/A sınıfı ve Davut Dörtçelik İlköğretim Okulu 6/A sınıfı kontrol gruplarını oluşturmuştur. Deney grubu öğrencilerine işlenen ünite boyunca proje tabanlı öğrenme yöntemi ilkelerine uygun öğretim yapılmış, kontrol grubu öğrencilerine ise mevcut programa uygun öğretim uygulanmıştır. Her iki gruba deneysel işlemler başlamadan önce ve deneysel işlem sonunda Yaşamımızdaki Elektrik Ünitesine ait ?Yaşamımızdaki Elektrik Ünitesi Başarı Testi? ve öğrencilerin fen öğrenimine yönelik motivasyonlarını ölçmek amaçlı ?Fen Öğrenimine Yönelik Motivasyon Ölçeği? ön test ve son test olarak verilmiştir. Gruplar arasında başarı farkı ve fen öğrenimine yönelik motivasyon farkı incelenmiş, verilerin analizi sonucunda deney ve kontrol gruplarının başarıları arasında deney grubu lehine anlamlı bir farklılık olduğu bulunmuştur. Deney ve kontrol grubu arasında öğrencilerin fen öğrenimine yönelik motivasyonlarına etkisi bakımından anlamlı bir fark bulunamamıştır. Bunun sebebi olarak ise çalışmanın 3 haftalık bir ünite ile sınırlı olması düşünülmektedir.Anahtar Kelimeler: Fen Bilgisi Öğretimi, Motivasyon, Proje Tabanlı Öğrenme, Yaşamımızdaki Elektrik One of the main goals of science education is to help individuals to become a part of development and change of the world they live in. In this context, using the methods that have creative ideas and enable students to active participation will increase students? interest. Project based learning is a method that enables individuals? active participation and placing them at the teaching process by questioning. In this research, it is aimed to analysis the effect of the Project-Based Learning Method in success degree and motivation of 6th grade students while learning the unit called ?Electricity in life?. Pre-test and post-test control group experimental model is applied to the study. Research is implemented in the first period of 2010-2011 academic year. The sample of research is 92 six grade students from Davut Dörtçelik Elementary School, and Private Mavi Dünya Elementary School. Mavi Dünya Elementary School 6/B class, and Davut Dörtçelik Elementary School 6/C-class are experimental groups, Mavi Dünya Elementary School 6/A-Class and Davut Dörtçelik Elementary School 6/A-class are control groups. During the Electricity in Life unit instruction, lesson is given in accordance with the principles of project-based learning method to experimental group, while teaching the control group in accordance with the MEB program. Before and after the experimental procedure both groups are given Unit of ?Electricity in life? success test and Students? Motivation toward Science Learning questionnaire as pre-test and post-test. Difference between successes is analyzed and found in fovour of the experimental group in which Project Based Learning instruction was done. No significant relation was found among experimental group and control group with regards to the effects towards to motivations of science learning. The reason of this is that the study limited to 3 weeks.Key words: Science Teaching, Motivation, Project-Based Learning, Electricity in Our Lives 87
- Published
- 2011
24. Denizli yöresi bazı kıl keçi sürülerinde vücut ölçüleri ile kondisyon puanlarının belirlenmesi
- Author
-
Konar Keskin, Elif Burcu, Karaca, Orhan, Zootekni Ana Bilim Dalı, and Adnan Menderes Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Zootekni Anabilim Dalı
- Subjects
Hair Goat ,Body measurements ,Udder measurements ,Meme Ölçüleri ,Vücut Ölçüleri ,Body Measurement ,Ziraat ,Kıl Keçisi ,Udder Measurements ,Agriculture ,Hair goat - Abstract
Bu çalışma, Denizli İli merkez ilçeye bağlı Yeşilyayla köyünde yetiştirici elinde bulunan kıl keçilerinin vücut ölçüleri, meme özellikleri ve kondisyonun tanımlanması amacıyla yapılmıştır.Üç farklı yetiştirici işletmesindeki kıl keçilerine ait canlı ağırlık, vücut uzunluğu, cidago yüksekliği, sırt yüksekliği, göğüs çevresi, baş uzunluğu, alın genişliği ölçülerine ve kondisyon puanına ait en küçük kareler ortalamaları sırasıyla; keçilerde 45.79 kg, 74.72 cm, 71.72 cm, 66.36 cm, 84.82 cm, 18.74 cm, 11.16 cm, 2.17; tekelerde ise 90.38 kg, 84.38 cm, 83.50 cm, 79.63 cm, 108.38 cm, 23.13 cm, 12.63 cm, 3.00 olarak bulunmuştur. Kıl keçilerinde meme özelliklerine ait ölçülerden meme başı çapı, meme başı uzunluğu, meme çevresi, meme derinliği ölçülerine ait en küçük kareler ortalamaları sırasıyla; 2.95 cm, 7.50 cm, 27.53 cm, 10.74 cm olarak bulunmuştur. The objectives of the present study was to determine the body measurement, some udder traits and body condition score in hair goat from Yeşilyayla village in Denizli provinceThe lest square of live weight, body lenght, wither lenght, back height, chest girth, head lenght, fore head width and body condition scores in three different hairy goat breeder?s flock were 45.79 cm., 74.72 cm., 71.72 cm., 66.36 cm., 84.82 cm., 18.74 cm., 11.16 cm., 2.17 for goat and 90.38 cm., 84.38 cm., 83.50 cm., 79.63 cm., 108.38 cm., 23.13 cm., 12.63 cm., 3.00 for back respectively .Overal means of teat diameter, teat lenght, udder girth and udder depht were 2.95 cm., 7.50 cm., 27.53 cm., 10.74 cm. respectively. 55
- Published
- 2010
25. Probiyotik ve diğer kültür karışımlarının manda yoğurtlarının bazı özellikleri üzerine etkisi
- Author
-
Keskin, Elif, Şimşek, Osman, and Diğer
- Subjects
Yoghurt ,Probiotics ,Food Engineering ,Lacidophilus ,Gıda Mühendisliği - Abstract
I ÖZET Probiyotik ve Diğer Kültür Karışımlarının Manda Yoğurtlarının Bazı Özellikleri Üzerine Etkisi Bu araştırmada Wiesby firmasına ait Lb. acido 145, Bf. species 420, ve Joghurt 1 kültürlerinin birbirleriyle karışımları ve MSK VI 0 (Str. thermophilics i- Lb bulgaricus +? Lb. acidophilus + Bf species) kültürü kullanılarak elde edilen manda yoğurtlarının duyusal (görünüm, tat, koku, kıvam) ve fiziksel-kimyasal (% kurumadde, % yağ, %protein, asitlik (SH), pH, serum ayrılması) analizleri yapılmıştır. Adı geçen ürünler 14 gün süre ile buzdolabı koşullarında depolanmış ve depolama süresinin 1., 3., 7. ve 14. gününde bunların özellikleri klasik manda yoğurduyla kıyaslamalı olarak incelenmiştir. Elde edilen sonuçlara göre bu mamullerin tat ve görünüm bakımından klasik yoğurda göre daha fazla beğenildiği ve depolama sırasında asitliğin daha yavaş ilerlediği tespit edilmiştir. Ayrıca kurumadde, protein oranlarının klasik yoğurda göre daha yüksek, serum ayrılmasının ise daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Farklılıklar istatistiksel açıdan önemli olmuştur. Depolama sırasında yağ değeri, kıvam ve toplam duyusal özellikler dışında, görünüm, koku, kurumadde, pH, SH ve serum ayrılması değerlerinin değiştiği tespit edilmiş ve farklılıklar istatistiksel açıdan önemli bulunmuştur. Duyusal analizler sonucunda yoğurt kültürü + Lb. acidophilus ile hazırlanan D çeşidi manda yoğurdu en çok beğenilen çeşit olmuştur. Ayrıca D çeşidi kurumadde, protein, serum ayrılması oranlan bakımından da çeşitler içinde en iyi değerlere sahiptir. II SUMMARY A Research About The Affects of Various Probiotic Culture Combinations on Yoghurt Produced From Water Buffalo Milk In this study yoghurt samples (produced from water-buffalo milk) were produced using Lb. acido 145, Bf. species 420 and Joghurt 1, (Produced by Wiesby. CO.) their combinations and MSK VI 0 (Str. thermophilics + Lb. bulgaricus + Lb. acidophilus + Bf. species) (also produced by Wiesby. CO.) were analyzed concerning several organoleptic (general appearence, smell, flavor and viscosity) and physical-chemical (% dry- matter, % fat, % protein, acidity, (SH), pH, serum seperation) properties. The samples were stored for 14 days under refrigerated conditions and on the 1st, 3th, 7th and 14th days they were compared with the control sample (produced using only Joghurt 1) taking these organoleptic, physical-chemical properties intoaccount. The results obtained from the analysis of the various samples are summerised below. According to the obtanied results these sample products were preferred over clasic yoghurt in terms of flavor and apperance, the increase in acidity levels during storage was slower, the ratios of dry matter and protein were higher and serum seperation was lower than classic yoghurt. These difrences were found to be statistically important. During the storage period changes detected in proporties such as fat content, viscosity and ovearll organoleptic properties were not considered to be as important as the changes detected in other properties such as smell, drymatter pH, SH and the value of serum separation. These differences and changes were found to be statistically important. The results of the organoleptic analysis of the samples showed that sample D, which was prepared using Joghurt 1 + Lb. acidophilus was the most prefered yoghurt sample. Sample D also had better dry-matter, protein, and serum seperation ratio properties than all the other samples. 70
- Published
- 2001
26. A case of isolated abducens nerve paralysis in maxillofacial trauma.
- Author
-
Keskin, Elif Seda, Keskin, Ekrem, Atik, Bekir, and Koçer, Abdülkadir
- Subjects
ABDUCENS nerve diseases - Abstract
Nervus abducens is a pure motor nerve located in the pons. It retracts the eyeball laterally by stimulating rectus lateralis muscle. In case of their paralysis, diplopia and restriction in the eye movements while looking sideways, are seen. Since the same signs are seen due to the muscle entrapment in blowout fractures, its differential diagnosis has importance in terms of the treatment protocol and avoiding unnecessary operations. In this article, we present a 22-year-old male patient who was referred to our department due to the prediagnosis of blowout fracture following maxillofacial trauma. However, he was diagnosed with abducens nerve paralysis after the consultations and analysis and his restriction of movement was resolved via systemic steroid treatment instead of unnecessary operation. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2015
- Full Text
- View/download PDF
27. Parotid Duct Repair with Intubation Tube: Technical Note.
- Author
-
Öztürk, Muhammed Beşir, Asrufoğlu Barutca, Seda, Keskin, Elif Seda, and Atik, Bekir
- Subjects
PAROTID gland surgery ,INTUBATION ,PAROTID glands ,CATHETERS ,SURGICAL complications ,WOUNDS & injuries - Abstract
The parotid duct can be damaged in traumatic injuries and surgical interventions. Early diagnosis and treatment of a duct injury is of great importance because complications such as sialocele and salivary gland fistula may develop if the duct is not surgically repaired. We think the cuff of an intubation tube is an ideal material in parotid duct repair, because of its technical characteristics, easiness of availability, and low-cost. In this paper, we described the use of the cuff cannula of an intubation tube for the diagnosis and treatment of parotid duct laceration, as a low-cost and easy to access material readily available in every operating room. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2017
- Full Text
- View/download PDF
28. Novel Synthetic Approaches for Bisnaphthalimidopropyl (BNIP) Derivatives as Potential Anti-Parasitic Agents for the Treatment of Leishmaniasis.
- Author
-
Keskin, Elif, Ucisik, Mehmet Hikmet, Sucu, Bilgesu Onur, and Guzel, Mustafa
- Subjects
- *
LEISHMANIASIS , *PARASITIC diseases , *DRUG efficacy , *AMPHOTERICIN B , *MUCORMYCOSIS , *DRUG development , *ISOXAZOLINE - Abstract
Leishmaniasis is a neglected parasitic disease that is widely seen in more than 60 countries worldwide, including Turkey and its subcontinental region. There are several chemotherapy agents for the treatment of leishmaniasis, including pentavalent antimonials—i.e., sodium stibogluconate (Pentostan) and meglumine antimoniate (Glucantim), pentamidine, conventional amphotericin B deoxycholate, miltefosine, paramomycin (aminosidine), and liposomal amphotericin B. However, these therapies are usually unsatisfactory due to dose-limiting toxicity issues and limited efficacy. Furthermore, resistance gained by parasites endangers future success of these therapies. Addressing these issues, the development of novel drugs with high efficacy has a vital importance. Latest studies have shown that bisnaphthalimidopropyl (BNIP) derivatives display high activity against Leishmaniasis parasites by selectively targeting parasitic sirtuin proteins and interacting with DNA. Despite the promising anti-parasitic activity, the low solubility and toxicity on human macrophages are the limitations to overcome. This study describes the new synthesis strategies for existing—i.e., BNIPDaoct and BNIPDanon—and novel BNIP derivatives differing in respect of their alkyl linker chain lengths. The new synthesis approach provides certain advantages compared to its existing alternatives reported in the literature. The proposed methodology does not only decrease the number of synthesis steps and production time of BNIPDaoct and BNIPDanon, but also provides higher yields, thereby making the synthesis highly cost-effective. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2019
- Full Text
- View/download PDF
Catalog
Discovery Service for Jio Institute Digital Library
For full access to our library's resources, please sign in.