23 results on '"Bilinç"'
Search Results
2. Spinoza’nın Bilinç Teorisi: 'Fikrin Fikri', Bilinçte Derece Farkları ve 'Kendilik Bilinci'
- Author
-
Enes Dağ
- Subjects
felsefe ,spinoza ,zihin ,bilinç ,fikrin fikri ,kendilik-bilinci ,panpsişizm. ,philosophy ,mind ,consciousness ,ideas of ideas ,self-consciousness ,panpsychism ,panpsişizm ,Social Sciences ,Philosophy. Psychology. Religion - Abstract
Spinoza sisteminde bir bilinç teorisinin varlığı konusunda dünden bugüne devam etmekte olan ciddi bir tartışma mevcuttur. Bu makale, bir yandan mevcut tartışmanın hafifletilebilmesi için farklı bir okuma teklifi sunmakta, diğer yandan ise söz konusu tartışmanın ana tezlerini -henüz bu konuda herhangi bir çalışmanın yapılmadığı- Türkçe felsefe literatürüne kazandırma amacı gütmektedir. Bu doğrultuda, Spinoza sisteminde bir bilinç teorisinin çıkarılabileceği savunulmakta ve tüm paralelizmine rağmen gerçekte olmasa bile kavramsal olarak zihni bedenden bağımsız bir biçimde düşünebilme imkânı irdelenmektedir. Söz konusu bağlamda, öncelikle “fikrin fikri” doktrini, bilincin metafizik temeli olarak ortaya konulmaktadır. Daha sonra bedenin kompleks yapısını oluşturan parçalara dair zihnin daha fazla “fikir”e ulaşabilme ve bu “fikir”lerden “fikrin fikri”ni çıkarabilme durumuna göre oluşan “bilinç dereceleri”, bilincin epistemolojik yönü olarak saptanmaktadır. Bedenin etkilenişlerinin zihin tarafından bilinme derecesine ve bilgi türlerine bağlı olarak insan zihninin nasıl “kendisinin, “Tanrı”nın ve “diğer varolanlar”ın bilincine ulaştığı tespit edilmektedir. Çalışmada varılan sonuç, Spinoza’da bilincin “bilgi” üzerine inşa edildiği, “fikir”in bilgiyi, “fikrin fikri”nin bilinci temsil ettiğidir. Böylece, neredeyse tüm tartışmaların odağında olan “bilinçli zihinler” ile “bilinçsiz zihinler” ve insan zihnindeki “bilinçli fikirler” ile “bilinçsiz fikirler”e dair ayırımın net olmayan sınırları belirginleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu doğrultuda Spinoza’nın bilinç teorisi, onun en genel kapsamıyla zihin teorisiyle ve bu teorinin bir sonucu olan bilgi teorisiyle temellendirilir. Spinoza’nın zihin teorisine göre, özellikle insan zihni söz konusu olduğunda bedende gerçekleşen her değişim zihinde bir fikre tekabül eder (paralelizm) ya da bir fikir olarak temsil edilir. İnsan zihninde meydana gelen fikirler, bedenin etkilenişlerinin, yani bedenin kurduğu ilişkiler neticesinde alıp verdiği etkilere göre kendisinde meydana gelen değişimlerin birer temsilinden ibarettir. İnsan zihni bu fikirlerin bir kısmını “bulanık”, “bölük-pörçük” ya da “yetersiz” (inadequate) bir şekilde algılarken, bir kısmını da “apaçık”, “upuygun” ya da “yeterli” (adequate) bir şekilde kavrar. Spinoza bu temelden hareketle zihin ve bilgi teorilerini ortaya koyar. Ancak insan zihni kendisinde meydana gelen bedenin etkilenişlerinin fikirleriyle yetinmez, aynı zamanda bu fikirlerin yeterli ya da yetersiz olduklarına bakmaksızın onlara dair ikincil fikirler de oluşturur. Bu ikincil fikirler, birincil fikirlerin -yeterli ya da yetersiz olmalarına göre- farkındalığını ifade eder. Makalede bu oluşum ve farkındalık, yani “fikrin fikri” (ideas of ideas) Spinozacı bilinç teorisinin temel zemini ya da ana hattı olarak detaylı bir şekilde ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Bilinç teorisinin diğer sonuç veya çıktıları da her şeyden önce bu temel zeminin anlaşılmasını zorunlu ya da gerekli kılmaktadır. Buna göre insan bedeni, diğerleriyle kıyaslandığında Doğada en fazla parçaya ya da bileşene sahip çok karmaşık bir yapıdır. İnsan zihni ise bedenin kompleks yapısının her bir unsuruna dair fikirlere ulaşabilme imkanına sahiptir. Ancak bu fikirlerin içeriği, insan zihninin kendi bedenini tanıma derecesine göre oluşur. İnsan zihninin kendi bedenini bilme derecesi, aynı zamanda onun bilincinin de derecesini belirler. Spinoza insan dışındaki varlıkların da belli bir “canlılık derecesi”ne sahip olduğunu ve söylediklerinin insan kadar diğer varlıklar için de geçerli olduğunu belirtirken aynı zamanda insan bedeninin diğer bedenlerden, insan zihninin ise diğer zihinlerden daha üstün olduğunu temellendirmeye çalışır. Spinoza bir bedenin diğer bedenden üstünlüğünü, diğeriyle kıyaslandığında birinin kendi başına daha çok eylemi daha fazla gerçekleştirebilmesi olarak görür. Bir beden ne kadar çok parçaya sahipse ya da bünyesinde ne kadar çok çeşit cismi barındırıyorsa, o kadar daha fazla eylemi yerine getirmeye ve etki alıp vermeye müsait olur. Çünkü bir beden diğer bedenlerle karşılaştığında ya da ilişki kurduğunda, parçalarının her biri bu karşılaşmadan ya da ilişkiden etkilenebilir. Dolayısıyla beden ne kadar çok kompleks bir yapıdaysa zihin de o kadar çok fikre sahip olabilir. Bu, bedeni diğer bedenlerden üstün olan insanın, zihninin de diğer zihinlerden üstün olma sebebidir. İnsan zihninin kendi bedenini bilme imkanına bağlı olarak aynı zihindeki fikirler arasında ve birbiriyle kıyaslandığında iki zihin arasında “bilinçsiz fikirler” (non-conscious ideas) ve “bilinçli fikirler” (conscious ideas) olduğu gibi, daha düşük seviyeden daha yüksek seviyeye bilinçte derece farkı da oluşur. Bu derece farkı, makalede bilincin epistemolojik sonucu ya da çıktısı olarak ele alınmaktadır. Bilincin metafiziksel temeli ve epistemolojik sonucu birlikte düşünüldüğünde, insanın “kendilik-bilinci” makalenin son konusu olarak gündeme getirilmektedir.
- Published
- 2022
- Full Text
- View/download PDF
3. Ben Bilinci, Deney ve Bilgi
- Author
-
Fatih Özgökman
- Subjects
philosophy ,soul ,mind ,selfness ,consciousness ,experience ,felsefe ,ruh ,zihin ,benlik ,bilinç ,deney ,Islam ,BP1-253 - Abstract
İnsanın kendi varlığına dair ben bilinci yine kendisi açısından şüphe götürmez. Öyle ki Descartes tarafından ifade edildiği gibi, duyulur her şeyden şüphe ettiğimde bile kendi varlığımdan şüphe edememem, bu nedenle, eğer şüphe ediyorsam “düşünüyorum, o halde varım.” Diğer bir deyişle ben, algılarken, düşünürken veya bir şeyi isterken kendimin en açık ve seçik bir şekilde farkında olurum ve bundan da var olduğum sonucu çıkar. Çünkü düşünen bir şeyin yok olduğu kabul edilemez ve dolayısıyla var olmak için düşünmek yeterlidir. Bu da benim düşünen varlığımın, şüphelendiğim duyu nesnelerinden örneğin bedenden farklı bir töz olmasını gerektirir. Çünkü duyulur her şeyden şüphe ederken kendimden şüphe edememem, benim şüphe edilen şeylerden birisi olmadığımı gösterir. Kısacası, şüphe edilen şeyler ile şüphe edilemez şey, bir ve aynı doğadan olamaz. Bu da benim varlığımın en temel biçiminin düşünen bir şey yani bir ruh veya bir zihin olduğu anlamına gelir. Bununla birlikte böyle bir ruh veya zihnin varlığı, deneyci epistemolojiye göre ciddi bir sorun oluşturur. Çünkü ruh veya zihin özellikle dış deneyde bizim için mevcut değildir. Bu nedenle Hume gibi kimi deneyci düşünürler, ben bilincini üreten bir benliğin tözsel varlığını reddeder ve onu olayların içinde gerçekleştiği bir tiyatro sahnesi gibi algılar toplamına veya duyu deneylerine indirgerler. Hatta kimi deneyci düşünürler daha da ileri gider ve algılanan şeylerin onları algılayan ve ben olarak adlandırılan bir tözün varlığını gerektirmediğini ileri sürerler. Bununla birlikte benliğin deneyde nesne olarak gösterilememesi onun yokluğunu kanıtlamaya yetmez. Çünkü eğer algılar var, fakat algılayan bir özne yoksa algılayanın ne veya kim olduğu ya da algıların nerede bulunduğu gibi sorulara cevap verilemez. Hâlbuki “ben”, aktif bir öznenin fikridir ve düşünme, bilme veya isteme gibi tüm zihinsel işlemler onları gerçekleştiren bu aktif öznenin varlığını gerektirir. Bir özne olmadan söz konusu işlemlerin kendi kendine ortaya çıktığı kabul edilemez. Bu nedenle “ben”, bir tiyatro sahnesi gibi sadece algıların toplamı değildir. Buna göre deneyci epistemoloji benliğin varlığına dair tam bir açıklama veremez. Dolayısıyla deneyci epistemolojiye göre benliğin deneyin bir nesnesi olmadığı doğru olmakla birlikte tüm zihinsel işlemlerdeki aktif rolünün ve varlığının reddedilmesi mümkün görünmemektedir. Öyle ki Kant tarafından da ifade edildiği gibi bilincin varlığı olmadan bilginin meydana gelmesi de düşünülemez. Bununla birlikte Kant’a göre her ne kadar bilginin ortaya çıkması için bilincin varlığı gerekli ise de bilinç bir bilgi değeri taşımaz. Çünkü bilinç, sezgi içermez. Dolayısıyla sezgi nesnelerinin bilgisi gibi ben kendimin bilgisine sahip olamam. Bundan da benim, dünyanın sezgi nesneleri gibi duyusal/maddesel bir varlık olmadığım sonucu çıkar. Bununla birlikte Kant’a göre sezgisi bulunmadığı için benim bir ruh veya zihin olduğum da bilinemez. Bu şekilde Kant hem maddeciliği hem ruhçuluğu bilinemez olarak niteler. Ancak Kant’ın çift taraflı bilinemezci tutumu, insanı, kendi varlığının doğası hakkında tatmin etmeye yetmez. Çünkü duyulur nesneleri bilen insan, Kant tarafından, kendi doğasını bilemez olarak bırakılmıştır. Diğer bir deyişle Kant, Descartes’ın şüphe duyduğu duyulur nesneleri bildiğimizi fakat Descartes’ın şüphe götürmez bulduğu kendi varlığımızın doğasını bilemeyeceğimizi söyler. Halbuki Kant’ın aksine benliğin maddeselliğine dair bilginin yokluğu, onun ruhsallığına dair bir bilgi sayılabilir. Çünkü kendi varlığımıza dair sezginin yokluğu yani kendimizi elle tutup gözle göremememiz bizim maddesel olmadığımızı kanıtlar ve bu da bizim bir ruh veya zihin olduğumuz anlamına gelir. Zaten ruh ve zihin kavramları da aslında maddesel olmayan varlık türünü ifade eder.
- Published
- 2022
- Full Text
- View/download PDF
4. SPINOZA'NIN BILINÇ TEORISI: 'FIKRIN FIKRI', BILINÇTE DERECE FARKLARI VE 'KENDILIK BILINCI'.
- Author
-
DAĞ, Enes
- Subjects
- *
THEORY of mind , *THEORY of knowledge , *PHILOSOPHICAL literature , *LITERARY theory , *TURKISH literature , *SELF-consciousness (Awareness) - Abstract
There is a significant debate going on long time about the existence of a theory of consciousness in Spinoza's philosophical system of thought. This article, on the one hand, offers a different reading to alleviate the current debate, and on the other hand, it aims to bring the main theses of the discussion in question to the Turkish philosophy literature, which has not been studied yet. In this matter, it is argued that a theory of consciousness can be deduced in Spinoza's system of thought, and despite all its parallelism, the possibility of conceptual thinking the "mind" independently from the "body" even if not in reality, is examined. In this context, first, the doctrine of "ideas of ideas" is put forward as the metaphysical basis of consciousness. Then, the "degrees of consciousness", which are formed according to the mind's ability to reach more "ideas" about the parts that make up the complex structure of the body, and to extract the "ideas of ideas" from these "ideas", are determined as the epistemological aspect of consciousness. Depending on the degrees of ideas of the body's affections by the mind and the kinds of knowledge, it is determined how the human mind reaches the consciousness of "self", "God" and "other things". The conclusion in the study is that in Spinoza, consciousness is built on "knowledge"; while "ideas" represents knowledge, the "ideas of ideas" represents consciousness. Thus, the unclear boundaries of the distinction between "conscious minds" and "unconscious minds" and "conscious ideas" and "un-conscious ideas" in the human mind, which are at the center of almost all discussions, are tried to be clarified. In this sense, Spinoza's theory of consciousness in its most general scope is based on the theory of mind and the theory of knowledge, which is a result of first. In Spinoza's theory of mind, especially when it comes to the human mind, every change that occurs in the body, corresponds to an idea (parallelism) or is represented as an idea. The ideas that occur in the human mind are just representations of the affections of the body, that is, of the changes that occur in the body according to the effects it receives and influences as a result of the relations established by the body. While the human mind perceives some of these ideas in a "confused", "fragmentary" or "inadequate" way, it grasps some of them "clearly" or "adequately". Spinoza puts forward his theories of mind and knowledge on this basis. However, the human mind is not settled with only the ideas of the body's affection that occur in it, but also constitute secondary ideas about these ideas, regardless of whether they are adequate or inadequate. These secondary ideas express awareness of primary ideas, whether they are adequate or inadequate. In the article, this constitution and awareness, that is, the "ideas of the ideas", is tried to be revealed in detail as the basic ground or main line of the Spinozist theory of consciousness. Other results or outcomes of the theory of consciousness require first to understand this basic ground. Accordingly, the human body is a very complex structure that has the most parts or components in Nature compared to the others. The human mind, on the other hand, has the capability to reach ideas about each element and its change of the complex structure of the body. However, the content of these ideas is formed according to the degree to which the human mind recognizes its own body. The degree to which the human mind knows its own body also determines the degree of its consciousness. Spinoza states that non-human beings also have a certain "degree of animation", and while stating that what he says is valid for other beings as well as human beings, he also tries to justify that the human body is superior to other bodies and the human mind to other minds. Spinoza sees the superiority of one body over the other as the ability of one to perform more actions on one's own, compared to the other. The more parts a body has or the more different kinds of objects it contains, the more it is available to perform actions and influences or receives effects. Because when a body encounters or interacts with other bodies, each of its parts can be affected by this encounter or relationship. Therefore, the more complex the body has, the more ideas the mind can have. This is the reason why the mind of a person is superior to other minds because of whose body is superior to other bodies. Depending on the human mind's ability to know its own body, there are "unconscious ideas" and "conscious ideas" between the two minds when compared to and between ideas in the same mind, as well as a difference degree in consciousness from a lower level to a higher level. This degree of difference is discussed in the article as the epistemological result or outcome of consciousness. The "self-consciousness" of human, which comes to the fore as a result of considering the metaphysical basis of consciousness and its epistemological result together, constitutes the last subject of the article. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2022
- Full Text
- View/download PDF
5. Ben Bilinci, Deney ve Bilgi.
- Author
-
Özgökman, Fatih
- Abstract
The self-consciousness of a person's own existence is also beyond doubt for himself. So much so that, as expressed by Descartes, I cannot doubt my own existence even when I doubt everything sensible, therefore, if I doubt, "I think, therefore I am." In other words, while perceiving, thinking, or wanting something, I am most clearly and distinctly aware of myself, and from this, it follows that I exist. Because it cannot be accepted that a thinking thing does not exist, and therefore it is sufficient to think in order to exist. This requires my thinking being to be a different substance from the sense objects I suspect, such as the body. Because of the fact that I cannot doubt myself while doubting everything sensible shows that I am not one of the things that are doubted. In short, what is doubted and what cannot be doubted cannot be of one and the same nature. This means that the most basic form of my being is a thinking thing, that is to say a soul or a mind. However, the existence of such a soul or mind poses a serious problem for empiricist epistemology. Since the soul or mind is not available to us, especially in external experience. For this reason, some empiricist thinkers like Hume reject the substantive existence of a self that produces self-consciousness and reduce it to the sum of perceptions or sense experiments, like a theatre stage in which events take place. Some empiricist thinkers go even further and argue that things perceived do not require the existence of a substance that perceives them and is called the self. However, the fact that the self cannot be represented as an object in the experiment is not enough to prove its absence. Because if there are perceptions but there is no perceiving subject, questions such as what or who the perceiver is or where the perceptions are cannot be answered. Whereas “I” is the idea of an active subject, and all mental operations such as thinking, knowing, or wanting require the existence of this active subject who performs them. Without a subject, it cannot be accepted that the events in question have arisen by themselves. Therefore, “I” is not just a collection of perceptions, like a theatre stage. Accordingly, empiricist epistemology cannot give a full account of the existence of the self. Therefore, although it is true that the self is not an object of experience according to empiricist epistemology, it does not seem possible to deny its active role and existence in all mental processes. So much so that, as expressed by Kant, the formation of knowledge is unthinkable without the existence of consciousness. However, according to Kant, although the existence of consciousness is necessary for the emergence of knowledge, consciousness does not have the value of knowledge. Because consciousness does not contain intuition. Therefore, I cannot have knowledge of myself like knowledge of intuition objects. It follows from this that I am not a sensory/material entity like the objects of perception of the world. However, according to Kant, it cannot be known that I am a soul or a mind since it has no intuition. In this way, Kant qualifies both materialism and spiritualism as unknowable. However, Kant’s double-sided agnostic attitude is not enough to satisfy the human being about the nature of his own existence. Because the human being who knows sensible objects is left as ignorant of his own nature by Kant. In other words, Kant says that we know the sensible objects, which Descartes doubted, but we cannot know the nature of our own being, which Descartes found beyond doubt. However, unlike Kant, the absence of knowledge about the materiality of the self can be considered as knowledge of its spirituality. Because the absence of intuition of our own existence, that is, our inability to grasp and see ourselves, proves that we are not material, and this means that we are a spirit or a mind. In fact, the concepts of spirit and mind actually refer to the type of non-material being. [ABSTRACT FROM AUTHOR]
- Published
- 2022
- Full Text
- View/download PDF
6. Solidarity as the Basis of Existence in the Face of Epidemics
- Author
-
Ceyhun Akın Cengiz
- Subjects
Ethics ,Consciousness ,Epidemic ,Etik ,Existence ,Dayanışma ,Salgın ,Solidarity ,Varoluş ,Philosophy ,Felsefe ,Salgın,Dayanışma,Bilinç,Varoluş ,Bilinç ,Epidemic,Solidarity,Consciousness,Existence - Abstract
When challenging times or situations are encountered, man reviews his existence and being, and becomes conscious of himself and his experiences. The role of consciousness in making sense of existence comes to the fore in this context. Those who exist in the eternity of existence want to realize themselves in an unlimite and infinite way. On the other hand, life has tended to express itself in an infinite variety. While every being tries to realize itself in an unlimited / infinite way, it encounters the will of someone else, and this causes a conflict. In this conflict, beings are broken and hurt. Consciousness finds a living space in fragility. It also becomes clear that life's infinite variety requires a fragile, delicate process of revival. From this point of view, it is seen that there is solidarity as much as conflict in the essence of existence. Sustaining life is a matter of being together, acting together and compromising. Deficiencies and problems can be overcome with solidarity. As a being of value and consciousness human beings with solidarity will be able to overcome disaster problems such as epidemics. This study will examine the role of solidarity as a means of dealing with epidemics. With solidarity, it will be mentioned that the attitude of people towards instrumentalizing everything other than themselves can be prevented and the importance of solidarity as the basis of the stance against the indifference of the indifference of the desire to exist., Zorlu dönem ya da durumlar karşılaştığında insan, varlığı ve varoluşunu gözden geçirir, yaşadıklarının ve kendisinin bilincine varır. Bilincin varoluşun anlamlandırılmasında rolü bu bağlamda ön plana çıkar. Varoluşun sonsuzluğu içinde varolanlar kendilerini sınırsız ve sonsuz bir şekilde gerçekleştirmek isterler. Diğer yandan hayat kendisini sonsuz çeşitlilikte ifade etmeye de yönelmiştir. Her var olan kendisini sınırsız/sonsuz şekilde gerçekleştirmeye çalışırken başkasının iradesiyle karşılaşır ve bu da bir çatışmaya neden olur. Bu çatışmada varlıklar kırılır, incinir. Kırılganlıkta bilinç kendisine yaşam alanı bulur. Aynı zamanda hayatın sonsuz çeşitliliğin kırılgan, narin bir canlanma sürecine ihtiyaç duyduğu da açıkça ortaya çıkar. Buradan hareketle varlığın özünde çatışma kadar dayanışmanın da olduğu görülür. Hayatın sürdürülmesi bir arada olmakla, birlikte eylemde bulunmakla ve uzlaşmakta söz konusu olur. Dayanışma ile eksikliklerin ve sorunların üstesinden gelinebilir. Bir değer ve bilinç varlığı olarak insan, dayanışma ile salgın gibi felaketlerin sorunların üstesinden gelebilecektir. Bu çalışmada salgın hastalıklarla baş etmenin yolu olarak dayanışmanın rolü incelenecektir. Dayanışma ile insanların kendisinden başka olan her şeyi araçsallaştırmaya yönelik tavrının önüne geçilmesinin ve varolma isteğinin kayıtsızlığının araçsallaştırıcı tavrına karşı duruşun dayanağı olarak dayanışmanın önemine değinilecektir.
- Published
- 2021
- Full Text
- View/download PDF
7. The problem of the definition of physical in philosophy of mind
- Author
-
Tufan Kıymaz
- Subjects
İkicilik ,Consciousness ,Physics ,media_common.quotation_subject ,Physical,Physicalism,Physics,Dualism,Consciousness ,Physicalism ,Fizik ,Fiziksel,Fizikselcilik,Fizik,İkicilik,Bilinç ,Fizikselcilik ,Epistemology ,Fiziksel ,Philosophy ,Felsefe ,Dualism ,Bilinç ,Physical ,media_common - Abstract
Zihin-beden sorununun birçok felsefeci tarafından zihinselle fizikselin ontolojik ilişkisini açıklığa kavuşturma sorunu olarak ele alınması, günümüz zihin felsefesi tartışmaları için “fiziksel” teriminin tanımlanması ihtiyacını doğuruyor. Fakat, zihnin fizikselliğini sorgulanma motivasyonun altında zihnin doğasına ve doğadaki yerine dair farklı sorular yatabiliyor ve bu soruları “fiziksel” terimini kullanarak sormak istediğimizde, birbiriyle uyuşmayan, bazen de kendi içinde kabul edilebilir olmayan, farklı fiziksellik tanımlamalarını kullanmamız gerekiyor. Bu çalışmada, zihin felsefesi tartışmalarında en çok kullanılan dört fiziksellik tanımlamasını inceleyerek bu tanımlamalardaki sorunları ortaya koyuyor ve sonuç olarak, günümüz zihin felsefesinde “fiziksel” terimi diyaloğu ve anlaşmayı zorlaştıran bir rol oynamaya başladığından, zihin-beden sorunu bağlamında bu terimi kullanmaktan kaçınmanın daha yararlı olacağı görüşünü savunuyorum., Since, in contemporary philosophy of mind, the mind-body problem is generally understood as the problem of explaining the ontological relation between the mental and the physical, defining “physical” presents itself as an important issue. However, the question of the physicality of the mental can stem from several distinct underlying questions and if we want to phrase those underlying questions by using the term “physical”, we are left with incompatible and, to different extents, implausible conceptualizations of the physical. In this paper, I investigate four of the most influential conceptualizations of the physical in the contemporary philosophy of mind, and I conclude that the term “physical” is best left out from the debate on the mind-body problem.
- Published
- 2021
- Full Text
- View/download PDF
8. Fizikselcilik Karşıtı Bilgi Argümanının Bir Savunusu
- Author
-
Tufan Kiymaz
- Subjects
The knowledge argument ,Bilgi argümanı ,Bilgi Argümanı,Fizikselcilik,Görüngüsel Bilgi,Bilinç ,Philosophy ,Felsefe ,Consciousness ,Bilinç ,Physicalism ,Fizikselcilik ,Görüngüsel bilgi ,The Knowledge Argument,Physicalism,Phenomenal Knowledge,Consciousness ,Qualia ,Phenomenal knowledge - Abstract
Frank Jackson’ın bilgi argümanı, bilinçli zihin durumlarımızın birinci kişi gözünden elde edilen öznel bilgisinin beyin durumlarının nesnel bilgisine indirgenemeyeceği iddiasından bilinçli zihin durumlarının fiziksel olmadığı sonucuna varır. Günümüz zihin felsefesi literatüründe bu argümana yöneltilen birçok itiraz bulunabilir. Bu çalışmada, bilgi argümanının içerdiği iddia ve varsayımları ortaya koyduktan sonra, argümanın her adımına getirilen başlıca itirazları ayrı ayrı ele alıyor ve bilgi argümanını bu itirazlar karşısında savunuyorum. Buradaki amacım, argümanın sağlamlığını kanıtlamak değil, fakat Jackson’a yöneltilen itirazların sorunlarını ve zayıf yönlerini ortaya koyarak bilgi argümanının sağlamlığına ve dolayısıyla fizikselciliğin yanlış olduğuna inanmanın hala makul bir felsefi pozisyon olduğunu göstermek., According to Frank Jackson’s knowledge argument, the fact that the subjective knowledge of conscious mental states cannot be reduced to the objective knowledge of brain states shows us that conscious mental states are not physical states. There are many rejoinders to this argument in contemporary philosophy of mind. In this article, after laying down the claims and assumptions that the knowledge argument rests on, I defend the argument against each major objection in the literature. My aim here is not to prove that the knowledge argument is sound, but to show that none of the objections are strong enough and that it can still be reasonable to believe that the knowledge argument is sound and physicalism is false.
- Published
- 2021
9. Aydınlanma Döneminden Günümüze Bilimsel Bilginin Temelindeki Ana Sorunsal: İdealizm-Materyalizm Tartışması ve Diyalektik Yöntem.
- Author
-
ALTUNTAŞ, Ekin Oyan
- Abstract
Copyright of International Relations / Uluslararasi Iliskiler is the property of International Relations Council and its content may not be copied or emailed to multiple sites or posted to a listserv without the copyright holder's express written permission. However, users may print, download, or email articles for individual use. This abstract may be abridged. No warranty is given about the accuracy of the copy. Users should refer to the original published version of the material for the full abstract. (Copyright applies to all Abstracts.)
- Published
- 2015
- Full Text
- View/download PDF
10. Jean-Paul Sartre'ın varlık görüşü bağlamında özgürlük düşüncesi
- Author
-
Demir, Emine, Yılmaz, Muhsin, Bursa Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Felsefe Anabilim Dalı/Felsefe Tarihi Bilim Dalı., and Felsefe Anabilim Dalı
- Subjects
Nothingness ,Freedom ,Sartre, Jean Paul ,Consciousness ,Responsibility ,Camus, Albert ,Camus ,Being ,Sartre ,Sorumluluk ,Varlık ,Existence philosophy ,Philosophy ,Felsefe ,Bilinç ,Hiçlik ,Özgürlük ,Asset - Abstract
Bu çalışmada Jean-Paul Sartre'ın mutlak özgürlük düşüncesi onun tanrı tanımaz varlık görüşü zemininde incelenecektir. İlk bölümde özgürlük kavramının tarihsel gelişimine doğru bir yolculuk yapılacak, çalışılan filozofların özgürlük düşünceleriyle Jean-Paul Sartre'ın özgürlük düşüncesi karşılaştırılarak bir değerlendirme yapılacaktır. Birlikte yaşanılan çağın ruhunda bilincin özgürlük sancısı olarak Sartre ve Camus'nün özgürlük anlayışları değerlendirilecektir. İlerleyen bölümlerde Jean-Paul Sartre'ın özgürlük düşüncesini oluşturduğu varlık anlayışı ele alınacaktır. İki varlık alanı kendinde-varlık ve kendi-için-varlık arasındaki ilişkinin hiçlikle bağlanarak özgürlüğün insan gerçekliğini nasıl oluşturduğu ele alınacaktır. Tanrı'nın olmadığı bir dünyada insanı doğuştan belirleyen bir değerler sisteminin olmayışının yerine, mutlak özgürlük düşüncesi ikame edilerek insanın değer yaratan bir varlık olarak özgürlüğü işlenecektir. Sartre'ın özgürlüğünün sorumlulukla bağlanması etik bir varoluşun anahtarıdır. Özgürlüğün, insanın kendisine ve başkasına karşı sorumluluğunu gerçekleştirmesinin yolu olarak, içdaralması içinde insana nasıl musallat olduğu incelenecektir.Anahtar Sözcükler: Sartre, Camus, Varlık, Bilinç, Hiçlik, Özgürlük, Sorumluluk In this work, Jean-Paul Sartre's idea of absolute freedom is examined on the basis of his atheistic view of being. A description of the historical development of the idea of freedom through the history of philosophy is given by comparing with Sartre's one at the same time in the first part of the study. Both Sartre's and Camus' conceptions of freedom is evaluated by the way as to the pain of freedom within the spirit of the era they lived. Sartre's conception of being is scrutinized from which he derived from his own view of freedom in the following parts of the study. It is argued then that how freedom forms the fact of being human by combining the relationship between being-in-itself and being-for-itself with nothingness. The freedom of man as a value-creating being in a world without God is processed by replacing the idea of absolute freedom instead of an a priori system of values which determines man form his birth. The commitment of Sartre's conception of freedom with his concept of responsibility is the key to an ethical existence. It will be examined then that how freedom infested human beings in internalizing as a way of fulfilling one's responsibility towards himself and others.Keywords: Sartre, Camus, Being, Consciousness, Nothingness, Freedom, Responsibility 113
- Published
- 2020
11. Şehir-Felsefe ilişkisi
- Author
-
Kaya, Mustafa, Fen-Edebiyat Fakültesi, and Kaya, Mustafa
- Subjects
Şehir ,Philosophy ,Felsefe ,Policy ,Consciousness ,Yurttaşlık ,City ,Bilinç ,Citizenship ,Politika - Abstract
İnsanların fiziksel bir mekânda bir arada yaşamalarının sonucu olarak teşekkül eden “şehir”, söz konusu bir arada oluşun ötesine taşan bir anlam alanına sahiptir. Bu toplu yaşamın ötesine taşan şeyin ne olduğu sorusu önemlidir. Bu sorunun cevabı bizi ister istemez şehrin ne olduğu ve neyi ifade ettiğine götürecektir. Şehir öncelikle insanın temel kaygılarından biri olan ‘yer’, ‘mekân’ sorunuyla ilişkilidir. Ancak şehirler, insanla ilişkisinde sadece pasif olarak belirlenen boş mekânlar değildir; onlar insanların yaşam pratiklerinin birer belirleyicisidirler. Bu anlamda şehirler, insanların düşünme ve yaşama biçimlerini belirlerler. Şehir dilin de yuvasıdır. Şehirde dilin gelişimi ile insanların bilincinin gelişimi birbirlerini etkileyip dönüştüren bir süreç haline gelmiş görünmektedir. Son olarak şehir siyasetin kendisine mekân edindiği en önemli yerleşim birimidir. The “city” which is formed as a result of people living together in a physical space, has a domain of meaning that goes beyond the coexistence of such a combination. What matters is what goes beyond this collective life. The answer to this question does not want us to ask what the city is and what it means. The city is primarily concerned with the problem of ‘space’ which is one of the basic concerns of man. However, cities are not only passively identified empty spaces in relation to people; they are the determinants of people’s living practices. In this sense, cities determine people’s ways of thinking and living. In addition, the city is the home of the language. It seems that the development of language in the city the development of the consciousness of the people have become a process that affects and transforms each other. Finally the city is the most important settlement area for politics.
- Published
- 2019
12. Toprak etiği ve eleştirel sosyal teori
- Author
-
İndibi, Mehtap Nur, Şentuna, Barış, Sosyal Bilimler Enstitüsü, and Sosyoloji Anabilim Dalı
- Subjects
Ethics ,Land Ethic ,Consciousness ,Critical Social Theory ,Alienation ,Metabolic Rift ,Çevre Sosyolojisi ,Social theory ,Philosophy ,Soil ,Metabolik Yarık ,Felsefe ,Sociology ,Critical discourse analysis ,Environmental Sociology ,Ecological environment ,Bilinç ,Yabancılaşma ,Eleştirel Sosyal Teori ,Human-environment interaction ,Değer ,Sosyoloji ,Human-soil interaction ,Toprak Etiği ,Value - Abstract
Balıkesir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji Ana Bilim Dalı, Toprak etiği, doğa ile insan arasındaki ilişkiyi yeniden yorumlayarak devrimci bir bakış açısı sunmanın yanı sıra, insanın doğayı araçsal olarak ele alırken dışsallaştırdığını ve doğada yarattığı tahribatı bu nedenle görmezden geldiğini ortaya koyar. Sosyoloji, analiz birimi olarak insanı alması sebebiyle doğa ile olan ilişkiyi sınırlı olarak inceler. Benzer bir şekilde, eleştirel sosyal teorinin doğa ve insan ilişkilerine yönelik bakış açısının insanı merkeze alması, bu teorinin bütüncül olmasını engellemektedir. Ancak, teorinin esnek yapısı, toprak etiğinin bütüncüllük ve hayvan haklarına bakış açısı bağlamında yeniden değerlendirilmesine olanak tanımaktadır. Bu bağlamda, Marksist teorinin değer, yabancılaşma, metabolik yarık ve bilinç kavramları, toprak etiğine bağlı kalınarak yeniden yorumlanmıştır. Tezin amacı, eleştirel sosyal teorinin bir konu olarak işlediği ancak merkeze almadığı doğayı, toprak etiğine bağlı kalarak yeniden değerlendirmek ve literatürdeki bu eksikliği kuramsal olarak kapatmaktır. Diğer taraftan, kapitalist üretim biçiminin yeni formu olan neoliberalizmin mevcut durumları yadsıtma metodu olarak gösteri toplumu ve risk toplumu tezleri yine toprak etiği bağlamında değerlendirilmekte, bu şekilde günümüzde doğa ile insan ilişkisi incelenmektedir., Land ethic manifests that people externalize the nature by taking it instrumentally and ignore the destruction created by themselves, by revolutionarily reevaluating the relations between human and nature. Because sociology takes the human individual as the unit of analysis, it constrictedly analyzes the relationship with nature. Since critical social theory similarly takes the human at the center of the theory, it is not possible to claim that its point of view to the relationship between nature and human is holistic. Still, flexible structure of the theory allows the reevaluation of it with respect to the principles of land ethic, like holism and animal rights. In this respect, the concepts of Marxism, like value, alienation, metabolic rift and consciousness are reevaluated by holding to the land ethic. The aim of the thesis is bringing the nature up to the critical social theory, not as an issue but as the center of the debate by evaluating it on the basis of the land ethic, that allows to fill the gap in the literature. Besides, the society of spectacle and risk society theories, which are the methods of neoliberalism as the new form of capitalist mode of production, are analyzed again in relation to land ethic, in this way, the relationship between the nature and people.
- Published
- 2019
13. Zihin felsefesi bağlamında yapay zeka üzerine felsefi bir irdeleme
- Author
-
Yitmen, Elif, Kutlusoy, Zekiye, Maltepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yitmen, Elif, and Felsefe Ana Bilim Dalı
- Subjects
Cognitive science ,Consciousness ,zihin ,philosophy of mind ,bilinç ,artificial intelligence ,Platon ,Mind ,Philosophy ,Felsefe ,Aristotle ,zihin felsefesi ,cognivite science ,turing ,conciousness ,Mind of philosophy ,yapay zeka ,bilişsel bilim - Abstract
Geleneksel ve çağdaş zihin felsefesinin tarihsel süreci içinde Antikçağdan beri birçok düşünür ruh/zihin-beden ilişkisine yönelik olarak çeşitli görüşler ortaya koyar. Aristoteles, Platon’da görülen ruh-beden ayrılığını ortadan kaldırarak, ruh ile bedeni bir tözün iki ayrı öğesi olarak ele alır. Ortaçağa gelindiğinde ruh-beden ilişkisine ilişkin belirlemeler tanrısallık ile aktarılır. Modern felsefenin kurucusu kabul edilen Descartes, benimsediği ikicilikle zihin-beden problemine yol açarak bunun günümüzde çeşitli disiplinlerce tartışılan bir konu olmasına önayak olur. Bilişsel bilimlerin doğmasıyla da başlarda sadece zihin felsefenin ana problemlerinden biri olan zihin-beden sorunu, giderek bilinç-beyin sorunu, bilişsel disiplinlerin de ana konusu haline gelir. Felsefenin önünü açtığı etkinlik alanları arasında bulunan yapay zekâ, bilişsel dilbilim, bilişsel psikoloji, bilişsel sinirbilim alanları, insan zihnini/bilincini anlamaya yönelik çalışmalarını farklı doğrultularda sürdürerek geliştirmeye çalışırlar. Zihin felsefesi ise zihnin ve bilincin yanı sıra yapay zekâ kavramına da ilişkin olarak irdelemelere girişirken daha çok yapay zekâya karşı bir duruş sergiler. Bu soruşturmalar ile, hayatımıza etki eden yapay zekânın neliği, olanaklılığı ve sınırları gibi konular açısından aydınlatılmasının önemi büyüktür., In the historical process of the traditional and contemporary philosophy of mind, since ancient times, many philosophers have put forward various arguments with regard to the soul/mind-body connection. Aristotle eliminates Plato’s “mind-body distinction” and deals with the soul and the body as two different elements of the same essence. During the Middle Ages, all the identifications regarding the mind-body relation were relayed through divinity. Acknowledged as the founder of modern philosophy, Descartes, an adopter of dualism, makes way for the mind-body problem and therefore, generates an ongoing discussion among various disciplines. With the birth of the cognitive sciences, the mind-body problem, which was initially an issue of concern to the philosophy of mind only, has increasingly become the main topic of the consciousness-brain problem and cognitive disciplines as well. Being among the domains pioneered by philosophy; artificial intelligence, linguistics, psychology and neurology, have been conducting various studies in various ways so as to understand the human mind/consciousness. The philosophy of mind, on the other hand, maintains a stance against the artificial intelligence when it attempts to investigate the concept of artificial intelligence as well as mind and consciousness. With these investigations, it is significantly important to shed light on the artificial intelligence, which is affecting our lives, in terms of its entity, possibilities and limitations.
- Published
- 2018
14. Antikçağdaki ruh anlayışlarının zihin felsefesi tarihindeki yansımaları üzerine
- Author
-
Doğan, Yasin, Kutlusoy, Zekiye, Felsefe Ana Bilim Dalı, Maltepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, and Doğan, Yasin
- Subjects
zihin ,Consciousness ,Ancient Ages ,Aristoteles ,philosophy of mind ,bilinç ,Platon ,Mind ,Spirit ,Philosophy ,zihin felsefesi ,ikicilik ,Felsefe ,Aristotle ,Dualism ,ruh ,özdekçilik ,Materialism ,Mind of philosophy ,soul - Abstract
Zihin felsefesinin ikici ve özdekçi yaklaşımları aslında kökenlerini Antikçağdan almaktadır. Pythagorasçılardan esinlenen Platon’un ruh görüşü, modern dönemde Descartes’ın felsefesine yansıyarak ikici akımların yolunu açarken, devamında 17. ve 18. yüzyılda Leibniz’in öncülüğünde koşutçuluk, Geulincx ve Malebranche’ın öncülüğünde aranedencilik, 19. yüzyılda gölgeolguculuk ve 20. yüzyılın başında da içebakışçılık akımları önde gelen ikici yaklaşımlar olarak ortaya çıkar. Öte yandan Demokritos’un atomculuğunda kökenini bulan Aristoteles’in ruh görüşü ise, özellikle modern dönemde Spinoza’nın yaklaşımını etkiler ve sonrasındaki özdekçi görüşlerin temelini oluşturur. Spinoza’dan ve dolayısıyla Aristoteles’ten etkilenen özdekçi anlayışlar olarak 1940’lı yıllarda felsefi davranışçılık, 1950’li yıllarda fizikselcilik/özdeşçilik ve 1960’larda işlevselcilik akımları öne çıkar, Materialist and dualist approaches in philosophy of mind, actually take root in Ancient Greece. Dualism occurs as the reflection of Plato’s account of soul, grounded on Pythagorean view of soul, on Descartes’. In the rest process, 17th and 18th centuries parallelism emerges under Leibniz’s leadership; occasionalism is developed by Geulincx and Malebranche; in the 19th century, epiphenomenalism and in the beginning of the 20th century introspectionism occur. On the other hand, Aristotle’s account of soul, grounded on Democritus’ atomism, affects especially Spinoza’s views in modern age and underlies his materialist approach. Furthermore, philosophical behaviorism in the 1940’s, physicalism (identity theory) in the 1950’s, and functionalism in the 1960’s arise; all of them are affected by Spinoza and Aristotle.
- Published
- 2018
15. Bilinç-kimlik etkileşiminin nörofelsefe açısından temellendirilmesi
- Author
-
Özkan, Burçak, Kutlusoy, Zekiye, Felsefe Ana Bilim Dalı, Maltepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, and Özkan, Burçak
- Subjects
Nörofelsefe ,Behavioral-cognitive neurosciences ,İdentity ,Interaction ,Consciousness ,Kimlik ,Davranışçı-bilişsel sinirbilim ,Bilinç-kimlik etkileşimi ,Neurophilosophy ,Philosophy ,Felsefe ,Identity ,Bilinç ,Consciousness-identity interaction - Abstract
Bilinç ve kimlik arasında tersinir ve birbirini yapılandıran, dönüştüren bir ilişki bulunmaktadır. Bilinç, beyin başta olmak üzere sinir sisteminden kaynaklandığı için, öncelikle biyolojik ve genetik, sonrasında (nöro)anatomik, (nöro)fizyolojik yapı ve işlevler bağlamında ortaya çıkmaktadır. Beyin ve bilinç, bu asli özelliklere ek olarak bütünleşik bir biçimde genetik ve çevresel belirlenimler altındadır. Bilincin bu yapısal niteliği, beyin-bilinç bağlantılı tüm bilimsel araştırma ve felsefi soruşturmalarda sayılan unsurların bir arada değerlendirilmesini zorunlu kılar. Bu çerçevede beynin oldukça önemli bir özelliği olarak öne çıkan plastisitenin yol açtığı değişebilirlik, bütünüyle bilinç-kimlik etkileşimine de yansır. Tüm bunlardan dolayı, bu etkileşimin, biyolojik-çevresel, bireysel-toplumsal, tepkisel-rasyonel vb. gerilimlerle tanımlanan çok katmanlı bir yapılanma sergilediği netlik kazanır. Bilinç-kimlik etkileşiminin nörofelsefi açıdan temellendirilmeye girişildiği bu çalışmada, davranışçı-bilişsel sinirbilimin bulgularından faydalanmanın kaçınılmazlığı, plastisiteyi söz konusu etkileşimin merkezinde konumlanan bir olanak olarak görüp özgürlüğü bu olanakla ilişkilendirmenin gerekliliği gibi kimi saptamalar yapılırken, doğru yönetilmesinin koşullarının araştırıldığı plastisitenin, olumsuz yapılanmasından doğabilecek sorunlara çözüm önerileri de getirilmeye çalışılmaktadır. Dahası, bilinç-kimlik etkileşiminin, felsefe tarihinde, davranışçıbilişsel sinirbilim yaklaşımından hareket eden nörofelsefi bir kavrayışla soruşturulmasına yönelinmektedir. Çalışmanın kapsamının genişletilmesi durumunda, etik, siyaset, sanat ve eğitim gibi alanlardaki açılımlarıyla disiplinlerarası tartışmalara önemli katkılarda bulunabileceği ve yaşanmakta olan kimi sorunların çözümlenmesi çabalarına, bu sorunların yeni bakış açılarıyla tanımlanarak soruşturulması bakımından destek olabileceği düşünülmektedir, There exists an interaction between consciousness and identity. Since consciousness is originating from nervous system including the brain specifically, it is, first of all, due to the biological and genetic properties and functions and then (neuro)anatomic and (neuro)physiological ones. İn addition to these principal properties, brain and consciousness are under genetic and environmental determinations. This structural property of consciousness makes all mentioned components to be evaluated all together in scientific researches related to the brain. Thus alteration due to plasticity being a very important property of the brain, influences the consciousness-identity interaction. Because of them this interactive relation exhibits a multi-layered construction determined via biologicalenvironmental, individual-social and reactional-rational tensions. In this study, in which the consciousness-identity interaction is attempted to be founded in neurophilosophical way, some points as well as inevitability of the use of behavioral-cognitive neuroscientific findings, the necessity to relate freedom to plasticity placed at the center of this interaction are determined, while some solutions to the problems caused by the misleading of the plasticity are proposed. Furthermore this interaction in history of philosophy is inquired from neurophilosophical point of view. Extensions of the study provide important contributions to areas like ethics, politics, aesthetics and education
- Published
- 2017
16. Sanatı 'ben' ile kurgulamak; sanatçının içe bakışı
- Author
-
Dilaveroğlu, Rabia, Özel, Ayşe, Sosyal Bilimler Ana Bilim Dalı, Doğuş Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Plastik Sanatlar Yüksek Lisans Programı, and Dilaveroğlu, Rabia
- Subjects
Artists ,Ego ,Introversion ,Fine Arts ,Consciousness ,Plastic arts ,Self-presentation ,Ben ,Sanat ,Sanatçı ,Art trends ,Felsefe ,Bilinç ,Art activities ,Art philosophy ,Güzel Sanatlar ,Art - Abstract
Tezin konusu `Sanatı 'Ben' İle Kurgulamak; Sanatçının İçe Bakışı`dır. Bilinç, çocukluğumuzda aynaya bakmakla başlayan ve ölene kadar sürekli şekillenen bir süreçtir. Bilinçli bir şekilde kendimize yönlendiğimizde de benliğimiz ortaya çıkmaktadır. Sanat, özü gereğince, felsefidir. Çünkü özünde yaşamın anlamı, kaynağı ve nedeninden bize söz etmektedir. İnsanların, varoluşunu kavramasında yardımcı olup dünya görüşünü geliştirmektedir. Bir sanat eseri sanatçısının dünyayı algılayışı ile var olmaktadır. Sanatçının, felsefi ve estetik görüşleri ne denli ilerici olursa, insanların da ondan o derece feyz alma ve etkilenmesi mümkün olacaktır. Bu da bizim bireyden itibaren toplumsal gelişimimizi ve ilerlememizi sağlayacaktır. Bundan dolayıdır ki felsefe ile sanat birbirlerini tamamlar niteliktedir. Çalışmanın kapsamı, felsefe ile sanatın birleştiği nokta da 'ben' nedir? Sorusuna yanıt aramaktır. Bunun yanıtını tezde ayrıntılı bir şekilde irdelenmektedir. Rönesans'la birlikte sanatçılar, mesleklerinde entelektüel yetenek ve bilginin de gerekliliğine inanmaya başladıklarından; felsefeye, edebiyata ve diğer sanat dallarına da ilgileri artmıştır. Şairler, mimarlar, ressamlar bir araya gelip tartışıp konuşmuşlardır. Böylelikle, bir ressam bir şiirden, bir edebiyatçı bir resimden etkilenerek eser üretebilmiştir. Tez amacını, sanatçıların sanat akımları içinde, Rönesans'tan başlayarak günümüz sanatına kadar gelen dönemde, 'ben'in sanat üzerindeki etkisi nedir? Sanatçılar benliklerini sanatları ile nasıl ortaya koymuştur? Sorularının arayışı üzerine oluştururmuştur. 'Ben'in felsefi bakış açısından, akımlar, dönemler, sanat ve sanatçı açısından neye ve nasıl etkileri olmuştur? Sorularına yanıt aranmıştır.Anahtar Kelimeler: Ben, bilinç, sanat, sanatçı, felsefe The subject of thesis is `FİCTİONALİZE THE ART WİTH 'ME' ; İS THE İNTROSPECTİON OF THE ARTİST`. The conscious, is a process that starts with looking at the mirror in our childness and always taking shaping to death. Also when we orientate ourselves consciously self-respect come out. The art is philosophical, quintessentially. Because essentially it mention to us meaning of life, source and also the reason. It helps human understanding existence, improve weltanschauung. A art work come into being by perceiving world of its artist. In the event how progressive is philosophical and esthetics opinion of the artist, it is going to be possible for us drawing inspiratiaon and being influenced from it insomuch. In turn it will provide our social development and improvement as from individual. For this reason philosophy and art complete each other. The scope of this work is searching answer of the question of, what is 'me' at the junction of philosophy and the art? It is possible to see answer of this comprehensively in thesis. With renaissance the artists's interest increased to philosophy, letter and other art branch because of coming to believe necessity of intellectual ability and knowledge in their profession. Poets, architects, painters so on and so forth had spoken by coming together. Thus, a painter affected by a poet, a men of letters affected by a paint were able to produce work of art.The thesis constitute object on seeking questions of artists among art movements, what is effect of `me` on art? How the artists did reveal their self-respect with their art? in period that begins from renaissance till today's art. It had been searched answers of questions, to what and how had been effects of 'Me' From the philosophical perspective, movements, periods, from the art and the artist perspective.Key words: Me, conscious, art, artist, philosoph 171
- Published
- 2017
17. Conscious Manner and Instict in Carl Gustav Jung
- Author
-
Beytur, Tolga, Türker, Sadık, and Felsefe Anabilim Dalı
- Subjects
Instinct ,Traditional Patterns ,Bilinçdışı ,Conscious ,Consciousness ,Jung, Carl Gustav ,Motivational orientation ,Unconscious ,Duyusal Özellikler ,Unconsciousness ,Sensorial properties ,Philosophy ,Felsefe ,Güdüsel Yönelim ,Bilinç ,Bilinçli Farkındalık ,Mindfulness - Abstract
Bu çalışmada, Jung'da gelenek kalıpları ile içgüdüler arasındaki benzerlik ve ilişki araştırılmış, bunlarla bilinçli bir aklın yönettiği davranışlar arasındaki ayrım ortaya konulmuştur. Jung'un eserlerinde bilinçdışı, gelenek kalıpları ve içgüdüler ile bilinç kavramları ele alınıp incelenmiştir. Bilinçdışı kavramıyla gelenek kalıplarına bağlı kültürel davranışların ilişkisi değerlendirilerek, içgüdüsel davranışların kökeni ortaya konulmuştur. İnsan davranışları mensup olduğu kültürün gelenek kalıplarından etkilenirken, hayvan davranışları ise içgüdüsel programa bağlı olarak belli uyaranlara karşı gösterilen sabit tepkilerden oluşur. Buna bağlı olarak insanlarda bilinçdışına dayalı kolektif şuurun yansımalarını gelenek kalıplarına bağlı kültürel davranışlarda gözlemleriz. Hayvan davranışları ise içgüdüsel programa dayalı olarak gerçekleşirken, davranışlar belli uyaranlara karşı gösterilen sabit tepkilerden oluşur. Bu yönüyle akli bir kökene dayanmamaları, dolayısıyla sürpriz yaratıcılıklar içeren davranışlar göstermemeleri nedeniyle gelenek kalıpları içgüdülerle benzerlik gösterir. Oysa bilinçli aklın yönettiği davranışlar akli bir kökene dayanmaları ve sürpriz yaratıcılıklar içermeleri yönüyle bunlardan oldukça farklı bir yapıdadırlar. Çünkü bilinçli bir aklın yönettiği davranış zinciri içerisinde ne yapıldığı, neden yapıldığı, nasıl yapıldığı gibi soruların cevapları bulunur. Jung'da akli bir temelden uzak olarak gerçekleşen davranışlar bağlamında insanlardaki gelenek kalıpları ile hayvanlardaki içgüdüler benzerlik gösterirler. Dolayısıyla Jung'a göre insandaki gelenek kalıplarının hayvanlardaki içgüdülere karşılık geldiğini söyleyebiliriz. Descartçı anlayışta salt aklın kullanılması sonucunda ortaya çıkan bilinçli davranışlar, farkında olunmadan yapılan insanlardaki gelenek kalıpları ile hayvanlardaki içgüdülere bağlı davranışlardan farklıdırlar. In this study the similarity and the relationship between traditional patterns and instincts was researched and the distinction between these and the manners managed by a conscious mind were put forward. In Jung's works unconscious, traditions, instincts and conscious were researched. Assessing the connection between the notion of unconsciousness and the cultural manners linked with traditional patterns, the source of instinctional manners was put forward. While human manners are affected by the traditional patterns of its culture, the animal manners consist of the stable reactions against certain stimulus related to the instictive programme. Relatively we observe the reflections of the collective consciousness based on unconsciousness in cultural manners which are related to traditional patterns. Animal manners occur via instinctive programme and the manners consist of the stable reactions to certain stimulus. In this aspect their not being based on a mental source and their not having manners that include surprise creativities make traditional patterns similar to instincts. However the manners managed by a conscious mind strictly differ from those as they are based on a mental source and as they include surprise creativities. Because there are the answers of the `why, what and how it is being done` questions in a chain of manners managed by a conscious mind. In Jung, the traditional patterns in human and the animal instincts are similar from the basis of the manners taking place without a mental basis. Therefore we can say that in Jung the traditional patterns in human refer to the instincts of animals. According to Descartes phylosophy, conscious behaviours that came out as a result of using solely mind are different from the tradition models in people which they are done unconsciously and instict-based behaviours in animals. 81
- Published
- 2017
18. Sinizm ve sınıf bilinci
- Author
-
Yılmaz, Yunus Anıl, Sam, Rıza, Sosyoloji Ana Bilim Dalı, and Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Sosyoloji Anabilim Dalı.
- Subjects
Consciousness ,Enlightenment ,False consciousness ,Class consciousness ,Cynicism ,Diogenes ,Diyojen ,Özne ,Philosophy ,Felsefe ,Enlightenment philosophy ,Sociology ,Kynicism ,Subject ,Sloterdijk, Peter ,Bilinç ,Kinizm ,Sinizm ,Peter Sloterdijk ,Aydınlanma ,Yanlış bilinç ,Sosyoloji - Abstract
1983 yılında Peter Sloterdijk'ın Kritik der zynischen Vernunft isimli eserini yayınlamasıyla birlikte sinizm felsefe literatüründe sıklıkla tartışılan bir konu haline geldi. Sinizm, adını Antik Yunan'da Sokrates'in takipçileri tarafından başlatılan bir felsefî akım olan Kinizm'den alır. Kinizm; pratik bir anti-idealizm, etik yaşam, eleştiri, satir ve direniş geleneğidir. Ancak modern çağla birlikte kelime bu anlamlarını kaybederek ideoloji eleştirisinin etki etmediği bir yanlış bilincin ve ironiyle otoriteyi meşrulaştırarak hayatta kalma stratejisinin adı olmuştur.Bu çalışmada, sinizm ve Kinizm kavramları Sloterdijk'ın Kritik der zynischen Vernunft çalışması merkeze alınarak açıklanmıştır. Bu kavramların açıklamalarının yanısıra bu kavramlarla ilgili fikir ayrılıkları ve kavramların bir eleştirisi de çalışma boyuncu sunulmaya çalışılmıştır. Sinizm kavramının en ayırt edici tanımı olan `aydınlanmış yanlış bilinç` kavramı ise Aydınlanma düşüncesi etrafında ele alınmıştır. Aydınlanmanın, özne ve bilinç kavramlarını nasıl yorumladığı tartışılarak `aydınlanmış yanlış bilinç` olarak sinizm formülasyonunun sınırlılıkları sorgulanmıştır. With the publication of Peter Sloterdijk's Kritik der zynischen Vernunft in 1983, cynicism has become a subject of frequent discussion in philosophical literature. Cynicism takes its name from Kynicism, a philosophical movement initiated by followers of Socrates in Ancient Greece. Kynicism is a practical anti-idealism, ethical life, criticism, satire and resistance. However, with modern times the word -by losing its meaning- has become the name of the false consciousness that critique of ideology does not affect and strategy of justifying authority with irony for self-preservation. In this study; concepts of cynicism and Kynicism are explained by taking Sloterdijk's Kritik der zynischen Vernunft to the center. In addition to the explanations of these concepts, disagreements over the concepts and critiques of the concepts has also been tried to be presented throughout the study. The concept of `enlightened false consciousness`, which is the most distinctive definition of the concept of cynicism, was handled around the idea of Enlightenment. By discussing how Enlightenment interprets the concepts of subject and consciousness, the limitations of cynicism formulation as `enlightened false consciousness` have been questioned. 123
- Published
- 2017
19. Babanzade Ahmed Naim's philosophy perception and his approach to problems
- Author
-
Özoğul, Şenel, Bircan, Hasan Hüseyin, and Felsefe Anabilim Dalı
- Subjects
Philosophy ,Babanzade Ahmed Naim ,Felsefe ,Consciousness ,Darülfünun ,Ahlak ,Babanzade Ahmet Naim Efendi ,Bilinç ,Philosophical thought ,Gökyüzü ,Sky ,Morals ,Morality - Abstract
Yüksek Lisans Tezi Yök Merkezi No:447877, Bu tezde, "Babanzade Ahmed Naim'in Felsefe Algısı ve Ele Aldığı Felsefi Problemler" konusu çalışılmıştır. Tez giriş, üç bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Girişte tez konusu, çalışma yöntemi ve kaynaklar, çalışma bölümleri hakkındaki görüşleri belirtilmiştir. Tezin birinci bölümünde, Babanzade Ahmed Naim'in hayatı, felsefe ve ilim dünyasına kazandırdığı eserleri ve dünya görüşleri enine boyuna çalışılmıştır. Çalışmanın ikinci bölümünde, düşünürün felsefe algısı ayrıntılı incelenmiştir. Felsefenin tanımı, konusu ve kapsamı, onun tercüme metodolojisi ve ilimler hakkındaki düşünceleri ortaya konmuştur. Tezin üçüncü bölümünde, Ahmed Naim'in ele aldığı felsefi problemler tetkik edilmiştir. Onun varlık ve metafizik konular, Tanrı ve evren ilişkisi, epistemoloji ve ahlak konularındaki düşünceleri incelenmiştir. Sonuç kısmında ise, çalışılan konuların genel bir değerlendirmesini yapılmıştır. Düşünürün felsefi düşünceye yaptığı katkılara değinilmiştir. Ayrıca onun felsefi konuları ele alış biçimiyle ilgili kısa değerlendirmeler yapılmıştır., In this thesis, "Babanzade Ahmed Naim`s philosophy perception and his approach to problems" have been studied. The thesis consist of an introduction, 3 main chapters and a conclusion. Thesis subject, methods, resources and study sections have been briefly stated in the introduction. In the first chapter, Babanzade Ahmed Naim`s life, his perception about philosophy and his contributions to science have been investigated broadly. Second chapter of this study, his sense of philosophy have been investigated. Not only definition, subject and content of philosophy, but also his ideas about translation methodolojy and science have been deeply worked. In the third chapter of the thesis, problems of philosophy that Ahmed Naim stated have been studied. Also his ideolojy about existence, metaphysics, God and universe relation, epistemology and morals has been analysed. In the last part, a general conclusion of the study has been stated. His contribution to philosophy has been specified. Besides brief reviews about his manner of philosophical subjects have been made.
- Published
- 2016
20. The fundamental question underlying scientific knowledge since the age of enlightenment: Idealism versus Materialism debate and the dialectical method
- Author
-
Altuntaş, Ekin Oyan, BAİBÜ, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, and Altuntaş, Ekin Oyan
- Subjects
Philosophy ,Felsefe ,Consciousness ,Marx ,Entity ,Bilinç ,Postmodernizm ,Postmodernism ,Hegel ,Varlık - Abstract
WOS:000369472700003 It appears that where knowledge about reality originates from and how one can reach that knowledge is a topic to be discussed within philosophy. On the other hand, scientists who are doing research in social sciences are, either knowingly or unknowingly, producing knowledge within Idealism and Materialism, which are two paradigms searching for an answer to this question. The main distinction in the method used to reach knowledge, except for the ones in these two paradigms and their internal derivatives, emerges according to whether a dialectical approach is utilized, and this distinction is the main determiner of whether knowledge is scientific or not. The aim of this study is to analyze the general inclinations of the idealist-materialist distinction in social sciences and the role of the dialectical approach used in this process in line with the institutions that have stood out from the Age of Enlightenment up to this date. The study also aims to criticize the consequences of transformations in capitalist accumulation model throughout 1900s and their effects on theoretical approaches which become distant to scientific understanding and define reality just in accordance with human consciousness or post-human social network system. Gerçekliğe ilişkin bilginin nereden kaynaklandığı ve bu bilgiye nasıl ulaşılacağı felsefeye ait bir tartışma alanı gibi görünmektedir. Bununla birlikte, günümüzde sosyal bilimler alanında çalışma yapan bilim insanları farkında olarak veya olmayarak bu soruya yanıt arayan iki farklı paradigma olan İdealizm ve Materyalizm içinden bilgi üretmektedir. Bu iki paradigma ve iç türevleri dışında bilgiye ulaşma yönteminde ana ayrım diyalektik yaklaşıma sahip olup olmamakla ortaya çıkmaktadır ki, bu ayrım bilginin bilimsel olup olmadığının başlıca belirleyicisidir. Bu çalışmanın amacı, sosyal bilimlerdeki idealist-materyalist ayrışmasının genel eğilimlerini ve diyalektik anlayışın süreçteki rolünü Aydınlanma döneminden günümüze kadar devam eden süreç içinde öne çıkan kuramlar bağlamında analiz etmek ve 1900’lerden günümüze kapitalist üretim ilişkilerinde yaşanan dönüşümlerin gerçekliğin tanımına ilişkin teorik yaklaşımları nasıl bilimsellikten uzaklaşarak salt öznenin bilinci veya öznesiz ilişkiler ağına indirgediğini eleştirel bir şekilde değerlendirmektir.
- Published
- 2015
21. Ahlak, ahlak teorisi ve bilimi, bilim ve iş ahlakı
- Author
-
Özen, Sadettin, Maltepe Üniversitesi, İşletme ve Yönetme Bilimleri Fakültesi, and Özen, Sadettin
- Subjects
Ahlak bilimi ,Felsefe ,Vicdan ,Ahlak ,Bilinç ,Özgürlük ,İş ahlakı ,Mantık - Abstract
Ahlak üzerine geliştirilen teoriler, gelişmeyi ve iyi hayat kurmayı amaçlar; gerçeklikler, gereklilikler ve tutarlılıklar üzerine temellenir. Ahlak teorileri bilime, felsefeye ve inançlara başvurur; bu alanlardaki temel amaç ve uygulama tanımlarını gerektirir. Ahlak teorilerinin dayandığı ve kurduğu kavramlar çeşitli yönlerde geliştirilmeye, ilerletilmeye çalışılmaktadır. Bunlar arasında mantık, akıl, teori ve pratik arasındaki tutarlılıkları ve sosyal algılar sayılabilir. Toplumlar, gelişme amaçları doğrultusunda kaynaklarını etkin ve verimli kullanırken yukarıda anıldığı şekliyle bilimin ve toplumun çeşitli veçhelerini dikkate alarak etik/ahlak eğitimine ilişkin düşünceler ortaya koymaya çalışırlar. Diğer yandan ahlak teorisi ve pratiğine dair geliştirilen tanımlar, metodolojik olarak analiz ve sentez ile tümevarım ve tümdengelimin karşılıklı etkileşimleri ve uyumları ile desteklenir. Bu çalışma, yukarıda belirtilen bakış açıları göz önünde bulundurularak ahlak bilgisi ve bilimi; bu alandaki bilme, bilinçlenme, etkinleşme ve gelişme süreçleri; ahlakın ekonomik ve estetik açılımları ve tanımlamaları ile ahlak teorisi içinde üretme ve gelişme süreçleri düşünceleri üzerine odaklanmaktadır. Çalışma; bilim, ahlak bilgisi ve felsefesi, deterministik analitik ve sentetik akıl yürütmeler, sosyal düşünceler, uygulamalı bilimler, gelişme felsefesi ve ahlakı, ahlak modeli ve çözümleme yöntemleri, içsel yargılamalar, asal amaçlar ile ahlak tanımlamaları ve ilişkileri çerçevelerinde sürdürüldü. Ahlak algısı ve bilgisi gelişiminin, bilgilenmeyi, bilinçlenmeyi, etkinleşmeyi; temel ve uygulamalı analitik felsefe bakış açılarını, süreç ve gelişme temel tanımlarını, yöntem bulgularını ve bilgilerini gerektirdikleri görüldü.
- Published
- 2015
22. John Searle's theory of consciousness
- Author
-
Süzgün, Eyüp, Macit, Muhittin, İlahiyat Anabilim Dalı Felsefe ve Din Bilimleri Bilim Dalı, and İlahiyat Anabilim Dalı
- Subjects
Philosophy ,Felsefe ,Consciousness ,Biyografi ,Felsefeciler ,Searle, John ,Bilinç ,Biological naturalism - Abstract
ÖZETBilinç sorunu, binlerce yıldan bu yana felsefî düşüncenin temel meselelerinden biri olmuştur. Sorunun en önemli kısmı basitçe şöyle ifade edilebilir: Öznel niteliksel bilinçli durumlar, beyin süreçleri tarafından tam olarak nasıl ortaya çıkarılır ve beyinde nasıl gerçekleşir? Bu konuda bugüne kadar ileri sürülen çözüm önerileri ise, ya “fiziksel” ve “zihinsel” şeklinde ontolojik olarak birbirinden tamamen ayrı iki alan bulunduğunu varsayan ikici ya da yalnızca “fiziksel” şeylerin var olduğunu savunan maddeci yaklaşımların içinde yer almışlardır. Fakat hem ikicilik hem de maddecilik, söz konusu sorunu çözmekte yetersiz kalmıştır.Bu çalışma, Amerikalı filozof John Searle’ün Biyolojik Doğalcılık olarak adlandırdığı, indirgemeci olmayan doğalcı bilinç teorisini konu edinmektedir. Biyolojik Doğalcılığı temel iddiaları ve çözüm önerileriyle inceleyen bu tezin amacı, bilim, felsefe ve gerçeklikle ilgili esas kabullerini de göz önüne alarak, Searle’ün, ontolojik niteliklerini dışarıda bırakmayacak şekilde bilinci fiziksel bir dünya anlayışı içine nasıl yerleştirdiğini analiz etmektir. Tezde, genel hatlarıyla bilinç sorununun çerçevesi çizilerek, Searle’ün ontolojiyi temel alan bilim ile felsefe yaklaşımı ele alınmış ve bilinç teorisinin bütüncül bir değerlendirmesi yapılmaya çalışılmıştır. ANAHTAR KELİMELER: Bilinç, John Searle, Biyolojik Doğalcılık, Zihin-Beden Problemi.ABSTRACTThe problem of consciousness has been the subject of philosophical reflection for thousands of years. The central part of the problem can be stated simply as follows: How exactly are subjective qualitative conscious states caused by brain processes and how are they realized in the brain? The solutions which has been asserted till now are either dualism which presupposes that there are two ontological realms which are totally distinct from each other as “physical” and “mental”, or materialism which claims that there are only physical things. However, neither dualism, nor materialism are sufficient to solve this problems.The main discussion of this work is about American philosopher John Searle’s naturalistic and non-reductive theory of consciousness, which he called Biological Naturalism. The present study aims to analyse the basic assertions and solutions of Biological Naturalism, considering its main hypothesis on science, philosophy and reality, and how Searle analyses consciousness in the physical world without excluding its ontological features. It focuses on Searle’s science and philosophy, which are based on ontology, tries to make holistic evaluation of the theory of consciousness, and maps out general framework of the problems of consciousness.KEY WORDS: Consciousness, John Searle, Biological Naturalism, Mind-Body Problem
- Published
- 2009
23. Consideration of 'We' in the Sections 'Preface and 'Introduction' of the Phenomenology of Spirit
- Author
-
Tanrıkulu, Oya Esra and Tanrıkulu, Oya Esra
- Subjects
Experience ,Bilim ,Felsefe ,Görüngübilim ,Consciousness ,Görüngübilimci ,Science ,Bilinç ,Phenomenology ,Phenomenologist ,Philosopher ,Filozof ,Deneyim - Abstract
Hegel’in Tinin Görüngübilimi adlı eseri üzerine pek çok çalışma mevcuttur. Bu çalışmalar bazen çok özel konular üzerinde yoğunlaşabilmektedir. Bunlardan biri de, Görüngübilim’de ‘Biz’in rolünün ne olduğu üzerinedir. Bu konuda farklı yorumlar mevcuttur. Hegel, ‘biz’in kim olduğuna açık bir yanıt vermese de, O’nun ifadelerine bağlı olarak bu konuda üç ayrı yorum bulunmaktadır. Bu yorumlar sırası ile ‘Biz’in deneyimleyen bilinç, okuyucu ve görüngübilimci olduğu şeklindedir. Bu yazıda söz konusu yorumlara bağlı olarak ‘Biz’in Görüngübilim’in “Önsöz” ve “Giriş” bölümlerinde nasıl değerlendirildiğini ele alacağız. There are many studies about Hegel’s book, The Phenomenolgy of Spirit. These studies sometimes concentrate on specific subject-matters. One of them is also the role of ‘We’ in the Phenomenology. There are different interpretations with regard to this matter. Although Hegel does not give any clear account of it, there are three different interpretations of the ‘We’ related to Hegel’s explanations. These interpretations are ‘We’ as the exprienced conciousness, the reader and the phenomenologist respectively. In relation to the interpretations in question, we will discuss how ‘We’ is evaluated in the ‘Preface’ and ‘Introduction’ of The Phenomenology of Spirit.
- Published
- 2007
Catalog
Discovery Service for Jio Institute Digital Library
For full access to our library's resources, please sign in.