Search

Borsa ile ilgili sosyal medya kanalları üzerinde oluşan kanallar ve sayfalar binlerce ve hatta bazıları milyonlarca insanlar tarafından takip edilmektedir. Çalışmanın amacını sosyal medya kanalları ve dijital platformlarda borsa manipülasyonunun tüm ekseniyle araştırılması oluşturmaktadır. Araştırmada nitel araştırma yöntemi ile birlikte bilgi edinme ve öngörü geliştirme amaçlandığı için nicel araştırma türlerinden biri olan panel regresyon modeli kullanılmıştır. Nasdaq OMX'de işlem gören Apple, Microsoft ve Facebook ve Linkedin firmalarının 2013 yılı verileri analiz kapsamında kullanılarak sosyal medyada yapılan manüpülasyonların etkisi belirlenmeye çalışılmıştır. 2013 yılındaki sermaye yapılarına göre, finansman yapıları, hisse değerleri, karlılıkları ve buna benzer borsa değerleri analiz edildiğinde bir önceki yıla, yani 2012 yılına göre göze çarpan farklılıklar olduğu görülmektedir. Büyümelerin olduğu dönemlerde firmaların Nasdaq değerleri ile Twitter üzerinde yapılan ve manüpülatif içerik olarak değerlendirilebilecek tweet'ler arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülmektedir. Dolayısıyla sosyal medyanın borsa değerlerini doğrudan etkileyebileceği sonucuna varılmaktadır.Anahtar Kelimeler: Borsa Manipülasyonu, Sosyal Medya, Dijital Platformlar The channels and pages formed on the social media channels related to the stock market are followed by thousands and even some by millions of people. The aim of the study is to investigate stock market manipulation with all axes on social media channels and digital platforms. The panel regression model, which is one of the quantitative research types, was used in the research since it was aimed to obtain information and develop foresight along with the qualitative research method. By using 2013 data of Apple, Microsoft and Facebook and Linkedin firms traded in Nasdaq OMX within the scope of analysis, the effects of the manipulations on social media were tried to be determined. According to the capital structures in 2013, when financing structures, share values, profitability and similar stock market values are analyzed, it is seen that there are noticeable differences compared to the previous year, that is, 2012. It is seen that there is a significant relationship between the Nasdaq values of the companies and the tweets made on Twitter that can be evaluated as manipulative content during the periods of growth. Therefore, it is concluded that social media can directly affect the stock market values.Keywords: Stock Exchange Manipulation, Social Media, Digital Platforms 75

Bu araştırmanın amacı, kendi kendine yardım grupları içerisinde yer alan Adsız Alkolikler(AA) gruplarına katılan ve iyileşme döneminde olan alkol bağımlısı bireylerindillendirdikleri motivasyon/demotivasyon unsurlarını anlamaktır. Alkol bağımlılığı vebuna bağlı yaşanan sağlık sorunları tüm dünyada giderek artmaktadır. Alkol bağımlılığıkronik bir rahatsızlıktır ve birey tedavi olsa dahi tekrar alkol tüketebilmektedir. Nükssüreçleri ile ilerleyen alkol bağımlılığının tedavisinde bireyin motivasyonunun sağlanmasıönem arz etmektedir.İyileşme sürecinde olan bireylerin nüks yaşamamalarındaki motivasyonları derinlemesineanlayabilmek için bu çalışma nitel araştırma yöntemi ile yapılmıştır. Bu çalışmaçerçevesinde araştırmacı, 11 üyesi olan Tekirdağ ve 8 üyesi olan İstanbul Bakırköy AAgruplarının haftalık toplantılarına gözlemci olarak katılmış ve Tekirdağ grubundan 8,Bakırköy grubundan ise 4 kişi olmak üzere toplamda 12 kişi ile birebir görüşme yapmıştır.Araştırmanın veri toplama araçları olarak, araştırmacı tarafından geliştirilen`Sosyodemografik Bilgi Formu` ve 12 adet açık uçlu sorudan oluşan `Görüşme Formu`kullanılmıştır. Demografik Formu tüm katılımcılar doldurmuş, Görüşme Formu sadecebirebir görüşmelerde kullanılmıştır. Elde edilen veriler tematik analiz yöntemi ile analizedilmiştir. Bu bağlamda araştırmanın kendisi araştırmacılara bulunması hedeflenen ayıklık sürecine dair motivasyon unsurları, destekleyici ve zorlayıcı faktörlerden fazlasınıvermiştir. Bu çalışma sonucunda 6 ana başlık ve bunlara ait alt temalar elde edilmiştir, bubaşlıklar şu şekildedir: `İçki İçmeye Başlamaya Dair Motivasyon`, `İçki İçmeye DevamEtmeye Dair Motivasyon`, `İçkiyi Bırakmaya Dair Motivasyon`, `Ayıklığa DairMotivasyon`, `Ayıklığı Destekleyen Unsurlar`, `Ayıklığı Zorlayan Unsurlar.` Bu unsurlarliteratür ışığında bir arada değerlendirildiklerinde, alkolizmin tüm evrelerinde motive vedemotive eden faktörlerin, benlik kavramı etrafında toplandığı görülmüştür. Bu daalkolizmin tedavisinde benlik kavramının ele alınması gerektiğine işaret etmektedir. Buçalışmada bulunan bulguların, alkol bağımlılığından muzdarip bireylerin tedavisindekullanılan yöntemlere katkısı olacağı düşünülmektedir. Bu araştırma, Adsız Alkolikler ileyürütülmesi, ayıklık sürecindeki motivasyon/demotivasyon unsurlarının araştırılması venitel araştırma yöntemi ile yapılması bakımından özgündür.Anahtar Sözcükler: Adsız Alkolikler, alkol bağımlılığı, motive/demotive eden unsurlar The purpose of the research is to comprehend the motivation/demotivation factors whichare given voice by the alcohol addicted individuals in their recovery period and who areparticipated to Alcoholics Anonymous (AA) which is a self-supporting relief organization.Alcohol addiction and the related health problems are increasing gradually throughout theworld. Alcohol addiction is a chronic disease and the individual may consume alcoholeven after the treatment. Providing the individuals motivation is very important for thetreatment of the alcohol addiction which has a recurrent progression. Therefore, this studyis made by the consensual qualitative research method in order to throughly understand themotivations of the individuals who do not experience a recurrent in their recovery period.Within the scope of the research, the researcher has participated as an observer in theweekly meetings of the Tekirdağ AA with 11 members and Istanbul Bakırköy AA with 8members and has interviewed one on one with 12 people in total as 8 people from theTekirdağ group and 4 people from the Bakırköy Group. A `Sociodemographic Data Form`and `An Interview Form` consisting of 12 open-ended question which are developed bythe researcher are used as a data collection tool. The demographic form is filled out by all the participants where the interview form is only used in one to one interview. The dataobtained is analyzed by the thematic analysis method. Within this context, the researchitself has provided more information than expected about the targeted motivation factors,supportive and challenging factors about the sobriety period. As a result of this study, 6major topics and relative sub themes are obtained, which are: `The motivation to startdrinking alcohol`, `The motivation to continue drinking alcohol`, `The motivation to quitdrinking alcohol`, `The motivation about sobriety`, `The factors to support the sobriety`,`The factors to challenge the sobriety`. When these factors are evaluated together in thelight of the literature, the motivating and demotivating factors are found to be gatheredaround self-concept throughout all phases of alcoholism. Therefore, this result indicatesthat the self-concept should be considered during the treatment of alcoholism. The findingsin research are considered to contribute the methods that are used for the treatment of theindividuals who are suffering from alcohol addiction. This research is unique in terms ofresearching of the motivation/demotivation factors in the sobriety period, developing withthe Alcoholics Anonymous and using consensual qualitative research method.Key Words: Alcoholics Anonymous, alcohol addiction, motivating / demotivating factors 121

Bu çalışmada, bileşik sanatların grafik tasarım ile olan ilişkisi araştırılarak, günümüzde grafik tasarımın sanat anlamında kullanımı irdelenmiş ve öğeleri üzerinde durulmuştur.Bileşik sanatlar tanımı gereği farklı disiplinler arasındaki birleşik ilişkileri, çağdaş sunum ve ifade biçimlerini önemseyen sanat anlayışıdır. Grafik tasarım ise mağara döneminden başlayıp 19. yy sonu itibariyle ayrı bir sanat dalı olarak kabul edilmiş, aynı zamanda kapitalist sistemler gereği oluşan tüketim kültürüne hizmet eden etkili bir dil yaratmıştır. Grafik tasarım, resim tarihi ile özdeş bir geçmişe sahiptir. El yazma eserlerinden başlayarak, baskı tekniklerinin de gelişmesiyle, tasarım ve sanat olgusunun içerisinde kendisini sağlamlaştırmıştır. Dünya da teknolojik gelişmelere paralel olarak iletişim ve görselliğin önem kazanması sanatında uygulama alanlarını da genişletmiştir. Bileşik sanatlar da, görsel sanatların içerisinde bulunan resim, heykel, fotoğraf, baskı ve seramik sanatlarının her biri ile grafik tasarımın etkileşimde olduğu ele alınmıştır. Araştırmalar da bize gösteriyor ki, farklı disiplinler arası sanat dallarının, bir biri ile etkileşim içerisinde olduğu ve hepsinin grafik tasarım ile yollarının kesiştiği görülmektedir. Bir çok sanat akımının etkisi ile grafik tasarım sanatı, kolaj, illüstrasyon, baskı resim tekniklerini resim sanatına katarak etkilemiştir. Bu etki resimde bulunan bir çok öğenin, grafik tasarım öğeleri ile yer değiştirip, sanatçıya farklı bir bakış açısı kazandırmıştır. Örneğin bir tabloya gazete küpürleri ile kolaj yapılarak, tipografi etkileri ile yazı girerek bir çok eser grafik tasarım anlayışı ile sanatçılar tarafından üretilmeye başlanmıştır.Yüzyıllar boyunca insanoğlu yaşam standartlarına göre ihtiyaçları her zaman değişkenlik göstermiştir. Bununla birlikte tasarım alanlarıda ihtiyaçlarına göre paralel olarak genişlemiştir. Günümüzde iletişim aracı olarak görsel grafik öğeleri sözlü anlatımı aşmış durumdadır. Sanatçılarda dönemin yapısından dolayı bu durumdan etkilenmektedir. Bu durumdan dolayı yaşadığımız yüzyıl grafik tasarım yüzyılı olması bakımından da, bileşik sanatlarda ki oynadığı rol büyüklüğü doğal karşılanmalıdır. In this study, the relationship between combined arts and graphic design has been investigated and the use of graphic design in the sense of art today has been examined and its elements have been emphasized.Combined arts is an artistic perspective which cares differences between combined relationships, contemporary presentation and the forms of expressions. Graphic design is accepted as a different kind of art from cave period until the end of 19. centuries. Also, it creates an efficient language what serves to the consumption culture by existence from capitalism. Graphic design has a history as same as art history. It consolidates itself in the fact of design and art, starting from hand writings works. Furthermore, improvements of the printing techniques help it. Technological, communication and visual innovations help arts to expand the fields of the art. In composite arts, graphic design interacts with each of the art, sculpture, photography, printing and ceramic arts in the visual arts. Researches show us that different disciplines of art are interacting with each other, and all of them intersect with graphic design. With the influence of many art movements, it influenced graphic design art, collage, illustration, printing and painting techniques to paint art. This effect has been replaced by graphic design elements of many items in the picture, giving the artist a different perspective. For example, by creating collage with newspaper clippings on a painting, typing with typography effects, many works have been produced by artists with a graphic design understanding.For centuries, requirements have always changed according to their living standards. At the same time, design areas have expanded in parallel with their needs. Nowadays the visual graphic elements exceed the verbal lecture as communication method. Artists are also affected from this case because of the structure of day. That is the reason the century that we lived in must be met naturally for both prevalence of graphic design and significant role of compound arts. 101

Dijitalleşme ve endüstri 4.0 yeni bir sanayi devrimi olarak beyaz sektöründeki firmalarda büyük etkiler yaratmaya başlamıştır. Dijitalleşme ve Endüstri 4.0 firmalara yeni iş modelleri, esnek üretim sistemleri, bireysel akıllı ürünler , dijital değer zinciri ve kaynakları ve enerjiyi etkili kullanma gibi birçok yenilik sunmaktadır. Bu araştırmada beyaz sektöründeki firmalarda hedeflerine aldıkları dijitalleşme ve endüstri 4.0 konularında etkilerini değerlendirmektedir. Bu tez beyaz sektöründeki sektöre değer katan dijitalleşme çalışmalarını ve çeşitli sektörel ve bilimsel sorularla endüstri 4.0 etkilerini göz önüne çıkartarak piyasadaki dijitalleşme ve endüstri 4.0'ın sağladığı faydaları analiz etmektedir. Anahtar Kelimeler: Endüstri 4.0, Beyaz Eşya Sektörü, Dijitalleşme, Nesnelerin interneti, akıllı sistemler This study deals with `EFFECT OF DİGİTALİZATİON AND INDUSTRY 4.0 ON HOME APPLİANCES AREA` in Turkey factories, digitalization and industry 4.0 has begun to have a major impact on firms in the white-goods sector as a new industrial revolution. Digitalization and Industry 4.0 offers companies many new innovations, including new business models, flexible production systems, individual intelligent products, digital value chain and efficient use of resources and energy. In this research, it evaluates the effects of digitalization and industry 4.0 on the targets of white-goods companies. This thesis analyzes the benefits of digitalization and industry 4.0 by taking into account digitalization studies that add value to the sector in the white-goods sector and the effects of industry 4.0 with various sectoral and scientific questions.Keywords: Industry 4.0, Internet of the things, Digitalization, Home Appliances, Digital Factory 153

Bu araştırma, Eğitim Fakültelerinin Müzik Öğretmenliği Anabilim Dalı programında yer alan piyano derslerinde, yirminci yüzyıl piyano müziği dağarının uygulanma durumunun saptanması ve eğitime yönelik en etkin uygulama biçiminin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Piyano eğitiminde Barok, Klasik ve Romantik Dönem eserlerini içeren sistematik bir dağar kullanılmaktadır. Ancak, yirminci yüzyıl piyano müziği eserlerinin diğer dönem eserlerine göre farklı teknik ve müzikal zorluklara sahip olması, genel anlamda tek bir karakteristik özellik taşımaması, bu dönemde eğitime yönelik eser veren bestecilerin az olması, kültürel dokunun bu dönem müziğini dinleme ve çalmaya yönelik eğilimlerde rol oynaması gibi etkenlerin, yirminci yüzyıl müziği eserlerinin piyano eğitiminde uygulanmasında zorluklara neden olduğu görülmektedir.Bu araştırmada nitel araştırma yöntemlerinden yarı yapılandırılmış görüşme tekniği kullanılmıştır. Araştırmada elde edilen veriler betimsel analiz ve içerik analizi tekniği ile değerlendirilmiştir. Çalışmanın örneklemini, Ege Bölgesi'nde bulunan dört üniversitenin Müzik Öğretmenliği Anabilim Dallarında görev yapmakta olan toplam on sekiz öğretim elemanı oluşturmuştur.Değerlendirmeler sonucunda, yirminci yüzyıl eserlerinin piyano eğitimi dağarında uygulanırken öğretim elemanları tarafından dikkate alınan konuların, en başta eserlerin teknik yapısı olmak üzere besteci, öğrenci seviyesi, öğrenci ilgi ve beğenisi, akım ve eserlerin zorluk seviyesi olduğu saptanmıştır. Yirminci yüzyıl müziği eserlerinin çok seslendirme teknikleri, form yapısı, pedal kullanımı, sonorite gibi çeşitli teknik ve müzikal zorluklara sahip olması nedeniyle bu eserlerin çoğunlukla 3. ve 4. sınıf seviyesinde uygulandığı görülmüştür. Piyano eğitimi dağarı oluşturulurken öğretim elemanlarının yirminci yüzyıl eserlerini akımlardan çok bestecilere göre belirledikleri saptanmıştır. Ayrıca, Çağdaş Türk bestecilerinin eserlerinin diğer yirminci yüzyıl bestecilerine göre daha sık tercih edildiği anlaşılmıştır. Kültürel ve çevresel etkenlerin rolüyle Çağdaş Türk bestecilerin ardından Rus, Fransız, Doğu Avrupalı, Azeri, caz-blues bestecileri ve güncel bestecilerin tercih edildiği ve buna paralel olarak yirminci yüzyıl müzik akımları arasında en fazla tercih edilen akımların başında Ulusalcılık ve İzlenimcilik akımlarının geldiği saptanmıştır. Öte yandan, yirminci yüzyıl içerisinde yer alan her akımın piyano eğitimi için uygulanmak üzere elverişli olmadığı anlaşılmıştır. Elde edilen sonuçlar doğrultusunda öneriler sunulmuştur. This research aims to determine the current application state of the twentieth century piano music repertoire used in piano lessons in the Music Teaching Department of Education Faculties and to identify the most effective application form of the repertoire for education.A systematic repertoire of Baroque, Classical and Romantic works is used in piano education. However, twentieth-century piano music works have different technical and musical difficulties compared to the works of the other periods, they do not have a regular characteristic in general, there are few composers who composed educational works in this period and cultural structure plays a role in the tendencies towards listening and playing music of this period. Because of these reasons, it is noted that twentieth century music works cause application difficulties in piano education.In this research, semi structured interview technique, one of the qualitative research methods, was used. The collected data is evaluated with descriptive analysis and content analysis techniques. The sample of the study consists of eighteen faculty members working in the Music Teaching Departments of four universities in the Aegean Region of Turkey.As a result of the evaluations of the data, it is determined that the issues considered by the instructors in the application of the twentieth century works in the repertoire of piano education are specifically technical structure of the works, composer, student level, student interest and taste, musical genre and the difficulty level of the works. For the reasons that twentieth century music works have many technical and musical difficulties such as composing techniques, musical form, pedal usage, sonority, these works are mostly applied at the 3rd and 4th grade levels. While forming a repertoire of piano education, it is revealed that the instructors determine the works of the twentieth century music according to composers rather than the genres. In addition, it is understood that the works of contemporary Turkish composers are preferred more often than the other twentieth century composers. With the role of cultural and environmental factors Russian, French, Eastern European, Azerbaijani, Jazz-blues and contemporary composers are the ones chosen after contemporary Turkish composers, and in parallel to this, it is found that Nationalism and Impressionism are the most preferred genres among the twentieth century music genres. On the other hand, it is understood that not every genre in the twentieth century is suitable for using in piano education. Suggestions are presented in line with the results obtained. 115

Bu çalışma, mülteci krizi olarak bilinen olayın sonuçlarına alternatif bir açıklama getirmektedir. Yıllardır milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapmasına rağmen, Türkiye örneğini analiz eden çalışmalar mülteci akının vatandaşların oy davranışı üzerinde önemli derecede etkilemediği sonucuna varmışlardır. Mültecilerin, Türkiye'deki yerel vatandaşların oy verme davranışı üzerindeki etkisini araştırarak bu çalışma göçmen literatüründeki Avrupa ülkelerini araştıran çalışmalarını şu şekilde desteklemektedir: hükümetler sınır ötesi hareketliliği kontrol edemedikleri için ciddi biçimde cezalandırılır. Ancak bu cezalandırma mekanizması ülkenin her yerinde var olmayabilir. Mekânsal yakınlık ve sınır literatürlerinden yararlanarak, bu çalışma sınıra yakınlığın mültecilerin zararlı etkisini azalttığını savunmaktadır. Sınır şehirleri boyunca göze çarpan güvenlik endişeleri bayrak etrafına toplanma etkisini tetikler, bununla birlikte kültürel farklılıkların bulunmayışı da mültecilere göre önyargıların artmasını engeller. Bunun sonucu olarak, yerel vatandaşların hükümetin tarafını tutması daha muhtemeldir. Dahası, bu tez göçmenlerin etkileri teorisinde bulunan her konuya uygulanabilirlik yaklaşımına karşı çıkar. Önerildiği gibi yerel vatandaşlar her zaman aşırı-sağcı partilere yönelmezler. Alternatif eksikliğinden yararlanarak, Cumhuriyetçi Hareket Parti, Suriye İç Savaşı'nın başladığı günden beri göçmenleri sınırlayıcı politikaları desteklemiştir. Elbette, hükümete karşı diğer politika alanlarında da istikrarlı karşı çıkmak etkili olmuştur ancak CHP'nin mültecilere karşı duruşu da seçmen de karşılık bulmuştur. AKP ve CHP'nin seçim çevresindeki oy oranlarını analiz ederek, bu tez yukarıda açıklanan trendi desteklemektedir. Öte yandan, toplam düzey analizindeki olası ekolojik yanılgıdan dolayı, CSES Modül 4 ve 5 kullanarak, çalışma aynı hipotezleri bireysel seviyede de test etmektedir. Bireysel-seviye bulguları, toplam düzey analizindeki verileri şu şekilde desteklemektedir: artan mülteci oranı sınıra uzak şehirlerde daha yüksek olasılıkta CHP'ye oy verme ile ilişkilidir. Öte yandan sınıra yakın şehirlerde mülteciler vatandaşların oy davranışını şekillendirmede etkili olmamıştır. This study brings an alternative explanation to the repercussions of what is known as a refugee crisis. Despite hosting millions of refugees for years, the studies that analyze the Turkish case conclude that the refugee influx did not affect the voting behavior of citizens substantially. Examining the effect of refugees on the voting-behavior of local citizens in Turkey, the study supports the existing studies in the literature on immigration from the European countries by showing that governments are severely punished due to their failure in controlling cross-border mobilizations. However, this punishment mechanism might not be ubiquitous in a country. Borrowing from the literatures on spatial-proximity and border, this thesis argues that proximity to the Syrian border mitigates the detrimental effect of refugees. The salience of security issues alongside the border triggers a rally 'round-the flag effect and the absence of cultural-similarities with the refugees prevent increasing prejudice in the border-cities. As an outcome, the local citizens are more likely to side with the government. Moreover, this thesis confronts the one-size-fits-all approach in the theoretical framework of immigration effects. As suggested, local citizens do not always shift toward extreme-right wing parties. Taking advantage of the lack of alternative options, the Republican People's Party (CHP) has defended restrictive immigration policies since the eruption of the Syrian civil war. Surely, the consistent opposition to the government in other policy areas has been a determinant, but the policy stance of CHP in the migration issue has mobilized voters as well. Analyzing the vote shares of AKP and CHP in the electoral-district level, this thesis supports the above-explained trends. On the other hand, due to the possible ecological fallacy in aggregate-level analysis, using CSES Modules 4 and 5, the study tests the same hypotheses at an individual level. The individual-level findings support the aggregate-level findings such that increasing refugee rates are associated with a higher probability of voting for CHP in the distant cities whereas in the proximate cities refugees do not play a role in shaping citizens' voting behavior. 96

Bu tezde, Arap Baharı sonrası Suriye-Rusya ilişkileri, Suriye'nin küçük devlet dış politik davranışına ilişkin ittifak oluşum mekanizmaları çerçevesinde ele alınmıştır. Bunu yaparken, bölgedeki temel güçlükler, tehdit ve fırsatlar ve bölgesel ve uluslararası etki ve sonuçlar Rusya-Suriye ittifakı optiğinden altında değerlendirilmeye çalışılmıştır. This thesis analyzes the relations between Russia and Syria since the Arab Spring within the framework of small state foreign policy behavior and alliance formation mechanism built upon by Syria. By doing so, historical background of the relations, major challenges, vulnerabilities as well as strenghts were pointed out within the prism of Russian-Syrian relations in the region and its regional and international effects and consequences tried to be evaluated under an Russian-Syrian alliance. 138

Yeni ve yararlı ürün, hizmet ve süreçler geliştirmek olarak tanımlanan işgören yenilikçiliğinin, örgütlerin rekabetçi bir şekilde yenilik yapabilmesi ve hayatta kalması için önemli bir belirleyici olduğu kabul edilmektedir. İlgili yazın incelendiğinde, liderlerin çalışanların yaratıcılığını etkilemedeki rolüne ilişkin hatırı sayılır araştırmalar olmasına rağmen, liderlerin kendi yaratıcılık seviyelerinin işgörenlerin yenilikçi davranışları ile ilişkili olup olmadığını ve bunun hangi durumlarda arttığını ve azaldığına ilişkin araştırma sayısı oldukça kısıtlıdır. Bu araştırmanın üç temel amacı vardır: 1) Lider yaratıcılığının, yenilikçi işgören davranışları üzerindeki etkisini tespit etmek; 2) Lider yaratıcılığı ile yenilikçi işgören davranışları arasındaki ilişkide öz-yeterliliğin ve örgütsel destek algısının düzenleyici etkisini saptamak; 3) Lider yaratıcı ölçeğini Türkçe'ye uyarlamaktır.Araştırmanın hipotezleri; AR-GE, mühendislik ve tasarım, start-up girişimleri, inovasyon ve kuluçka merkezleri gibi sektörlerde çalışan ve işlerinde yaratıcılık ve yenilikçiliği kullanan işgörenlerden toplanan verilerle test edilmiştir. Bu kapsamda, örneklem 360 denekten oluşmuştur. Araştırmanın verilerini analiz etmek için SPSS 23 ile AMOS 22 istatistiki analiz programları kullanılmıştır.Araştırma sonucunda lider yaratıcılığının işgörenlerin yenilikçi iş davranışlarını olumlu ve anlamlı yönde etkilediği görülmüştür. Buna ilave olarak öz-yeterliliğin ve örgütsel destek algısının düzenleyici rolü olduğu ortaya çıkmıştır. Araştırmanın sonucunda yaratıcı bir liderle çalışan işgörenlerin daha yenilikçi ve yaratıcı davranışlar sergilediği, yöneticilerinden etkilendiği görülmüştür. Örgütlerin yenilikleri destekleyici tutumda olmaları ve öz-yeterliliği yüksek işgörenleri işe almaları yenilikçi işgören davranışlarının daha fazla görülmesini sağlayabilir. Araştırmanın sonuçları tartışılmış, bu sonuçlara göre işverenler ve örgütler için önerilerde bulunulmuştur.Anahtar Kelimeler: Yaratıcı liderlik, İşgören yaratıcılığı, Örgütün algılanan yenilikçi yaklaşımı, Yenilikçi liderlik, Yenilikçi işgören Employee innovation, which is defined as developing new and useful products, services and processes, is considered to be an important determinant for organizations to innovate and survive in a competitive manner. When the relevant literature is examined, although there are considerable research on the role of leaders in influencing employees' creativity, there is a limited number of studies on whether their own level of creativity is related to the innovative behaviors of employees and in which situations it increases and decreases. This research has three main objectives: 1) To determine the impact of leadership creativity on innovative employee behavior; 2) To determine the regulatory effect of self-efficacy and perception of organizational support in the relationship between leadership creativity and innovative employee behaviors; 3) Adapting the leader creative scale to Turkish. Hypotheses of the research; R & D has been tested with data collected from employees working in sectors such as engineering and design, start-up initiatives, innovation and incubation centers and using creativity and innovation in their work. In this context, the sample consisted of 360 subjects. SPSS 23 and AMOS 22 statistical analysis programs were used to analyze the data of the study. As a result of the research, it was seen that the creativity of the leader had a positive and significant effect on the innovative behaviors of the employees. In addition, self-efficacy and organizational support perception have a regulatory role. As a result of the research, it was seen that employees working with a creative leader exhibited more innovative and creative behaviors and were influenced by their managers. The fact that organizations are supporting the innovations and hiring highly self-efficacious employees can make the innovative employee behaviors more visible. The results of the research were discussed and recommendations were made for employers and organizations.Keywords: Creative leadership, Employee creativity, Perceived innovative approach of the organization, Innovative leadership, Innovative employee 73

Hookah is a type of instrument used for smoking tobacco which has especially become common among adolescents and young adults; and it constitutes an important public health issue. We believe that the increasing trend in hookah smoking is related to lack of awareness on health risks of hookah, the misconception that it has a lower addiction potential and that it is regarded more socially acceptable. For this reason, our aim in this study is to determine the factors related to hookah smoking among adolescents, awareness levels about its health effects, and to investigate the factors affecting the perception of hookah addiction, its social acceptance and the overall perception of hookah. This study includes 400 adolescents between the ages of 12 and 18 years who applied to the Division of Adolescent Medicine, Department of Pediatrics at Hacettepe University Faculty of Medicine between October 1, 2019 and April 30, 2020 and agreed to participate in the study. The participants were given a survey form under supervision, which included sections of socio-demographic characteristics, past medical history, healthy lifestyle behaviors, use of tobacco in their family and close circle, their tobacco use, their knowledge on hookah and perception of hookah. It was found that while 14.5% of teenagers have smoked hookah at least once in their life, the current hookah smoking frequency was 6.8%. The factors that increase this frequency were: increasing age (p

Karşıt olarak algılanıp ötekileştirilen, değersizleştirilen kişi veya gruplara yönelik fiziksel, ekonomik, sosyal, psikolojik şiddet, önyargı ve ayrımcılık LGBTİ bireylerde çeşitli travmatik yaşantılara neden olabilmekte; travma sonrası stres bozukluğu, içselleştirilmiş damgalanma ve stresi doğurabilmektedir. Araştırmada LGBTİ bireylerde TSSB, içselleştirilmiş damgalanma ve başa çıkma tutumları arasındaki ilişki değerlendirilmiştir. Bu amaç doğrultusunda İzmir'de ikamet eden 137 LGBTİ bireye demografik bilgi formu, Travmatik Stres Belirti Ölçeği, İçselleştirilmiş Damgalanma Ölçeği ve Başa Çıkma Tutumları Ölçeği uygulanmıştır.Araştırmadan elde edilen bulgulara göre TSSB duygu odaklı başa çıkma ve işlevsel olmayan başa çıkmayı artırırken, problem odaklı başa çıkmayı azaltmaktadır. Damgalanma algısı ise işlevsel olmayan başa çıkmayı artırmaktadır. Sosyodemografik özellikler çerçevesinde yapılan analiz sonuçlarına göre TSSB ailesinde LGBTİ birey bulunmayanlarda, duygusal birliktelik yaşanan partner bulunmayanlarda, ayrımcılığa uğradığını düşünenlerde, toplumda yaşamaktan mutlu olmayanlarda, kendisini güvende hissetmeyenlerde, sosyal ve ekonomik haklardan faydalanmadığını düşünenlerde ve eşit yurttaşlık hakkında sahip olmadığını düşünenlerde daha yüksektir. Damgalanma algısı ise biyolojik cinsiyeti erkek olanlarda, ailesinde LGBTİ birey bulunmayanlarda, ayrımcılığa uğradığını düşünenlerde, toplumda yaşamaktan mutlu olmayanlarda, kendisini güvende hissetmeyenlerde, toplumsal önyargıya maruz kaldığını düşünenlerde, sosyal ve ekonomik haklardan faydalanmadığını düşünenlerde, eşit yurttaşlık hakkında sahip olmadığını düşünenlerde daha fazladır. Olumsuz başa çıkma yöntemlerinin kullanımı ise ailede LGBTİ birey bulunmayanlarda ve eşit yurttaşlık hakkında sahip olmadığını düşünenlerde daha yaygındır. Physical, economic, social, psychological violence, prejudice and discrimination towards individuals or groups that are perceived as opposed and marginalized, may cause various traumatic experiences in LGBTI individuals; posttraumatic stress disorder, internalized stigmatization and stress. In the study, the relationship between PTSD, internalized stigmatization and coping attitudes in LGBTI individuals was evaluated. For this purpose, demographic information form, Traumatic Stress Symptom Scale, Internalized Stigmatization Scale and Coping Attitudes Scale were applied to 137 LGBTI individuals residing in İzmir.According to the findings of the study, PTSD increases emotion-oriented coping and dysfunctional coping and decreases problem-focused coping. Stigmatization perception increases dysfunctional coping. According to the results of the analysis made within the framework of sociodemographic characteristics, individuals with no LGBTI individuals in the family, no partners with emotional association, who feel discriminated, who are not happy to live in society, who do not feel safe and who feel that they do not have equal citizenship have higher PTSD levels. Perception of stigmatization is more common among whose biological gender is men, those who do not have LGBTI individuals in their families, who think that they are discriminated, who are not happy to live in society, who do not feel safe, who think that they are exposed to social prejudice, who think that they do not benefit from social and economic rights. The use of negative coping methods is more common in those who do not have LGBT individuals in the family and who do not think they have equal citizenship. 119

Duygusal zekâ, 1990'lardan beri yönetimde kullanılan nispeten yeni bir kavramdır. Duygusal zekâ, bireylerin kendilerinin ve başkalarının duygularını organize etmelerini ve yönetmelerini sağlayan bir dizi yetenektir. Bu, kendi duygularımızı anlamayı ve onları kişisel ve ticari yönlerimizde uygun kararlar almak için kullanmayı içerir. Aynı zamanda bir meslek veya mesleğe uygun olan uygun ilişki tipini de belirler. Günümüzde hemen her organizasyonda iş stresi ile karşı karşıya kalınmaktadır. Duygusal zekâ, stres ile ilişkili görünen değişkenler arasındadır. Bu nedenle, bu çalışmanın amacı banka çalışanlarının duygusal zekâ ve iş stresi düzeylerini demografik değişkenler kapsamında ölçmektir. Araştırma Türkiye'de farklı illerde görev yapan 192 banka çalışanı ile nicel veri toplama yöntemi kullanılarak yapılmıştır. Araştırma sonuçlarında demografik değişkenlerin, duygusal zekâ ve iş stresi üzerinde anlamlı farklılıklar yaratmadığı tespit edilememiştir. Diğer bir deyişle demografik değişkenler banka çalışanlarının duygusal zekâ ve iş stresi seviyelerini etkilememektedir.Anahtar Kelimeler: Duygusal Zekâ, İş Stresi, Demografi Emotional intelligence is a relatively new concept used in management since the 1990s. Emotional intelligence is a set of abilities that enable individuals to organize and manage their own and others' emotions. This includes understanding our own feelings and using them to make appropriate decisions on our personal and commercial aspects. It also determines the appropriate type of relationship appropriate to a profession or occupation. Today, almost every organization is faced with work stress. Emotional intelligence is one of the variables associated with stress. Therefore, the aim of this study is to measure the emotional intelligence and job stress levels of bank employees within the scope of demographic variables. Research in Turkey are made using 192 bank employees working in different provinces with quantitative data collection method. There were no significant differences in demographic variables, emotional intelligence and work stress. In other words, demographic variables do not affect the emotional intelligence and job stress levels of bank employees.Keywords: Emotional Intelligence, Work Stress, Demography 78

Son yıllarda yapılan çalışmalarda kadınların iş hayatına giderek artan oranda katıldıklarını, ancak bu katılımın genellikle alt düzeylerde olduğunu ve `üst düzey` yönetim kadrolarında yeterince yer alamadıklarını göstermektedir. Bu duruma yol açan pek çok faktör olmakla birlikte, günümüzde kadınların ötesine geçemedikleri bir `cam tavan`ın altında çalışmak zorunda kaldıkları belirtilmektedir. Bu çalışmanın amacı, kadın yöneticilerde kariyer engelleri ve cam tavan sendromuna yönelik olarak hazırlanmış olup, kadın çalışanların bu konuyla ilgili algılarının işe yönelik davanışlarını nasıl etkilediğini ortaya çıkarmaktır. Çalışma hizmet sektöründe çalışanlar üzerinde yapılmıştır. Bulguların gösterdiği gibi, cam tavan algısının çalışanların kariyer memnuniyeti ve bırakma niyeti üzerinde önemli bir olumsuz etkisi olmuştur. Örgütsel desteğin cam tavan algılamaları ile bırakma niyeti arasındaki ilişkiye aracılık etkisi de desteklenmektedir.Anahtar Kelimeler: Cam–Tavan Sendromu, İşyeri davranışları, Hizmet Sektörü Çalışanları Recent studies have shown that women are increasingly involved in business life, but this participation is usually at lower levels and that senior is not sufficiently involved in executive positions. Although there are many factors leading to this situation, it is stated that, women today need to work under a glass ceiling that they cannot go beyond. The aim of this study is to examine the effects of glass ceiling syndrome on job outcomes of employees. Therefore, the study was conducted on service sector employees. As the findings have revealed, perception of glass ceiling had a significant negative effect on employee career satisfaction and intention to quit. Additionally, the partial mediating effect of organizational support on the relationship between glass ceiling perceptions and intention to quit was also supported.Keywords: Glass-Ceiling Syndrome, Workplace Behaviors, Service Industry Employees 86

Üretkenlik karşıtı davranışlar; kuruma, kurumun üyelerine veya her ikisine karşı çalışanların kasıtlı ve zararlı davranışları olarak tanımlanabilir. Karanlık Üçlü (Makyavelizm, narsisizm, psikopati) kişilik özelliklerine sahip çalışanların karanlık olmayan meslektaşlarından daha fazla üretkenlik karşıtı iş davranışları sergiledikleri bilinmektedir. Bununla birlikte, durumsal kuvvet kavramı, durumların insanların davranışlarını nasıl engelleyebileceği veya şekillendirebileceği fikrini ifade eder ve bu sayede sergilenen davranışlar açısından bireysel farklılıklar en aza indirilir. Bu çalışmada durumsal kuvvetin Karanlık Üçlü kişilik özellikleri ve üretkenlik karşıtı iş davranışları arasındaki ilişkideki düzenleyici etkisi araştırılmıştır. Durumsal kuvveti ölçümlemek adına altı faktör (açıklık, tutarlılık, kısıtlamalar, sonuçlar, grup normları, performans izleme) ve üretkenlik karşıtı davranışları ölçümlemek adına iki faktör (kişiler arası ve örgütsel) kullanılmıştır. Analiz sonuçları hipotezleri kısmen doğrulamıştır; durumsal kuvvet, bazı karanlık kişilik özellikleri ve üretkenlik karşıtı iş davranışları arasında düzenleyici etkiye sahiptir. Daha spesifik olarak, performans izleme, üç karanlık kişilik özelliği ve kişiler arası üretkenlik karşıtı iş davranışlarını düzenlerken; açıklık, bu üç özellik ile örgüte karşı olan davranışları düzenlemiştir. Aynı zamanda, tutarlılık, Makyavelizm ve örgütsel üretkenlik karşıtı iş davranışları ile olan ilişkiyi düzenlerken; tutarlılık ve grup normları psikopati ve örgütsel üretkenlik karşıtı iş davranışları ile olan ilişkiyi düzenlemiştir. Counterproductive Work Behaviors (CWBs) can be defined as intentional and harmful behaviors of employees that are against the organization, members of the organization or both. The literature provides a link between CWBs and the Dark Triad personality traits which consist of three antagonistic traits: Machiavellianism, narcissism, and psychopathy. Individuals who are high on the Dark Triad characteristics engage in more deviant workplace behaviors than their non-dark themed counterparts. It was hypothesized that situational strength, which inhibits and shapes people's behaviors and thus minimizes individual differences in displayed behaviors, moderates the relationship between the Dark Triad characteristics and CWBs. This study used six facets (clarity, consistency, constraints, consequences, group norms, performance monitoring) to assess situational strength and two facets (interpersonal and organizational) to assess CWBs. Moderation analysis results partially supported the hypothesis as situational strength moderated specific the Dark Triad and CWB relationships. More specifically, group norms moderated all three Dark Triad traits and interpersonal CWB relationship, and the relationship between psychopathy and organizational CWB. Clarity moderated these three traits and organizational CWB relationship. In addition, consistency moderated organizational CWB's association with Machiavellianism and psychopathy. 112

2011 yılında Suriye'de başlayan savaş ekonomik, politik, sosyal, kültürel ve bireysel boyutta ağır kayıplara ve yeniden yapılanmalara sebep olurken, geriye yerinden edilmiş büyük bir nüfus bıraktı. Güncel verilere göre Türkiye'de kayıtlı Suriyeli sayısı üç buçuk milyonu aşmış durumdadır. Türkiye'nin benimsemiş olduğu 'açık kapı politikası' Suriyeliler için yeni bir hayatın kapılarını aralamış olsa da, birçok Suriyeli hala büyük zorluklarla mücadele etmektedir. Savaşı ve savaşın sebep olduğu kayıpları hem travmatik hem de dönüştürücü deneyimler olarak ele alan bu araştırma, İstanbul'da yaşayan yerinden edilmiş Suriyelilerin bireysel ve kolektif olarak travma ile baş etme yollarını ve bu deneyimlerin sebep olduğu etkileri güçlenme ve dayanışma ile dönüştürme pratiklerini incelemektedir. Bu incelemenin odak noktasını 'açık mekan' olarak hayal edilen bir toplum merkezi oluşturmaktadır ve bu mekanın Suriyeliler için hangi yollarla 'evinde olma' hissini şekillendirdiği ve bir dayanıklılık zemini yarattığı tartışılmaktadır. Yerinden edilmiş Suriyelilerin İstanbul'da kurmuş olduğu yerel bir toplum merkezinde Ocak 2019 ile Nisan 2020 tarihleri arasında yapılan etnografik araştırmaya dayanan bu tez, zorlayıcı zamanlarda bireysel ve kolektif dayanıklılık kapasitesinin nasıl geliştirilebildiğini analiz etmeye odaklanmaktadır. The war that started in Syria in 2011 has given rise to immense economic, political, social, cultural, and individual losses and reconstructions, and a large population of displaced people. Currently, there are over three and a half million Syrians registered in Turkey. Although the `open door policy` has paved the way of a new life for many displaced Syrians, many are still exposed to numerous challenges. Considering the experience of war and consequent losses as both traumatic and transformative, this research explores the individual and collective ways in which displaced Syrians in Istanbul deal with trauma and transform its effects through empowerment and solidarity. The thesis focuses specifically on how a community center, imagined as an `open space,` shapes the sense of home and creates a site of resilience among displaced Syrians. Based on ethnographic fieldwork between January 2019 and April 2020 at a local community center initiated by displaced Syrians in Istanbul, this thesis tries to explore individual and collective capacities of resilience in dire times. 77

Pankreas kanseri, artmış invazyon ve metastaz kapasitesine sahip, kısa yaşam süresi olan kanser türlerinden bir tanesidir. Transmembran müsinler normalde epitel dokuyu koruma fonksiyonuna sahipken ekspresyonlarının tümör dokuda arttığı belirlenmiştir. Epitelyal Mezenkimal Transizyon (EMT) aktivasyonunun da tümör invazyonunu indüklediği bilinmektedir. Treg hücrelerin tümör mikroçevresinde bulunması ise immünsüpresif bir ortam oluşmasına katkı sağlayarak tümör hücrelerinin immün sistemden kaçışını kolaylaştırmaktadır. Bu tezin amacı transmembran müsinleri (MUC1, MUC4, MUC16) ve EMT moleküllerinin (E-Kaderin, N-Kaderin, TWIST) ekspresyon düzeyleri ile mikroçevrede bulunan FOXP3+ Treg hücreleri arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır. Ayrıca bu çalışmada, moleküllerin ekspresyon düzeyleri ile klinikopatolojik bulgular arasındaki ilişkinin belirlenmesi de amaçlanmıştır. Araştırmaya 50 (18K) pankreas kanseri hastası arşiv dokuları dahil edildi, hastaların ortalama yaşı 69,7(40-94) olarak bulundu. Analizler real-time PCR (Q-PCR) ve immünohistokimya (IHC) yöntemi ile yapıldı. Tümörlü dokudaki rölatif gen ekspresyon düzeyi 2-∆∆Ct yöntemi kullanılarak hesaplandı. Verilerin TNM evresi, diferansiyasyon, lenf nodu metastazı ve uzak metastaz gibi klinikopatolojik bulgular ile ilişkisi araştırıldı. Tümörde MUC1 in ekspresyon düzeylerinde belirgin bir fark izlenmedi MUC4 ve MUC16'nın gen ve molekül ekspresyon düzeyleri tümörlü dokuda normal dokuya göre artmış olarak saptandı (p

Bu çalışma, güreşçilerde yaralanma riski ile postür arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla planlandı. Çalışmaya yaş ortalaması 20.2±4.6 yıl olan 30'u grekoromen ve 38'i serbest stil olmak üzere 68 gönüllü erkek güreşçi dâhil edildi. Sporcuların omurga postürü ve esnekliği Idiag M360® marka Spinal Mouse (SM) cihazı ile ayakta durma pozisyonunda ölçülürken genel vücut postür ölçümü New York Postür Analiz Yöntemi (NYPAY) ile anteriordan ve lateralden yapıldı. Sporcuların yaralanma riskleri ise yedi temel hareket paterninden oluşan Fonksiyonel Hareket Analizi (FHA) ile değerlendirildi. Çalışma sonucunda FHA alt parametrelerinden derin çömelme ile SM alt parametrelerinden lumbar eğrilik ve NYPAY toplam skoru arasında zayıf düzeyde ilişki bulundu (ρ=-0.265 - 0.297; p0.05). Güreşçilerde özellikle kolumna vertebraliste görülen postüral sapmalar üst ve alt ekstremitelerde biyomekaniksel dizilimi bozarak eklemlerin doğru açılarda artrokinematik ve osteokinematik hareketleri gerçekleştirememesine neden olup güreşçilerin yaralanma riskini artırmaktadır. Güreşçilerin genel vücut postürlerinin değerlendirilip takip edilmesi, yaralanmaların tespiti ve önlenmesinde fizyoterapistlerin koruyucu bir rol üstleneceklerini göstermektedir. Anahtar kelimeler: Fonksiyonel Hareket Analizi, Güreş, Postür, Yaralanma Riski This study was planned to investigate the relationship between the risk of injury and posture in wrestlers.The study included 68 male (30 greco-roman and 38 freestyle) wrestlers with a mean age of 20.2±4.6 years. The spine posture and flexibility of the athletes were measured during standing position with the Idiag M360® brand Spinal Mouse (SM), while the overall body posture was measured from the anterior and lateral sides using the New York Posture Analysis Method (NYPAM). Injury risks of the athletes were evaluated by Functional Movement Screen (FMS) which was consisting of seven basic movement patterns. As a result of the study, there was a weak correlation between deep squat among FMS sub-parameters and lumbar curvature among SM sub-parameters and NYPAY total score (ρ=-0.265 - 0.297; p0.05). Postural deviations in wrestlers especially in the columna vertebralis disrupt the biomechanical alignment of the upper and lower extremities, causing the joints to fail to perform arthrokinematic and osteokinematic movements at the appropriate angles, increasing the risk of injury to the wrestlers. In conclusion, evaluating and monitoring general body postures of wrestlers shows that physiotherapists will play a protective role in the detection and prevention of injuries. Keywords: Functional movement screen, Injury risk, Posture, Wrestling 94

Bu araştırmanın genel amacı; lise öğrencilerinin kişisel yönelimleri ile kimya dersine karşı tutumlarının ilişkisel ve karşılaştırmalı olarak incelenmesidir. Bu amaçla öğrencilerin kişisel yönelimleri cinsiyet, sınıf düzeyi, yaşadığı il/ilçe, ailenin eğitim durumu ve gelir düzeyi gibi etkenler açısından incelenmiştir. Araştırma ilişkisel ve karşılaştırmalı nicel vardamlara dayanan betimsel bir çalışmadır. Araştırmanın örneklemini İstanbul ilinde bulunan bir Anadolu Lisesinde öğrenim gören 576 öğrenci oluşturmaktadır. Araştırmaya 496 öğrenci katılmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak sekiz alt boyuttan oluşan Baykal (2011) tarafından Edward De Bono'nun altı şapkalı düşünme tekniklerinden ve farklı kişilik kuramlarından faydalanılarak geliştirilmiş olan Kişisel Yönelim Bildirim (KYB) ölçeği uygulanmıştır. Baykal tarafından yapılan çalışmalarda ölçeğin geçerliği sınanmış ve yapı geçerliğinin g=0,46 olduğu görülmüştür (Baykal, 2015). Ölçeğin bu çalışmadaki güvenirlik katsayısı hesaplanmış ve 0,929 olarak bulunmuştur. Öğrencilerin kimya dersine karşı tutumlarını ölçmek için ise Geban ve arkadaşları (1992) tarafından geliştirilen Kimya Dersine Karşı Tutum (KDKT) ölçeği kullanılmış ölçeğin bu çalışmadaki güvenirlik değeri 0,918 olarak bulunmuştur. Ölçeklerden elde edilen verilerin çözümlenmesinde kullanılan ilişkisel ve karşılaştırmalı vardamlı istatistiksel yöntemler her bulgu için yerinde belirtilmiştir.Araştırmada elde edilen sonuçlara göre öğrencilerin kimya dersine karşı tutumları ile tüm kişisel yönelim alt boyutları arasında yöndeş ve anlamlı ilişkiler bulunmuş, en yüksek ilişkinin yaratıcılık boyutunda en düşük ilişkinin ise toplumsallık alt boyutunda olduğu görülmüştür. Öğrencilerin kişisel yönelimleri sıra düzeninde ise belirgin bir örüntü olduğu, en yüksek yönelimin sezgisellik, en düşük yönelimin etkinlik (çalışkanlık) olarak bulunduğu görülmüştür. Diğer araştırma soruları ile ilgili bulgulara gerekli alan yazın doğrultusunda tartışılarak öneriler halinde yer verilmiştir.Anahtar kelimeler: Kişisel Yönelimler, Kimya Dersine Karşı Tutum, Fen Eğitimi The aim of this study is to analyze high school students' personal tendencies and attitudes towards chemistry lesson. For the accomplishment of this purpose, students' personal tendencies were examined in terms of factors such as gender, class level, province / district, family education level and income level. The research is a descriptive study based on correlational and comparative techniques. The sample of the study consists of 576 students studying at an Anatolian High School in Istanbul. 496 students participated in the study. The personal tendencies of students has been measured by a questionnaire developed by Baykal (2011), which consists of eight sub-dimensions. Six of the tendencies had been erived from Edward De Bono's six hat thinking techniques. The remaining two tendndencies had been extracted from personality theories. The validity of the scale was tested in Baykal studies and it was found that the construct validity was g = 0.46 (Baykal, 2015). The reliability coefficient of the scale in this study was calculated and found to be 0.929. In order to measure students' attitudes towards chemistry lesson, the attitude towards chemistry lesson developed by Geban et al. (1992) was used and the reliability value of the scale was found to be 0.918. The data collected were analysed the data obtained from the scales. The data collected has been analysed by using appropriate inferential statistical techniques which are indicated after each finding.According to the results obtained in the study, there was a positive and signifiacant correlations between students' attitudes towards chemistry lesson and all of the sub-dimensions of personal tendencies questionnaire. It was also observed that the personal tendencies of the students displayed a significant pattern. Intuition ranked highest and the dynamism ranked lowest among the tendencies. The findings related to the other research questions were discussed and suggestions were made within the context of available literature.Keywords: Personal Tendencies, Attitude Towards Chemistry Lesson, Science Education 134

Bu tez, yabancı dil olarak İtalyanca öğretiminde edebî metinlerin öğretim materyali olarak kullanılmasının öğrencilerin dört temel dil becerilerinin ve entegre dil becerilerinin geliştirilmesine etkisini belirlemek amacıyla hazırlanmıştır. Bu doğrultuda önce, yabancı dil öğretiminin tarihsel süreç içerisindeki gelişiminden, yabancı dil öğretiminde edebî metinleri psikolojik, sosyolojik, kültürel, sosyo-kültürel, sosyo-duygusal açılardan ve dil becerilerinin geliştirilmesi açısından öğretim materyali olarak kullanılabilir kılan özelliklerden bahsedilmiştir. İtalyancanın ulusal bir dil olma sürecinden itibaren İtalyan edebiyat tarihi hakkında genel bilgiler verildikten sonra, yabancı dil olarak İtalyanca öğretiminde kullanılabilecek edebî metin türlerinden, dil becerilerinden ve bu becerilerin geliştirilmesi doğrultusunda başvurulacak yabancı dil öğretimi tekniklerinden söz edilmiştir. Sonra, Avrupa Konseyi tarafından diller için Avrupa Ortak Başvuru Metni kapsamında belirlenen dil seviyeleri hakkında bilgi verilmiş ve seviyelere göre seçilen özgün İtalyanca metinler üzerinde dil becerilerinin geliştirilmesine yönelik teknikler uygulanarak Türk öğrencilerine yönelik öğretim etkinlikleri hazırlanmıştır. Ayrıca tez çalışmasının amacı doğrultusunda, yabancı dil olarak İtalyanca öğretiminde edebî metinlerin kullanımının dört temel dil becerisi ve entegre becerilerin geliştirilmesine katkı sağladığı yönünde oluşturulan hipotezi doğrulamak için anket hazırlanmıştır. Anket, yabancı dil olarak İtalyanca öğreten kişilere uygulanmış ve anket sonucunda hipotezi doğrulayan veriler elde edilmiştir. This thesis has been written in order to identify the influence of using literary texts, in Italian language teaching as a foreign language, on the improvement of students' four basic language skills and their intregrated language skills. To do so, the historical development of language teaching, the characteristics of literary texts which make them usable as language teaching materials within the psychological, sociological, cultural, socio-cultural, socio-emotional and language skill improvement framework have been discussed. After giving some general information about the historical development of Italian Literature starting from the period in which the Italian language became a national language, the types of literary texts which can be used as language teaching materials have been indicated; language skills and language teaching techniques which can be applied on literary texts have been described; a brief description has been given about the foreign language levels presented by Council of Europe in The Common European Framework of Reference for Languages and some teaching activities have been prepared for Turkish students by applying language teaching techniques on some authentic literary texts chosen for each foreign language level. Besides, a questionnaire addressed to the teachers who teach Italian as a foreign language has been prepared in order to confirm the hypothesis that the use of literary texts, in Italian language teaching as a foreign language, contributes to the improvement of the four basic language skills and the integrated language skills and consequently some data that confirm the abovementioned hypothesis have been obtained. 233

Bu araştırmada narsisizm alt boyutları (büyüklenmeci ve kırılgan narsisizm) ile dürtüsellik arasındaki ilişkide duygu düzenleme güçlüğü ve bilişsel esnekliğin aracı rolünün incelenmesi hedeflenmektedir. Araştırmaya farklı üniversitelerde eğitim gören 18-43 yaş arası 546 öğrenci katılım sağlamıştır. Narsisizmin ölçülmesi amacıyla Glover ve diğerleri (2012) tarafından geliştirilen ve Sherman ve diğerleri (2015) tarafından kısa formu oluşturulan Beş Faktör Narsisizm Ölçeği- Kısa Form (FFNI-SF) kullanılmıştır. Dürtüsellik düzeyini ölçmek için Patton ve diğerleri (1995) tarafından geliştirilen Barratt Dürtüsellik Ölçeği-11 (BDÖ-11) kullanılmıştır. Duygu düzenleme güçlüğünün ölçülmesi için Gratz ve Roemer (2004) tarafından geliştirilen Duygu Düzenleme Güçlüğü Ölçeği (DDGÖ), bilişsel esneklik için Dennis ve Vander Wal (2010) tarafından geliştirilen Bilişsel Esneklik Envanteri (BEE) kullanılmıştır. Araştırmada yapılan analizler sonucunda narsisizm alt boyutları ile dürtüsellik arasında, narsisizm alt boyutları ile duygu düzenleme güçlüğü ve bilişsel esneklik arasında ve dürtüsellik ile duygu düzenleme güçlüğü ve bilişsel esneklik arasında anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Yapılan mediatör analizleri sonucunda narsisizm alt boyutları ile dürtüsellik arasındaki ilişkide duygu düzenleme güçlüğü ve bilişsel esnekliğin aracı rol oynadığı görülmüştür. Araştırma sonucunda ulaşılan bulgular literatür çerçevesinde tartışılmış ve ileride yapılacak olan çalışmalar için önerilerde bulunulmuştur.Anahtar Sözcükler: narsisizm, dürtüsellik, duygu düzenleme güçlüğü, bilişsel esneklik The aim of this study is to examine the mediator role of emotion regulation difficulties and cognitive flexibility in the relationship between subdimensions of narcissism (grandiose and vulnerable narcissism) and impulsivity. 546 students whose ages between 18 and 43 from different universities were participated in the study. To measure narcissism, Five Factor Narcissism Scale-Short Form (FFNI-SF) which was developed by Glover et al. (2012) and short form was developed by Sherman et al. (2015) was used. To measure impulsivity level, Barratt Impulsivity Scale-11 (BIS-11) which was developed by Patton et al. (1995) was used. To measure emotion regulation difficulties, Difficulties in Emotion Regulation Scale (DERS) which was developed by Gratz and Roemer (2004) and for cognitive flexibility, Cognitive Flexibility Inventory (CFI) which was developed by Dennis and Vander Wal (2010) were used. The results of this study demostrated that there were siginificant relationships between subdimensions of narcissism and impulsivity, subdimensions of narcissism, emotion regulation difficulties and cognitive flexibility, impulsivity, emotion regulation difficulties and cognitive flexibility. The results of meaditor analysis demostrated that emotion regulation difficulties and cognitive flexibility play a mediating role in the relationship between subdimensions of narcissism and impulsivity. Results of the study were discussed according to literature and were given suggestions for future studies.Key Words: narcissism, impulsivity, emotion regulation difficulties, cognitive flexibilit 102

daha sonra doldurulacaktır. daha sonra doldurulacaktır. 0

Son yıllarda işletmelerin varlığı ve geleceği açısından en büyük problemlerden bir tanesi hile olmuştur. Bu sebeple hilelerin ortaya çıkartılması ve önlenmesi işletmeler açısından bir gereklilik haline gelmiştir. Hileyi önlemek ve ortaya çıkarmak, oluşabilecek kayıpları azaltacağından ya da yok edeceğinden ötürü işletmeler açısından önem arz eden bir konulardır. En sık yapılan hile olmamasına rağmen finansal raporlamada yapılan muhasebe hileleri, diğer hile türleriyle karşılaştırıldığında en büyük kayıplara sebep olan hile türüdür.Bu tez çalışması kapsamında öncelikle; hile tanımı, hile teorisi, hileli eylem gerçekleştiren kişilerin karakteristik özellikleri ve hile çeşitleri açıklanmıştır. Ardından denetim, hile denetimi, hileli eylemleri önleyici kontroller ve hileleri tespit etme yöntemleri konularına değinilmiştir. Tez çalışmasının amacı, finansal raporlamada yapılan muhasebe hilelerini açıklamak, hilenin önlenmesi ve hilenin incelenmesinde en etkin yöntem ve teknikleri uygulama açısından değerlendirmek, bununla birlikte Türkiye'deki denetim, Hile Denetimi ve Hile Denetçiliği ile ilgili detaylı bilgiye ulaşmaktır. Bu kapsamda çalışmanın uygulama kısmında Türkiye'deki hile denetçilerinin katılımıyla gerçekleştirilen mülakat sonuçları incelenerek; hilekâr profili, hileli finansal raporlamanın yapılmasının nedenleri, karşılaşılma sıklığı, önleme ve tespit yöntemleri, hile denetiminin önemi, hile denetçisinin görev ve sorumlulukları, hile denetçisinin sahip olması gereken özellikler ve Türkiye'deki denetim mekanizmasının yeterliliği ile ilgili elde edilen bilgiler sunulmuştur. Fraud has been one of the biggest problems in terms of existence and future of enterprises in recent years. Therefore, detection and prevention of fraud have become a necessity for businesses. Preventing and uncovering fraud are important issues for businesses as this will reduce or eliminate losses. Although it is not the most common fraud, accounting frauds in financial reporting is the type of fraud that causes the biggest losses compared to other fraud types.Within the scope of this thesis, the definition of fraud, fraud theory, characteristic features of the people who perform the fraud and fraud types have been explained. Then the audit, fraud auditing, preventive controls for fraudulent actions and methods of detecting fraud have been discussed.The aim of this thesis is to explain the accounting frauds made in financial reporting, to evaluate the most effective methods and techniques in terms of application that are used in preventing and examination the fraud, and also to get detailed information about the auditing, fraud audit in general, and fraud auditing in Turkey. In this context, within the implementation part of the study, the results of interviews conducted by fraud auditors operating in Turkey have been examined and the findings about the fraud profile, the reasons of fraudulent financial reporting, the encounter rate, the prevention and detection methods, the importance of fraud auditing, the duties and responsibilities of fraud auditors, the features that the auditor should possess, and the adequacy of the auditing mechanisms in Turkey have been explained. 190

Bu çalışmanın amacı ergenlerde problemli internet kullanımı, saldırganlık ve olumlu sosyal davranış eğilimleri arasındaki ilişkilerin incelenmesi ve bu ilişkilerde ahlaki uzaklaşmanın aracı rolünün araştırılmasıdır. Buna ek olarak, internet kullanım süresi ve internet kullanım amaçları gibi değişkenler ile yaş, cinsiyet, gelir durumu gibi demografik değişkenlere göre de problemli internet kullanımı, saldırganlık, olumlu sosyal davranış eğilimleri ve ahlaki uzaklaşmadaki değişimlerin incelenmesi planlanmıştır. Araştırmaya Konya ilindeki üç merkez ilçe olan Meram, Karatay ve Selçuklu ilçelerinde yer alan önceden belirlenmiş yedi farklı lisede eğitim görmekte olan 479 öğrenci katılmıştır. Oluşturulan bilgi formu aracılığı ile çalışmada katılımcıların internet kullanımları ile ilgili bilgilere ek olarak, sosyo-demografik bilgileri öğrenilmiş ve katılımcılar İnternette Bilişsel Durum Ölçeği, Ahlaki Uzaklaşma Ölçeği, Buss-Perry Saldırganlık Ölçeği, Olumlu Sosyal Davranış Eğilimleri Ölçeği'ni doldurmuşlardır. Çalışmadan elde edilen bulgular incelenirken SPSS Statistics 23 ve IBM SPSS Amos 21 paket programları kullanılmıştır. Çalışmanın temel hipotezlerini test etmek için yapısal eşitlik modellemesinin bir alt türü olan yol analizi yürütülmüştür. Çalışmada, problemli internet kullanımının saldırganlık, sözel saldırganlık, fiziksel saldırganlık, öfke ve düşmanlık değişkenlerinde artışı yordadığı ve ahlaki uzaklaşmanın bu ilişkiye kısmi ve tam aracılık ettiği bulgulanmıştır. Buna ek olarak, problemli internet kullanımının kamusal olumlu sosyal davranışlarda artışı, özgeci, itaatkâr ve gizli olumlu sosyal davranışlarda ise azalmayı yordadığı, bu ilişkilerin kısmen veya tamamen ahlaki uzaklaşma aracılığı üzerinden gerçekleştiği görülmüştür. İnternet kullanım süresi, internet kullanım amaçları ve demografik değişkenlere göre de problemli internet kullanımı, saldırganlık ve olumlu sosyal davranış eğilimlerinde çeşitli farklılaşmalar görülmüş, tüm bulgular alanyazın bulguları ile birlikte tartışılmıştır.Anahtar kelimeler: problemli internet kullanımı, ahlaki uzaklaşma, saldırganlık, olumlu sosyal davranışlar, ergen The aim of this study is to examine the relations between problematic internet use, aggression and prosocial tendencies among adolescents, and to investigate the role of moral disengagement as a mediator. In addition, whether differences occur in problematic internet use, aggression, prosocial tendencies and moral disengagement according to certain variables such as duration and purposes of internet use as well as demographic variables is aimed to be examined. Participants were 479 students from seven different types of preselected high schools that reside in three districts of Konya. Participants filled a battery of questionnaires including demographic information form, Online Cognitions Scale, Buss-Perry Agression Questionnaire and Prosocial Tendencies Measure. Analyses were conducted using SPSS Statistics 23 and Amos 21 software packages. Path analysis as a subset of Structural Equation Modeling was utilized while testing basic hypotheses of the study. Problematic internet use was found to predict increases in moral disengagement, aggression, verbal aggression, physical aggression, anger and hostility. Moral disengagement was found to mediate this relationship, fully or partially. Problematic internet use was found to predict increases in public prosocial tendencies and decreases in altruistic, compliant and anonymous prosocial tendencies. Moral disengagement partially or fully mediated the relationships. In addition, problematic internet use, aggression, prosocial tendencies and moral disengagement were found to differ significantly in relation to other variables such as duration and purposes of internet use as well as demographic variables. Findings were discussed within the context of literature.Keywords: problematic internet use, moral disengagement, aggression, prosocial behavior, adolescent 177

Koçluk, motivasyonel görüşme ve çalışanların refahı. Bu, refahlarını ele almak üzere yönlendirildikleri çalışanlar için mülakat sorularını oluşturmuş, amaçlı örnekleme ile 15 yöneticiye sorulan soruların yanı sıra 75 yarı yapılandırılmış nitel mülakat gerçekleştirilmiştir. Bu görüşmelerden elde edilen sonuçlar, doğru analizlerin yapılabilmesi için literatüre yansıtılmıştır. Sonuçlardan ortaya çıkan ana fikir, hem koçluk hem de motivasyonel görüşme uygulamalarının, çalışanlarının kişisel hedeflerinden ziyade işle ilgili hedeflere odaklanan yöneticiler tarafından kullanılmasıydı. Çalışanlar, genel çalışma ortamı düşünüldüğünde fiziksel refahlarının karşılandığını görürken, iş geliştirme hedeflerine ilişkin yöneticiye olduğu kadar şirketlerinden aldıkları desteğin mutluluğu ve memnuniyetine de bağladılar. İş kıdemi yüksek olan az sayıda çalışan, işlerinde eksik amaç ve anlam buldu. Koçluk ve Motivasyonel Görüşme uygulamalarının yöneticiler ve çalışanlar arasında pozitif bir ilişki kurmada yararlı olduğu bulundu. Bu sonuçlarla, iş hedeflerin yanı sıra kişisel hedeflerin üzerine koçluk ve motivasyonel görüşme uygulamalarının geliştirilmesi önerilmiştir. Bu öneriler literatürü, araştırma sorularını ve bulguları yansıtmaktadır.Anahtar Kelimeler: çalışanların refahı, koçluk ve motivasyonel görüşme This thesis was commissioned on managers and employees working in the service industry on using coaching and motivational interviewing for employees' well-being. To answer the research question which is to find how coaching and motivational interviewing (MI) practices are being used for the employees' well-being, a literature review was conducted on both three variables: coaching, motivational interviewing and employees' well-being. This formed the interview questions for employees in which they are directed to address their wellbeing, 75 semi-structured qualitative interviews were conducted. In addition to that the questions which were asked to 15 managers on purposeful sample. The result from these interviews were reflected on the literature in order to make proper analysis. The main idea that appeared from the results was that both coaching and motivational intervening practices are being used by managers focusing on the work-related goals rather than personal goals of their employees. while employees saw that their physical well-being was met concerning their overall work environment, they linked their happiness and satisfaction to the support they received from their companies as well as the manager concerning their work development goals. Few employees with a high job seniority found themselves missing purpose and meaning in their work. The practices of coaching and Motivational Intervening were found helpful in building a positive relationship between managers and employees. With these results it can be recommended to improve the use of coaching and motivational interviewing on the personal goals as well as work goals. these recommendations reflect the literature, research questions & findings.Keywords: Employees' Well-Being, Coaching and Motivational Interviewing 134

İş Kanunu'nda düzenlenen asıl işveren alt işveren ilişkisi, geçici iş ilişkisi, işyeri devri ve iş sözleşmesinin devri hukuki nitelikleri itibariyle üçlü iş ilişkileridir. Esneklik temelli tipik istihdam ilişkilerinde, uygulamada işçi aleyhine ortaya çıkabilecek kötüye kullanımların önüne geçilmesi ve işçilerin işçilik hak ve alacaklarının korunması amacıyla işverenlerin müteselsil sorumluluğu öngörülmüştür. Müteselsil borçluluk, borçlulardan her birinin borcun tamamından şahsen sorumlu olduğu ve borcun tamamı ödeninceye kadar bütün borçluların sorumluluğunun devam ettiği borç ilişkisidir. Başka bir deyişle, alacaklı borçlulardan dilediğine alacağının tamamı için başvurabilecektir. Üçlü iş ilişkilerinde, işverenler (örneğin, asıl işveren, geçici işveren ile işçi arasında mevcut bir ilişki bulunmamasına rağmen) işçinin ödenmemiş işçilik alacaklarından her ilişkinin düzenlendiği madde hükmünde öngörüldüğü üzere müteselsilen sorumlu tutulmuşlardır. Müteselsil sorumlulukta borcun tamamının işçiye ödenmesinden sonra müteselsil borçlulardan her birinin borçtan hangi oranda sorumlu olacağı ise iç ilişkiye göre tespit edilecektir. Belirtmek gerekir ki, kanundan doğan müteselsil sorumluluk hükümlerinin emredici niteliği ve kamu düzenine ilişkin olması sebebiyle işçi aleyhine değiştirilmesi mümkün değildir.Çalışmamızın amacı, İş Kanunu'nda müteselsil sorumluluğun öngörüldüğü üçlü iş ilişkilerine dair hükümleri incelemek ve mümkün olduğu kadarıyla uygulamada ortaya çıkan sorunları tespit ederek konuyla ilgili doktrinde tartışılan hususlara yer vermektir.Anahtar Kelimeler: Müteselsil borçluluk, müteselsil sorumluluk, asıl işveren alt işveren ilişkisi, geçici iş ilişkisi, işyeri devri, iş sözleşmesinin devri, üçlü iş ilişkisi According to the Labor Law, the relation between primary employer and sub-employer, the temporary employment relationship, the transfer of the workplace and the transfer of the employment contract are in tripartite employment relation by legal character. Due to the flexible atypical employment relations, employers' joint responsibility is envisaged to prevent abuse that may arise in practice and to protect employees' rights and receivables. The scope of the joint indebtedness requires each employer to be personally responsible for the full amount of the payment of the employee. In other words, the employee has a right to bring a claim against either employer. In tripartite employment relations, employers (though the nonexistence of an employment contract does not have an existing employment contract between the employer and the temporary employee) are held jointly liability liable for the payments of the employee, as it is provided in the articles related to the payments of the employee. After the payment of the entire debt to the employee in joint liability, proportion of each of the joint promisers will be determined by the internal relationship. It should be noted that, due to the mandatory nature of the joint liability provisions arising from the labour law and the public order, these, imperative rules cannot be modified against the employee.The aim of this thesis is to examine the provisions regarding the tripartite employment relations and the joint responsibility of employers in the Labor Law and to determine the problems that arise in practice by referring to the issues discussed in the doctrine.Key Words: Joint indebtedness, joint liability, primary employer sub-employer relationship, temporary employment relationship, transfer of the workplace, transfer of the employment contract, tripartite employment relationship 172

Bu araştırmanın amacı; İstanbul ili Bakırköy ilçesindeki devlet okulları ve özel okullardaki öğretmenlerin görüşleri doğrultusunda; öğretmenlerin örgütsel mutluluk algıları ile örgütsel güven düzeyleri arasındaki ilişkiyi belirlemektir. Araştırma İstanbul ili Bakırköy ilçesi devlet okullarında ve özel okullarda görev yapan 355 öğretmen ile yapılmıştır. Araştırma ilişkisel tarama modelinde tasarlanmıştır. Veri toplama araçları olarak kişisel bilgi formu, `Örgütsel Mutluluk Ölçeği` ve `Örgütsel Güven Ölçeği` kullanılmıştır. Verilerin analizinde; betimsel analiz teknikleri kullanılmıştır. Örgütsel mutluluk ölçeğinden ve örgütsel güven ölçeğinden elde edilen cevapları; cinsiyet, mesleki kıdem, okul türü, eğitim durumu, sınıf mevcudu değişkenlerine göre karşılaştırmak ve incelemek için parametrik analiz teknikleri kullanılmıştır. Araştırmada kullanılan ölçeklerin genel toplamı ve alt boyutları için cinsiyet, okul türü ve eğitim durumu değişkeni ile arasında anlamlı farklılıkların var olup olmadığını belirleyip incelemek amacıyla parametrik testlerden t-Testi yapılmıştır. Mesleki kıdem, sınıf mevcudu değişkenleri arasında anlamlı farklılıkların bulunup bulunmadığını belirlemek amacıyla ANOVA yapılmıştır. Değişkenlerin arasındaki ilişkinin analiz edilebilmesi için ise Pearson korelasyon hesaplaması kullanılmıştır. Ölçeklerin toplamları ve alt boyutları için frekans değeri, yüzdesi, ortalaması ve standart sapma değeri hesaplanmıştır. Analizlerde SPSS 23.0 programı kullanılmıştır. Araştırma sonucunda, öğretmenlerin örgütsel mutluluk düzeylerinin orta, örgütsel güven düzeylerinin ise yüksek seviyede çıkmıştır. Örgütsel güvenin demografik özelliklerle anlamlı farklılıklar gösterdiği, müdüre güven alt boyutunun orta, meslektaş ve paydaşlara güvenin yüksek olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Mesleki kıdem ile örgütsel güven arasında anlamlı bir ilişki olmadığı, diğer değişkenleri hepsi ile arasında anlamlı bir ilişki olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Örgütsel mutluluk algıları ile örgütsel güven düzeylerinin toplamda anlamlı farklılık gösterdiği görülmüştür. Türkiye'de öğretmenlerin örgütsel mutluluk algıları üzerine yapılan araştırmaların az sayıda olması nedeniyle, bu çalışmanın alanda önemli olacağı öngörülmektedir.Anahtar Kelimeler: Mutluluk, Örgütsel Mutluluk, Güven, Örgütsel Güven, Öğretmen The purpose of this survey; is to determine the relation between the perception of organizational happiness and the level of organizational trust, according to the views of the teachers working in both public and private schools in Bakirkoy district of stanbul. It was conducted with 355 teachers working in public and private schools in Bakırkoy, Istanbul. It was designed with relational screening model. The data were collected by personal information form, 'Organizational Happiness Scale' and 'Organizational Trust Scale`. In the analysis of the data; descriptive analysis techniques were used. The answers obtained from organizational happiness scale and organizational trust scale; parametric analysis techniques were used in order to compare and examine according to variables such as gender, professional seniority, type of school, educational background and class size. T-test was used for the total and dimensions of the scales used in the study in order to determine whether there are significant differences between the groups in terms of variables of variables of gender, school type and educational background. ANOVA was conducted for the purpose of determining whether there are significant differences between professional seniority and class size. Pearson correlation analysis was used in order to examine the relationship between the variables. Frequency, percentage, average and standard deviation values were calculated for the total and dimensions of the scales. SPSS 23.0 program was used in the analysis. In the study, it is seen that teachers' organizational happiness levels are moderate and organizational trust levels are high. It is deducted that organizational trust showed significant differences with demographic characteristics, and the sub-dimension of trust towards the principal is moderate and trust towards colleagues and stakeholders is high. Moreover, there is no significant difference between professional seniority and organizational trust with all other variables. Also, it is seen that perceptions of organizational happiness and levels of organizational trust showed significant differences in total. It is envisioned that this study will be in the area as there is small number of research on perceptions of organizational happiness of teachers in Turkey.Keywords: Happiness, Organizational Happiness, Trust, Organizational Trust, Teacher 111

Günümüzde teknolojinin hızla gelişmesiyle birlikte piyasalarda ciddi bir rekabet ortamı yaşanmaktadır. İşletmelerin piyasada kalıcı olabilmeleri, küreselleşen dünyadaki rekabet koşullarına yenik düşmemeleri için çalışanlarının memnuniyetlerini ve performanslarını yüksek tutması gerekmektedir. Bu araştırmanın temel amacı, işletme çalışanlarının memnuniyet ve performansı arasındaki ilişkinin analiz edilmesidir. Bu amaçla çalışmanın ikinci bölümünde çalışan memnuniyeti ile ilgili litaratürde yer alan konular incelenmiş, üçüncü bölümünde çalışan performansı ele alınmıştır. Dört ve beşinci bölümde ise araştırmadan elde edilen veriler SPSS 25.0 programı kullanılarak analiz edilmiştir.Araştırma bir telekomünikasyon şirketinin Antalya ilinde çalışan 211 katılımcısı ile yapılmıştır. Katılımcılara anket yoluyla gönderilen ifadelerde çalışan memniniyetini ölçmek için memnuniyet ölçeği, çalışan performansını ölçmek için Kanıgür'ün (2009); Smith; Organ ve Near tarafından (1983) geliştirilen 16 soruluk anket ile Goodman ve Svyantek'in (1999) 9 görev performansından oluşan ölçek soruları kullanılmıştır.Araştırma sonucuna göre çalışan memnuniyeti ile çalışan performansı arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur.Anahtar Kelimeler: Çalışan, Çalışan Memnuniyeti, Çalışan Performansı Nowadays, with the rapid development of technology, there is a seriously competitive environment in the markets. In order for companies to be permanent in the market and defeated by the competition conditions in the globalizing world, they must keep their employees' satisfaction and performance high. The main purpose of this research is to analyze the relationship between the satisfaction and performance of company employees. For this purpose, in the second part of the study, the subjects in the literature about employee satisfaction were examined and in the third part, employee performance was dealt with. In the fourth and fifth parts, the data obtained from the research were analyzed using SPSS 25.0 software.The research was conducted with a telecommunication company's 211 participants of working in Antalya province. The satisfaction scale was used to measure employee satisfaction in the statements sent to the participants via a questionnaire. To measure employee performance a questionnaire consisting of 16 questions developed by Kanıgür (2009); Smith; Organ; and Near (1983), and Goodman and Svyantek's (1999) scale questions consisting of 9 task performances were used.According to the results of the research, a significant relationship was found between employee satisfaction and employee performance.Keywords: Employee, Employee Performance, Employee Satisfaction 78

Bu tez medya taraflılığı ve seçimlere yakınlık etkileşiminin siyasi bilgiye etkisini incelemektedir. Ampirik bulgular, tarafgir medya kuruluşlarına sahip ülkelerde, seçmenlerin, siyasi partileri ideolojik bir skala üzerine yerleştirme konusunda, tarafsız medya kuruluşlarının bulunduğu ülkelerde yaşayan seçmenlere göre daha az başarılı olduğunu göstermektedir. Ayrıca seçimler yaklaştığında siyasi haber akışı önemli ölçüde arttığı için, seçimlerden hemen önce, seçmenlerin daha fazla siyasi bilgi sahibi oldukları gözlemlenmektedir ve bu yüksek bilgi düzeyi seçim döngüsü süresince kaybolmaktadır. Daha önemlisi, bu tez seçimlere yakınlığın etkisinin medya taraflılığına bağlı olduğunu göstermektedir. Siyasi partilerin duruşlarını tespit etmedeki başarı, seçim döngüsü boyunca dikkate değer ölçüde medya taraflılığı gösteren ülkelerde ciddi bir şekilde dalgalanırken; bu başarı, geri kalan durumlarda sabit kalmaktadır. İlaveten, bir önceki seçimlerin ardından geçen zamanın negatif etkisi yalnız taraflı medya kuruluşlarına sahip ülkelerde görülmektedir. Bu tez aynı zamanda yüksek oranda taraflı medya bağlamları bulunan ülkelerde siyasi bilginin birey düzeyindeki etkenlerini incelemektedir. Parçalanmış ve kutuplaşmış medya ortamı sayesinde, Türkiye bu inceleme için uygun bir vaka çalışması olarak gözükmektedir. Ampirik analizler göstermektedir ki; Türk vatandaşlarının siyasi partilere karşı tutumları, siyasi bilgi düzeyleri üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Türk seçmenler, kendilerinden ideolojik olarak çok uzak ya da kendilerine çok yakın olan partilerin duruşlarını tanımlamakta daha başarılıdır. Ayrıca bir partiyi diğerlerine göre şiddetle tercih eden seçmenler, kendilerinden çok az farkla uzak ideolojik duruşlara sahip partileri yerleştirmekte dahi daha az başarılıdır. Partilere yönelik olumlu tutumlara sahip olması, seçmenlerin bu partileri yerleştirmekteki başarısını arttırmaktadır. Bununla beraber, gazeteleri daha sık takip eden Türk seçmenleri siyasal partilerin duruşlarını tanımlamada daha başarılıdır. Öte yandan, gazete okurluğu yalnızca seçmenlerin sevmedikleri partileri tanımlamadaki başarılarını arttırmaktadır. Son olarak, bu tez televizyon tüketiminin siyasi bilgiye etkisi üzerine kısıtlı ampirik destek sunmaktadır. This thesis investigates the interactive effects of temporal proximity to elections and media bias against opposition on political knowledge. The findings suggest that, in countries with biased media environments, voters are less accurate in placing political parties on ideological scales compared to their counterparts in countries with free media environments. Furthermore, since the inflow of political information immensely increases when elections are imminent, citizens tend to exhibit higher levels of political knowledge shortly before or after an election and such heightened levels of political knowledge disappear throughout the electoral cycle. Perhaps more importantly, this thesis demonstrates that the effect of temporal proximity to elections is contingent on media bias. While the average accuracy of identifying party positions fluctuates severely throughout the electoral cycle in countries with considerable media bias, this accuracy remains stable in the remainder of the cases. Besides, the negative effect of time passed since the previous election is observable only in countries with biased media environments. This thesis also seeks to explore the individual determinants of political knowledge in countries with highly biased media environments. Owing to its fragmented and polarized media landscape, Turkey serves as a suitable case study for this exploration. The empirical analyses show that Turkish citizens' attitudes towards political parties have substantial effects on their political knowledge. Turkish voters are more accurate in identifying the ideological stances of parties that are either from very distant or own ideological stand. Furthermore, voters who strongly favor one party over the others are significantly less accurate in placing even the parties with marginally distant ideological stances. Having positive attitudes towards political parties also increases the accuracy of voters' placements of corresponding parties. In addition, Turkish voters who follow newspapers more frequently are more accurate in their placements of political parties. However, newspaper readership enhances voters' accuracy of placing only the parties they dislike. Lastly, this thesis offers limited empirical support for the effect of TV consumption on political knowledge. 87

Bu çalışma beş faktör kişilik özelliklerinin mobil bankacılık uygulamalarının kullanılmasına olan etkilerini irdelemeyi ve bu doğrultuda hangi kişilik özelliğinin mobil bankacılık uygulamalarına ilişkin hangi tutumla ilişkili olacağını incelemeyi amaçlamıştır. Mobil bankacılık uygulamalarını kullanan katılımcılarla (N = 245) gerçekleştirilen çalışmada beş faktör kişilik özellikleri ve mobil bankacılığa ilişkin tutumlar kanonik korelasyon ve hiyerarşik regresyon analizleri kullanılarak incelenmiştir Kanonik korelasyon analizi sonuçları iki anlamlı kanonik fonksiyon ortaya çıkarmıştır. İlk fonksiyonda beş kişilik özelliğinin mobil bankacılık uygulamalarına ilişkin dört tutum ile ilişkili olduğu genel bir yapı açığa çıkmıştır. İkinci kanonik fonsiyonda ise kişilik özelliklerinden sorumluluk ve duygusal dengesizliğin, mobil bankacılık uygulamalarına ilişkin tutumlardan kullanışlılık ile pozitif, güven ile ise negatif ilişkili olduğu bir yapı ortaya çıkmıştır. Gerçekleştirilen hiyerarşik regresyon analizleri ikinci basamakta sınanan kişilik özelliklerinden sorumluluk ve dışa dönüklüğün mobil bankacılık kullanım sıklığını pozitif yönde tahmin ettiğini göstermiştir. Mobil bankacılık uygulamalarına ilişkin tutumların da dahil edildiği üçüncü basamakta ise mobil bankacılık kullanım sıklığı algılanan kullanışlılığı pozitif yönde, sosyal etkiyi ile negatif yönde tahmin ettiği görülmüştür This study aims to examine the interplay between personality traits and use of mobile banking applications. In this regard, the relationship between personality traits and attitudes towards use of mobile banking applications was investigated. Data were collected from a sample of participants (N = 245) who are users of mobile banking application and analyzed with canonical correlation and hierarchical regression. Canonical correlation analysis results revealed two canonical functions. First function indicated an overall significant relationship between five personality traits and four attitudes towards mobile banking applications. The second canonical function showed that personality traits of conscientiousness and neuroticism were positively related to perceived usefulness and were negatively related to trust. The hierarchical regression analysis results showed that, at the second step of the model, personality traits of conscientiousness and extraversion predicted frequency of mobile banking applications use. The third step of the model shwoed that when personality traits and attitudes were included to the model, the frequency of mobile banking applications use was positively predicted by perceived usefulness and negatively predicted by social influence. 79

Daha sonra doldurulacaktır. Daha sonra doldurulacaktır. 0

Ülkemizde işlenen ve toplumda en çok tepki gösterilen, kanun koyucunun da ağır ceza yaptırımları düzenleyerek bu husustaki tepkisini ortaya koyduğu suçlardan biri çocukların cinsel istismarı suçudur. Bu tezde çocukların cinsel istismarı suçunun 103/2'nci maddesinde öngörülen nitelikli hali kanun sistematiğine uygun bir şekilde ele alınmaya çalışılmış ve suçla ilgili öğretide yer verilen tartışmalı hususlara değinmeye gayret gösterilmiştir. Suçla ilgili birçok tartışmalı saha bulunmakla beraber kanaatimizce bunların içerisinde bilhassa üzerinde durulması gereken hususlar; suçun her iki tarafının çocuk olması, evlenme ile reşit olan çocuğa karşı diğer eş ya da üçüncü kişi tarafından işlenmesi ve bu suçun failinin kadın veya eşcinsel olması halinde mağduru kendisine organ veya sair cisim sokmaya zorlaması meseleleridir. Nitekim bu üç husus bakımından kanunda açık bir mevzuat düzenlemesi bulunmadığından Yargıtay uygulaması ile uygulamada tekdüzelik sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu durumun ise yüksek yargı üyelerinin veya bu üyelerin fikirlerinin değişmesi neticesinde tam tersi uygulamaların söz konusu olma riskini beraberinde getireceği düşünüldüğünden, bu hususlar başta olmak üzere suçla ilgili diğer tartışmalı meseleler de ele alınarak öğretideki tartışmalara dâhil olmaya gayret gösterilmiştir.Anahtar Kelimeler: Çocukların cinsel istismarı, evlilik içerisinde işlenen istismar suçu, kadın veya eşcinsel fail, mağdur çocuk, nitelikli cinsel istismar suçu One of the crimes committed in our country and the most reacted in the society, that the lawmaker also manifests its reaction thereto by stipulating severe penal sanctions in this regard, is the crime of child molestation. In this thesis, qualified form of child molestation stipulated in article 103/2 is tried to be discussed in line with systematic of the Law and controversial issues stated in the doctrine, regarding this offense is tried to be mentioned. Although there are many controversial areas regarding this offense, in our opinion, especially the issues that need to be emphasized are those where both parties of the offense are children, or in the case that the offense committed by another spouse or third person against a child who became a major by marriage, or the matter of forcing the victim to insert an organ or instrument to himself/herself when the offender of this offense is a female or homosexual. As a matter of fact, since there is no applicable legislative regulation in terms of these three issues, it is tried to provide uniformity through precedent of Court of Cassation. Since it is considered that this situation is going to bring about the risk of opposite practices as a result of the changes of the higher judiciary members or their opinions, an effort was made to be included in the discussions in the doctrine by discussing especially these and the other controversial issues about the offense.Keywords: Child molestation, child victim, female or homosexual offender, molestation committed within marriage, qualified form of molestation 168

Bu tez çalışmasında müşteri odaklı pazarlama anlayışından bugüne kadar gelişen müşteri ilişkileri yönetimi kavramının ortaya çıkışı araştırılmıştır.Tezin birinci bölümünde müşteri ilişkileri yönetiminin ne olduğu, tarihçesi, işletmelere sağladığı avantajlar ve geçirdiği aşamalara dair bilgi verilmiştir. İkinci bölümde ise; veri tabanlı pazarlama ve veri kullanımı üzerinde durulmuştur. İşletmelerin teknoloji kullanımı ve dijitalleşme sürecine adaptasyonu incelenmiş ve hem Türkiye'de hem Dünyada teknoloji, dijital dönüşüm, endüstri 4.0 ve sosyal medya gibi kavramların hayatımıza olan etki ettikleri araştırılmış, istatistikleri incelenmiştir. Müşteri ilişkileri yönetiminde veri kullanımının önemi kendi alanında lider farklı sektörden kuruluşlarla yapılan görüşmelerle araştırılmıştır. Anahtar Kelimeler: Müşteri İlişkileri Yönetimi, Veri Tabanlı Pazarlama, Büyük Veri, Sosyal Medya, İnternet. In this study, the extend to which customer relations management has reached since y-the understanding of the customer related marketing emerged is examined.In the first section of the thesis the definition of CRM, its history, the benefits it provided for corporations and examples from applications are given. In the second section the questions of what data is and what data based marketing is have been answered.Concepts like social media, big data, the internet and industry 4.0 have been analysed. Social media sites which have most users along with the rate of digital use of the last year in Turkey and in the World have been examined.The importance of data usage in CRM has been studied by interviewing leading establishments in their sector. Key words: Customer Relation Management, Data Base Marketing, Big Data, Internet, Social Media. 118

Bu çalışmanın amacı okul öncesi eğitim kurumlarında çalışan okul öncesi ve diğer branşlardan mezun olan okul yöneticilerinin yönetim süreçlerine ilişkin görüşlerini ortaya çıkarmaktır. Nitel araştırma yöntemlerinden olgu bilim (fenomenoloji) deseni temel alınarak hazırlanan çalışmanın örneklemini amaçlı örnekleme yönteminden ölçüt örneklemesi ile belirlenen on iki yönetici oluşturmuştur. Yarı yapılandırılmış görüşme ile elde edilen veriler içerik analizi ile analiz edilmiştir. Araştırmada elde edilen bulgulara göre okul öncesi eğitim kurumlarında çalışan yöneticiler branş farklılığı olmaksızın yönetim süreçlerinde (karar verme, planlama, iletişim ve değerlendirme) genellikle mesleki deneyimlerinden faydalandıklarını, alan bilgisinin teoride kaldığını gerçek hayata yansıtılamadığını bu sebeple alan bilgisinin yönetim süreçlerinde etkili olmadığını ifade etmişlerdir. Okul öncesi branşından mezun olan yöneticilerin okul öncesi alan bilgilerinden sadece planlama sürecinde günlük plan hazırlığı ve iletişim sürecinden öğretmenle bilgi paylaşımı konularında faydalandıklarını belirtmişlerdir.Anahtar Kelimeler: Yönetim Süreçleri, Okul Öncesi Eğitim, Okul Öncesi Yöneticileri The purpose of this study is to reveal the opinions of the school administrators who graduated from preschool and other branches working in preschool education institutions regarding the management processes. The sample of the study designed on the basis of the phenomenology pattern, which is one of the qualitative research methods, consisted of twelve administrators determined by criterion sampling method, which is one of the purposeful sampling methods. The data obtained from semi structured interviews were analyzed through content analysis. According to the findings obtained in the research, the managers working in preschool education institutions stated that they generally benefited from their professional experience in management processes (decision making, planning, communication and evaluation) regardless of their branches, and that field knowledge was purely theoretical and could not be reflected in real life, so that field knowledge was not effective in management processes. They stated that administrators who graduated from the preschool branch benefited from the preschool field knowledge only in the preparation of the daily plans during the planning process and in the communication process during information sharing with the teachers.Keywords: Management Processes, Preschool Education, Preschool Managers 103

Amaç: Bu çalışmanın amacı Türkiye'nin farklı coğrafik bölgelerinden izole edilmiş Brucella melitensis izolatlarının, ortak immünojen protein varlığı açısından immünoproteomik bir teknik olan AMIDA yöntemi ile araştırılmasıdır.Yöntem: Brusella izolatları koyun kanlı agar besiyerinde üretildi. İzolatların tanımlanması için PZR işlemi gerçekleştirildi. Brusella'nın ortak immünodominant proteinlerinin tespit edilebilmesi için tüm izolatlardan membran protein izolasyonu yapıldı. Bruselloz geçirmiş 25 insan serumu karıştırılarak serum havuzu oluşturuldu. Serum havuzunda bulunan antikorlar Protein-G kolonu kullanılarak saflaştırıldı. Bu antikorlar immünoproteomik analiz (AMIDA) gerçekleştirmek amacıyla manyetik boncuklar üzerine kaplandı. Brusella izolatlarından elde edilen membran proteinleri ile manyetik boncuk üzerine kaplanan antikorlar immünyakalama tekniği ile karşılaştırıldı. Manyetik boncuk üzerindeki antikorlara bağlanan Brusella antijenleri Nano LC-MS/MS cihazı ile tanımlandı. Dört farklı Brusella izolatının immünyakalama reaksiyonu sonucunda tanımlanan proteinler analiz edilerek ortak immünodominant proteinler belirlendi.Bulgular: B. melitensis 1062 izolatından 66, B. melitensis 1177 izolatından 65, B. melitensis 5031 izolatından 47, B. melitensis 5112 izolatından ise 44 immünodominant protein tanımlandı. `Bacterioferritin (Bfr)` proteininin B. melitensis 1062, 1177 ve 5112 izolatlarında, `sn-glycerol-3-phosphate ABC transporter substrate-binding protein UgpB` proteininin ise B. melitensis 1062 ve 1177 izolatlarında ortak immünodominant protein olduğu tespit edildi.Sonuç: Bu tez çalışması ile B. melitensis izolatlarındaki Bfr proteinin insanlarda potansiyel immünojen bir protein olduğu gösterilmiştir. Literatürde Bfr ve UgpB proteinleri veya bunların gen bölgeleriyle ilgili yapılmış ve insandaki brusellozun serolojik tanısında kullanımı veya aşılama için aday olmasıyla ilgili veriler kısıtlıdır. Bfr proteininin insan brusellozunun serolojik tanısında kullanılabilme potansiyelinin olduğu düşünülmektedir. Objective: The aim of this study was to investigate the immunogen proteins of Brucella melitensis isolates that were collected from various geographic regions of Turkey by using an immunoproteomics technique called AMIDA.Method: Brucella isolates were grown on sheep blood agar medium. PCR was performed to characterise the isolates. Membrane protein isolation procedure was performed with each isolate for the purpose of determine the common immunodominant proteins. A serum pool was formed by mixing 25 human sera which had brucellosis. Antibodies which found in serum pool were purified through protein G column. The antibodies were coated on magnetic beads to perform immunoproteomic analysis (AMIDA). The antibody-coated magnetic beads and the membrane proteins isolated from Brucella isolates were co-incubated for immunecapturing to occur. Brucella antigens which was captured by the antibody-coated beads were identified by Nano LC-MS/MS. The identified proteins were analyzed and common immunodominant proteins from Brucella isolates were determined.Results: Sixty-six, 65, 47 and 44 immunodominant proteins were identified from B.melitensis 1062, 1177, 5031 and 5112 isolates, respectively. `Bacterioferritin` was determined to be a common immunodominant protein for B. melitensis 1062, 1177 and 5112 isolates and `sn-glycerol-3-phosphate ABC transporter substrate-binding protein UgpB` was determined to be the common immunodominant protein for B. melitensis 1062 and 1177 isolates.Conclusions: In this study, Bfr from B. melitensis was shown to be a potential immunogenic protein that may create an immunogenic response in human. There is limited data in the literature regarding Bfr and UgpB proteins and the gene sequences encoding them. Their potential use in serological diagnosis or for vaccination in human brucellosis have not been explored as well. Bfr protein may have the potential to be used for the serological diagnosis of human brucellosis. 160

Ulusal bir başvuru yolu olarak Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu, yürürlüğe girdiği 2012 yılından itibaren temel hak ve özgürlükler bakımından Türkiye'de önemli ilerlemelere vesile olmuştur. Tezde, yabancıların temel hak ve özgürlükleri belirtilen değişim perspektifi çerçevesinde yeniden ele alınmıştır. Bu doğrultuda, yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, özgürlük ve güvenlik hakkı, adil yargılanma hakkı, etkili başvuru hakkı konusunda yabancılık statüsü ile bağlantılı ihlal iddialarına Anayasa Mahkemesinin sergilediği tutum mercek altına alınmış, eleştiriler getirilerek öğretiye katkı sunulması amaçlanmıştır. Bu yapılırken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ilgili kararlarına da temas edilmiştir.Anahtar kelimeler: Bireysel başvuru, insan hakları, yabancılar hukuku, sınır dışı, idari gözetim Since its entry into force in 2012, the individual application to the Constitutional Court has led to achieving significant progress in Turkey, in terms of fundamental rights and freedoms, as a domestic remedy. In this thesis, fundamental rights and freedoms of foreigners have been re-examined within the framework of this perspective of change. Accordingly, the Constitutional Court's attitude to allegations of violations related to the right to life, the prohibition of torture and ill-treatment, the right to liberty and security, the right to a fair trial, and the right to an effective remedy have been examined, and criticisms have been brought to contribute to the doctrine. Meanwhile, the relevant judgments of the European Court of Human Rights' were also touched upon.Keywords: Individual application, human rights, foreigners' law, deportation, administrative detention 311

Bu tezin temel amacı kadınların güçlenmesini ve bu güçlenme sürecinde kadınlara aitSTKların rolünü irdelemektir. Türkiye'de kadının güçlenmesi varolan çalışmalardasıklıkla bahsedilen bir tema olmakla beraber kadınlarla ilgili projeler yürütenSTKların rolleri ve etkileri üzerine çalışmalar ihmal edilmiştir. Bir çok çalışmanınaksine, bu tez güçlendirme mefhumuna kadınların deneyimleri ve düşünceleri ile ilişkiiçerisinde yaklaşır. Bu çalışma, projelerin feminist bir bakış açısından incelenmesiçerçevesinde literatüre katkıda bulunmayı amaçlamaktadır, bu doğrultuda kolektifolarak tanımladığı şekliyle kadınların failliğinin önemine vurgu yapar ve bağlamaözgü karakteristikleri göz önünde bulundurur. Güçlendirme nosyonu kişisellik,ilişkisellik ve çevreselliği içeren üç düzeyde kavramsallaştırılmıştır. Bu çerçevede, butez kadının güçlendirilmesinin araçlarını, STK'ların bu süreçteki rolünü, ideolojiktutumları içerisinde farklı projelerin etkilerini, idari yapılara istinaden güçdinamiklerini ve makro-düzey, mikro-düzey projelerin muhtelif sonuçlarınıviiincelemeyi amaçlamaktadır. Projelerin yapısının anlaşılması ve STK'lar, donörler, katılımcılar arasında gömülü halde bulunan güç ilişkilerinin keşfedilmesi amacıyla; nitel ve yorumsamacı bir tarzda projelerin metinsel çözümlemesi ve proje koordinatörleri, asistanları, katılımcıları ile derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda devlet-STK ilişkilerinin ve ekonomik boyutun etkisinin hesaba katılması da proje açısından önemlidir. Araştırmanın sonuçları mevcut güçlendirme projelerinin kadınların hayatında, özellikle kişisellik ve çevresellik düzeylerinde, derin bir etkiye sahip olmadığını ve çoğunlukla projelerin kadınları izole halde, pasif alıcılar olarak görmesi dolayısıyla genel olarak sürdürülebilirliğe sahip olmadıklarını açığa çıkarır. The main aim of the thesis is to study women's empowerment and the role of women's NGOs in the empowerment process. Women's empowerment in Turkey is a frequently mentioned topic in the literature however the role of NGOs who conduct projects focusing on women are understudied. In contrast to many others, this research approaches the notion of empowerment in relation to women's experiences and thoughts. This study aims to contribute to the literature by analyzing these projects from a feminist perspective underlining the significance of women's agency which is defined collectively and through paying attention to the context-specific characteristics. The notion of empowerment is conceptualized in three levels which include personal, relational and environmental dimensions. In this framework, this thesis aims to discover the tools of women empowerment, the role of NGOs in the empowerment process, impacts of specific projects considering their ideologicalvattitude, the power relations regarding the role of governmental institutions and the specific influences of macro-level and micro-level projects. In the field research textual analysis of projects are made and in-depth interviews were conducted both with the project coordinators and the women participating to the projects to understand the power relations embedded within the interactions between NGOs, project coordinators and the participants. The results of the research suggest that the empowerment projects do not have a deep impact on the lives of women, especially at the personal and environmental levels and they generally lack sustainability since most of the projects tend to see women as isolated passive recipients. 139

Bu araştırmanın amacı, Genel liselerden Meslek liselerine dönüşen okulların öğretmenler açısında yaşanan sorunların neler olduğunu değişime hazır olup olmadıkları konusunda değişimin parçası olan ve bundan etkilenen eğitimcilerin konu ile ilgili düşüncelerini, yaklaşımlarını ortaya koymaktır. Değişim süreçlerinde, gerek yönetim açısından gerekse yeterince donanımı ve hazırlığı bulunmayan öğretmenler açısından yaşanılan ve yaşanabilecek birtakım problemleri belirlemek ve bunların çözümlerine ışık tutabilmek amacıyla bu araştırma yapılmıştır.Araştırma İstanbul ili Kadıköy, Üsküdar ve Ümraniye ilçelerinden meslek liselerine dönüştürülen okullar da görev yapan 9 lise öğretmeni ile görüşülmüştür. Bu okulların 6'sı genel liseden imam hatip lisesine dönüştürülen, 3'ü genel liseden meslek lisesine dönüşen okullardır. Yapılacak görüşmeler için, okul dönüşümünü deneyimleyen öğretmenler belirlenmiş; randevu alınmış ve görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Değişim olgusunun derinlemesine incelemek için bu araştırmada nitel araştırma yöntemlerinden fenomenolojik desen kullanılmıştır.Okul dönüşümünün öğretmenler tarafından nasıl algılandığı ve deneyimlendiği ile ilgili yapılan görüşmeler, veri analizleri ve çözümlemeler sonucunda toplam 6 genel tema ortaya konmuştur. Bu genel temalar şu şekildedir: Dönüşümün öğretmenlere olan etkisi, Okul iklimine yansımaları, Okulun fiziksel imkânlarında iyileşme, Okul akademik seviyesinde değişimler, Öğrencilerin akademik ve sosyal gelişimlerine etkileri, Dönüşüm sürecinin işlevselliğidir. Bu genel temaların altında kategoriler ve alt kategoriler bulunmaktadır. Araştırmada okul dönüşümü deneyimleyen öğretmenlerde çeşitli duygusal ve sosyal tepkiler ortaya çıkmıştır. Dönüşümün öğretmenler üzerindeki etkisinin en önemli tema'sı olan bu tema ile öğretmenlerin iş ve motivasyonlarının dönüşümden nasıl etkilendiği incelenmektedir.Okullarda kapsamlı değişime karar verdikten sonra uygulamalara başlamadan önce, okulların fiziki koşullarını, okul yöneticilerin değişime hazır bulunuşluklarını ve öğretmenlerin nicelik ve nitelik olarak yeterliliğini araştırmalı; gerekli etüt yapıldıktan sonra değişim faaliyetleri uygulanmaya başlanmalı, okul yöneticilerini ve öğretmenleri değişim hakkında bilgilendirimeli, gerekirse hizmet içi eğitimler düzenlenmelidir.Anahtar Kelimeler: Okul, Değişim, Okul Dönüşümü The aim of this research is to reveal the thoughts and approaches of the educators who are part of the change and whether the problems that are experienced in terms of teachers are ready for the change in the schools which are transformed from general high schools to vocational high schools. This research has been carried out in order to identify some problems that may be experienced and to shed light on their solutions in the process of changes, both in terms of management and in terms of teachers who are not adequately equipped and prepared.In the research, 9 high school teachers working were interviewed in schools transformed to vocational high schools from Kadıköy, Üsküdar and Ümraniye districts of Istanbul. The 6 of these schools transformed from General High School to Imam Hatip High School and another 3 of these schools transformed from General High school to vocational high school.For the interviews to be held, The teachers experienced the transformation of schools were determined; appointments were taken and interviews have been made. Phenomenological design, one of the qualitative research methods, was used in this study to examine the phenomenon of change in depth.A total of six general themes had revealed as a result of the interviews, data analysis and resolutions on how school transformation is perceived and experienced by teachers. These general themes are as follows: The effect of transformation on teachers, the reflections on the school climate, improvement in the physical facilities of the school, changes in the academic level of the school, effects on the academic and social development of students are a functionality of the transformation process. There are categories and sub-categories under these general themes. Various emotional and social reactions emerged among teachers who experienced school transformation in the research. This theme, which is the most important theme of the effect of transformation on teachers, examines how teachers' work and motivations are affected by the transformation.They should investigate the physical conditions of the schools, the readiness of school administrators for change, and the qualification and quantity of teachers before starting the practices after deciding on comprehensive changes in schools; After necessary studies, the change activities should be started, school administrators and teachers should be informed about the change and in-service training should be organized if necessary.Keywords: School, Change, Transformation of School 132

Cari açık, genel olarak, bir ülkede ithal edilen mal ve hizmetlerin değerinin ihraç edilen mal ve hizmetlerin değerini aştığı bir ticaret ölçümü olarak tanımlanabilir. Ayrıca, önemi nedeniyle cari işlemler açığı, ülkenin küresel olarak kabul görmüş makroekonomik göstergelere dayanan finansal kırılganlık ve istikrar açısından sıralamasında uluslararası derecelendirme kuruluşları tarafından yakından izlenen, ülkenin en önemli makroekonomik göstergelerinden birini oluşturmaktadır.Bu çalışma, son 20 yıldaki cari hesap açığı üzerinde önemli rol oynadığı düşünülen seçilmiş kalemleri kapsamaktadır ve ülkenin cari hesap açığı oranının önümüzdeki 10 yıl içerisinde nasıl şekilleneceği konusunda tahminlerde bulunacaktır. Turizm ve otomotiv sektörleri olmak üzere iki sektör seçilen bu çalışmanın amacı, sektörlerin seçilmiş dönem olan 1998-2018 yıllarına ait verilerini ve dış ticaret açığını azaltmadaki pozitif ve negatif etkilerini göstermektir.Anahtar Kelimler: Ödemeler Dengesi, Cari Açık, Dış Ticaret, Otomotiv Sektörü, Turizm Sektörü Current account deficit simply can be defined as a measurement of a country's trade in which the value of the goods and services imported exceeds the value of the goods and services exported. Moreover, due to its importance, current account deficit constitutes one of the most important macroeconomic indicators of the country, that is closely watched by international rating agencies that rank countries in terms of financial vulnerability and stability based on globally acknowledged macroeconomic indicators.This study encompasses the selected items that are thought to have played important role on the current account deficit in the last 20 years and, will make estimations on how current account deficit rate of the country will take shape in the next 10 years. By selecting two sectors as tourism and automotive, the aim of this study is to show the data of these sectors for the given period of 1998-2018 to show positive and negative effects to reduce the foreign trade deficit.Keywords: Balance of Payments, Current Account Deficit, Foreign Trade, Automotive Sector, Tourism Sector 50

Bu çalışmanın amacı, mahremiyetin Almanya'da ve Türkiye'de ergenlik çağında bulunan nüfusun ebeveyn-çocuk ilişkileri ve depresif belirtileri üzerinde bir etkisi olup olmadığını bulmaktır. Ergenlik çağında bulunan 14-18 yaş arası N=100 Alman ve N=90 Türk ergen, Stattin & Kerr (2000)'in Ebeveyn Kontrol alt ölçeği ve İfade Edilen Duygu Seviyesi'nin Algılanan Müdahale alt ölçeğini (LEE; Cole & Kazarian, 1988) temel alan bir Mahremiyet ölçeğini çevrimiçi olarak cevaplandırdı. Hem Almancaya hem de Türkçeye çevrilen, Otonomi-İlişkili Ölçek (Kağıtçıbaşı, 2005) ile birlikte Çocukların Ebeveynlerine İlişkin Algıları Ölçeği (POPS; Grolnick, Ryan & Deci, 1991) ile Kandel ve Davies (1982) tarafından geliştirilen Depresif Ruh Hali Ölçeğinin güvenilirliği yüksektir.Grup farklılığı analizi her iki grubun da SES seviyesinde karşılaştırılabilir olduğunu ve gruplar arasında baba-çocuk ilişkilerinde bir farklılık olmadığını göstermiştir. Anne Katılımı, Anne Yakınlığı ve Depresyon'dan birini yordayan bir Regresyon analizi Mahremiyet ve Kendi Odasına Sahip Olma değişkenleri ile birlikte yapılmıştır. Regresyon analizi, hipotezi destekleyen bir şekilde, Alman ergen nüfusu için anlamlı bir sonuç verirken Türk ergenler için anlamlı sonuç bulunamamıştır. The aim of this study is to find out whether privacy reveals to have an effect on the parent-child-relationship and depressive symptoms in an adolescent population from Germany and Turkey. N=100 German and N=90 Turkish adolescents between the ages of 14 to 18 answered an online questionnaire which included a Privacy Scale based on Parental Control subscale from Stattin & Kerr (2000) and the Perceived Intrusiveness subscale of Level of Expressed Emotions (LEE; Cole & Kazarian, 1988). Reliability of this scale, Autonomy-Relatedness scale (Kağıtçıbaşı, 2005) as well as the Children's Perceptions of their Parents questionnaire (POPS; Grolnick, Ryan & Deci, 1991) and Depressive Mood Scale by Kandel & Davies (1982), the latter two were both translated into German and/or Turkish, was high. An analysis of group difference showed that both groups were comparable on SES level and that there was no difference in the father-child-relationship between groups. Therefore, a regression analysis was conducted with Privacy and having an own room predicting either Mother Warmth, Mother Involvement or Depression. The regression was significant for the German adolescent population but not for the Turkish one, thereby confirming the hypotheses. 108

Dünya tarihinin en eski ekonomik faaliyetlerinden birisi olan tarımsal üretim, gerek başlı başına gerekse etkileşim içinde bulunduğu diğer sektörlerle ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda, artan dünya nüfusu paralelinde sürekliliği ve gelişimi zorunlu sektörel faaliyetlerin başında gelmektedir. Günümüzden 300 yıl öncesine kadar dünya üzerindeki ekonomilerin temelini oluşturan tarımsal üretim faaliyetleri, sanayi devrimi sonrası ekonomik göstergeler içerisindeki payı daralma eğilimi gösterse de, endüstrileşme ve makineleşme ile birlikte hacimsel gelişimi artış göstermiştir.Bu çalışmanın amacı, Türkiye özelinde 2010 – 2018 yılları arasında tarım sektörüne sağlanan banka kredileri ve tarım sektörünün gayrisafi milli hâsıla içerisindeki payının gelişimini ele almaktadır. Bu çerçevede `Tarım Sektörü, Tarım Kredileri, Gayri Safi Milli Hasıla` gibi anahtar kelimeler tanımlanmıştır. Ayrıca ilgili konuya ilişkin yıllar bazlı istatistiki veriler ile tablolara yer verilmiştir.Anahtar Kelimeler: Tarım Sektörü, Tarım Kredileri, Gayrisafi Milli Hâsıla, Tarım Gayrisafi Milli Hâsıla Considering both in itself and its relations with other sectors, agricultural production, which is one of the oldest economic activities in the world history, is the leading essential sectorial activities in terms of sustainability and development in parallel with the increasing world population. Besides agricultural productive activities underlay the economies in the world till 300 years ago and its share in the economic indicators showed a tendency to shrink after the industrial revolution, its volumetric development increased with industry and mechanization.This study deals with the bank loans granted to the agricultural sector in particular Turkey between 2010 and 2018 and the development of the share of the agricultural sector in the gross national product. For this purpose, the keywords such as `Agriculture Sector, Agricultural Loans, Gross National Product` have been defined. In addition, statistical data and tables based on years are included relating to the subject.Keywords: Agricultural Sector, Agricultural Loans, Gross National Product, Agriculture Gross National Product 81

Bu araştırmanın amacı, travmatik deneyimi olan çocuklara yönelik koruyucu aile hizmetinin profesyonellerin (meslek elemanları, yöneticiler ve sivil kuruluşu temsilcileri) gözünden değerlendirilmesi ve koruyucu aile hizmetine ilişkin olarak bir uygulama model önerisi geliştirilmesidir. Ayrıca ekosistem yaklaşımı temelinde koruyucu aile hizmetine etki eden sistemlerin (çocuk, biyoloijik aile, koruyucu aile, meslek elemanı, örgütsel yapı ve yasal sistem) ilişkilerinin ve etkileşimlerinin görünür kılınması hedeflenmiştir. Bu bağlamda travmatik deneyimi olan çocukların koruyucu aile deneyimleri ve koruyucu aileye uyumları meslek elemanlarının bakış açısıyla değerlendirilmektedir. Örgütsel yapı ile yasal sistemin bu çocukların koruyucu aile süreçlerine yansımaları ise koruyucu aile alanında çalışan yöneticilerin ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin bakış açısıyla ortaya konulmaktadır. Araştırma yöntemi olarak nitel yöntem benimsenmiş olup ortak deneyime sahip bireylerle yapılan derinlemesine görüşmeler aracılığı ile deneyimin özünün kavranması ve betimlenmesi hedeflenmiştir. Bu bağlamda profesyonellerin travmatik deneyimi olan çocuklar özelinde koruyucu aile hizmetine, bu çocukların koruyucu aile hizmetinden yararlanma sürecindeki deneyimlerine ve uyumlarına yönelik bakış açıları ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu çalışmaya Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlükleri'ne bağlı koruyucu aile birimlerinde çalışan 16 meslek elemanı ve 5 yönetici ile koruyucu aile derneklerinde çalışan 3 sivil toplum kuruluşu temsilcisi katılmıştır. Araştırma toplamda 24 profesyonelin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Veri toplama aracı olarak meslek elemanları için ayrı, yöneticiler ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri için ayrı yarı yapılandırılmış görüşme formları kullanılmıştır. Araştırma bulgularında, travmatik deneyimi olan çocuklara yönelik koruyucu aile hizmetine ve bu çocukların koruyucu aile süreçlerine ve uyumlarına etki eden 12 temaya ve bu temalarla ilişkili 56 alt temaya ulaşılmıştır. Ayrıca ekosistem yaklaşımı temelinde travmatik deneyimi olan çocukların koruyucu aile süreçlerine etki eden mikro, mezzo ve makro düzey faktörler bulunmuştur. Mikro düzey unsurlar; (1) çocuğun travmatik deneyimi, (2) stres kaynakları, (3) sosyal destekleri, (4) baş etme yöntemleri, (5) travmayı hatırlatan tetikleyici faktörler, (6) travmatik deneyimlerin çocuk üzerindeki etkileri ve (7) çocuğun gelişimsel özellikleri biçiminde sıralanmıştır. Mezzo düzey unsurlar; (1) çocuğun biyolojik aile, koruyucu aile ve meslek elemanıyla ilişkileri ve etkileşimleri, (2) biyolojik aile özellikleri ve biyolojik ailenin çocuk, koruyucu aile ve meslek elemanıyla ilişkileri ve etkileşimleri, (3) koruyucu aile özellikleri ve koruyucu ailenin çocuk, biyolojik aile ve meslek elemanıyla ilişkileri ve etkileşimleri, (4) meslek elemanının müdahalesi ve çocuk, biyolojik aile ve koruyucu aileyle ilişkileri ve etkileşimleri ve (5) yakın sosyal çevre olarak ortaya çıkmıştır. Makro düzey unsurlar ise (1) çocuk, biyolojik aile, koruyucu aile ve meslek elemanı sistemlerinin makro düzey unsurlarla etkileşimleri ve (2) koruyucu aile hizmetine ilişkin örgütsel yapı ve yasal sistemin güçlü ve zayıf yönleri temelinde şekillenmiştir. Bir diğer araştırma bulgusu ise travmatik deneyim odağında koruyucu aile hizmetinin geliştirilmesi için yöneticilerin ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin önerileri olmuştur. Bu araştırma sonuçları, Türkiye'de travmatik deneyimi olan çocuklara yönelik koruyucu aile uygulamalarının, diğer çocuklara yönelik olarak gerçekleştirilen uygulamalardan farklı olmadığını göstermektedir. Oysa bu çocukların daha kırılgan oldukları, daha farklı ve kapsamlı desteklere gereksinim duydukları görülmektedir. Ayrıca Türkiye'deki koruyucu aile uygulamalarının travmatik deneyimleri olan çocuklar için özelleşmesi gerekliliğine rağmen bu model içerisinde yer alan çocuklar için değişim, gelişim ve iyileşme olanağı sunduğu düşünülmektedir. Bu durum koruyucu aile hizmetinin travmanın sağaltımı için uygun bir model olduğunu göstermektedir. Bunun yanı sıra modelinin geliştirilmesi, güçlendirilmesi, ortaya çıkan eksiklerin giderilmesi ve daha nitelikli hale getirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda travmatik deneyimlerin sağaltımına uygun sistematik yapının oluşturulmasını sağlayacak bir uygulama modeli önerilmektedir.Anahtar Kelimeler: Ekosistem yaklaşımı, koruyucu aile, koruyucu aile hizmeti, travmatik deneyim The objective of this study is to evaluate the foster care service for children with traumatic experience through the eyes of service providers (professions, managers and representatives of the non-governmental organisations) and to develop an application model proposal pertaining to foster care service. It is also aimed to make the relations and interactions of the systems (child, biological family, foster family, profession, organizational structure and legal system) visible which affect the foster care service on the basis of ecosystem approach. In this context, the experiences of the children with traumatic experience and their adaptation to the foster family are examined from the perspective of the professions. The effect of the organizational structure and the legal system on the foster care processes of these children is revealed from the perspective of the managers working in the field of the foster care and the representatives of non-governmental organizations. Qualitative method was adopted as the research method, and it was aimed to grasp and describe the essence of the experience through in-depth interviews with individuals with shared experience. In this context, it is tried to reveal multiple perspectives of the service providers regarding the foster care service, the experiences and adaptations of the children with trauma specific to the children with trauma. 16 professions and 5 managers working in foster care services affiliated with Family, Labor and Social Services Provincial Directorates, and 3 non-governmental organization representatives working in foster care associations participated in this study. The study was carried out within the participation of 24 service providers in total. As data collection tool, separate semi-structured interview forms were used for professions and for managers and representatives of non-governmental organizations. In the findings of the study, 12 themes and 56 sub-themes related to these themes, which affect the foster care service for children with traumatic experience and their foster care processes and adaptations, were reached. In addition, micro, mezzo and macro level factors affecting the foster care processes of children with traumatic experience according to the ecosystem approach were determined. Micro level factors were listed as (1) the child's traumatic experience, (2) stress sources, (3) social supports, (4) coping methods, (5) triggering factors that remind trauma, (6) effects of traumatic experiences on the child, and (7) developmental characteristics of the child. Mezzo-level factors arose as (1) the relations and interactions of the child with biological family, foster family and professions, (2) characteristics of the biological family and its relations and interactions with the child, foster family and professions, (3) characteristics of the foster family and its relations and interactions with the child, biological family and professions, 4) the intervention of professions and their relations and interactions with the child, biological family and foster family, and 5) close social environment. On the other side, macro level factors were shaped on the basis of (1) the interactions of the child, biological family, foster family and professions systems with macro-level factors, and (2) strenghts and weaknesses of organizational structure and legal system pertaining to foster care service. Another study finding was the suggestions of managers and representatives of non-governmental organizations for the development of foster care service in the focus of traumatic experience. The findings of this study indicate that the practices of foster care for children with traumatic experience in Turkey are not different from the practices performed for other children. However, it is seen that these children are more vulnerable and need different and comprehensive support. Besides, in spite of the fact that foster care service practices in Turkey are required to be privatized for the children with traumatic experience, it is considered to provide opportunity for change, development and improvement for the children who are in this model. This situation shows that foster care service is a appropriate model for the treatment of trauma. On the other side, it is required to develop and strengthen the foster care model, to eliminate the deficiencies that occur, and to make the service more qualified. In this context, an application model is proposed to build a systematic structure that is appropriate for the treatment of the traumatic experience.Key Words: Ecosystem approach, foster family, foster care service, traumatic experience 280

Atmaca, L., Investigation of Interactions of Antineoplastic Drugs with DNA by UV-Visible Region Spectroscopy, Hacettepe University Graduate School of Health Sciences Department of Analytical Chemistry Master’s Thesis, Ankara, 2020. The primary goal in the treatment of cancer, which is caused by rapidly proliferating cells, is to suppress the uncontrolled proliferation of cells. Determining the type of interaction of DNA with some chemical substances (drugs, metals, environmental wastes, etc.) using different methods is important for the development of new drug designs. Many cancer drugs interact with DNA molecules. In this thesis; studies were performed to investigate the interactions of DNA and Gemcitabine HCl (GMB), which is a pyrimidine nucleoside, antineoplastic effective synthetic substance and Irinotecan HCl (ITN), which is an antineoplastic effective semisynthetic derivative of Camptothecin alkaloid by UV spectrophotometric method and illuminate their DNA binding mechanisms. The studies were performed both in aqueous medium and two different pH (pH 7.4 and pH 4.7) buffer solutions. According to the results obtained; it has been observed that the interaction mechanism with DNA for GMB and ITN is groove binding and intercalation, respectively. For the DNA-GMB complex, the binding constant value in the pH 7.4 buffer solution was calculated as 1948 M-1, while the binding constant value in the pH 4.7 buffer solution was calculated as 956 M-1. For the DNA-ITN complex, the binding constant value of the complex in the pH 7.4 buffer solution was calculated as 12632 M-1, while that of the complex in the pH 4.7 buffer solution was calculated as 10825 M-1 according to the peak at 220 nm and the binding constant value of the complex in the pH 7.4 buffer solution was calculated as 6348 M-1, while that of the complex in the pH 4.7 buffer solution was calculated as 2798 M-1 according to the peak at 255 nm. In the light of these data, it is understood that the binding constant is higher in blood pH. It has been observed that UV spectrophotometric method can be used in analysis of DNA-drug interactions. Keywords: DNA-Antineoplastic drug interactions, Gemcitabine hydrochloride, Irinotecan hydrochloride, UV-VIS spectroscopy. Atmaca, L., Antineoplastik İlaçların DNA ile Etkileşmelerinin UV-Görünür Bölge Spektroskopisi ile İncelenmesi, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Analitik Kimya Programı Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2020. Çok hızlı bir şekilde çoğalan hücreler sebebiyle ortaya çıkan kanser hastalığının tedavisinde öncelikli amaç, hücrelerin kontrolsüz olarak çoğalmasını baskılamaktır. Farklı yöntemler kullanarak DNA’nın bazı kimyasal maddelerle (ilaç, metal, çevresel atıklar vb.) etkileşme türünün belirlenebilmesi, yeni ilaç tasarımlarının geliştirilmesi için önemlidir. Birçok kanser ilacı DNA molekülü ile etkileşmektedir. Bu tez çalışmasında; pirimidin nükleozidi, antineoplastik etkili, sentetik bir madde olan Gemsitabin HCl’nin (GMB) ve Camptothecin alkaloidinin semisentetik türevi, antineoplastik etkili bir madde olan İrinotekan HCl’nin (İTN) DNA ile etkileşmelerinin UV spektrofotometrik yöntemle incelenmesi ve DNA’ya bağlanma mekanizmalarının aydınlatılması için çalışmalar yapılmıştır. Çalışmalar hem sulu ortamda, hem de iki farklı pH (pH 7,4 ve pH 4,7) değerindeki tampon çözelti ortamında gerçekleştirilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre; GMB’nin DNA ile etkileşmesinin oluğa bağlanma, İTN’nin DNA ile etkileşmesinin ise interkalasyon yoluyla gerçekleştiği görülmüştür. DNA-GMB kompleksi için pH 7,4 tampon çözeltisindeki bağlanma sabiti değeri 1948 M-1 olarak hesaplanırken, pH 4,7 tampon çözeltisindeki bağlanma sabiti değeri 956 M-1 olarak hesaplanmıştır. DNA-İTN kompleksi için 220 nm’deki pike göre pH 7,4 tampon çözeltisindeki kompleksin bağlanma sabiti değeri 12632 M-1 olarak hesaplanırken, pH 4,7 tampon çözeltisindeki kompleksin bağlanma sabiti değeri 10825 M-1 olarak hesaplanmıştır. 255 nm’deki pike göre pH 7,4 tampon çözeltisindeki kompleksin bağlanma sabiti değeri 6348 M-1 olarak hesaplanırken, pH 4,7 tampon çözeltisindeki kompleksin bağlanma sabiti değeri 2798 M-1 olarak hesaplanmıştır. Bu verilerin ışığında bağlanma sabitinin kan pH’ında daha yüksek olduğu anlaşılmıştır. DNA-ilaç etkileşmeleri ile ilgili analizlerde UV spektrofotometrik yöntemden faydalanılabileceği görülmüştür. Anahtar Kelimeler: DNA-Antineoplastik ilaç etkileşmeleri, Gemsitabin hidroklorür, İrinotekan hidroklorür, UV-GB spektroskopisi.

Büyük İskender'in komuta ettiği Makedon İmparatorluğu'nun bugün Yunanistan olarak bilinen Hellas'ta, ön Asya'da ve antik dönemin bilinen tüm topraklarında gerçekleştirdiği istilalar ve kurduğu hakimiyet şehir devleti yönetim modelini sonlandırmış ve yurttaş – barbar ayrımına dayanan klasik Yunan siyasasının dönüşmesine yol açarak Helen dönemini başlatmıştır. Polis'in buharlaşan sınırlarından sonra meydana gelen nüfus hareketlilikleri Kinik temalı evrensel bir düşünceyi esas alan, ama beslendiği o Kinizmi de dönüştürerek polis'in içindekilerle dışındakileri kozmopolit bir siyasa içerisinde eşitleyen Stoa felsefesinin benimsenerek yaygınlaşmasına yol açmıştır. Roma siyasi oluşumunun Makedon İmparatorluğu'nun varlığına son vermesinden sonra Büyük İskender'in mirası olan evrensel yönetim modeli ve Helen dönemi düşüncesi olan Stoa felsefesi Romalılara miras kalmıştır. Roma siyasi oluşumunun Cumhuriyet dönemine denk düşen bu tevarüs, Roma'da Marcus Tullius Cicero tarafından soylu ve varsıl sınıfın menfaatlerini gözetmek ve öncelemek için savunduğu doğal hukuk tezlerine bakıldığında daha net biçimde anlaşılmaktadır. Son dönem pagan kültürünün en ciddi temsilcilerinden olan Cicero, Roma'ya reçete olarak sunmak için geliştirdiği doğal hukuk tezleri, Orta Çağ'ın ardından ortaya çıkan ve akılcı felsefeyi kendilerine esas alan Rönesans düşünürlerinin rehberi olacaktır. Bir Rönesans dönemi ürünü olan modern doğal hukuk düşüncesi, insanı, insan aklını ve insanın dışında yer alan bütün eşyayı yeniden kurgulayarak, bir anlamda da Kilise'nin dışına çıkarak seküler temele oturttuğu hukuk düşüncesini oluşturmuştur. Pagan dönemin sonlanmasından sonra düşünce tarihinde uzun bir yer edinen patristik felsefe ve Orta Çağ düşüncesi entelektüel serüvenin temeline Kutsal Kitab'ı yerleştirmişken, modernitenin yol açtığı zihinsel dönüşüm entelektüel bakışların klasik hümanist kaynaklara dönmesine yol açmıştır. Bir modern doğal hukuk düşünürü olan Hugo Grotius, bu zihniyet değişiminin ve düşünce etkileşiminin en somut örneğidir. Hollandalı hukukçu, ülkesinin Uzak Asya'da yer alan ülkelerle ticaret yapabilmesi için açık denizlerde yolculuk yapabilmesini Kilise'ye ve onun ruhani himayesinde ilerleyen Portekiz'e ve İspanya'ya karşı savunurken tezlerini Cicero ve Stoa düşüncesi ile geliştirmiş, Kilise'nin ruhani hakimiyet iddiasını ve keşfedilen toprakları ülkeler arasında bölüştürme girişimini aklı ve insan doğasını esas alan doğal hukuk düşüncesi ile sınamıştır. Bu tez çalışması Cicero ve Grotius tarafından geliştirilen doğal hukuk düşüncesine odaklanmakta, her iki düşünceyi de içlerinde vuku buldukları dönemlerinin siyasi ve iktisadi şartları arasında benzerlik kurarak ele almaktadır. Çalışmada tercih edilen bu yöntem, -tarihin farklı dönemlerinde savunulmuş olsalar da- doğal hukuk düşüncesinin arkasında yatan siyasi ve sosyal gerçekliği göstermektedir. The invasions of the Macedonian Empire under Alexander the Great in Hellas, now known as Greece, all the lands of ancient Asia, and the domination it established, terminated the city-state administration model and led to the transformation of the classical Greek politics based on the citizen-barbarian separation. Then, it started the Helen period. Emerging population movements following the evaporating boundaries of the polis led to the adoption of the philosophy of Stoa, which was based on a universal idea with a Cynical theme, but transformed that cynicism into which it was nurtured and equated the inhabitants of the polis with those outside of the polis in a cosmopolitan policy. After Rome ended the Macedonian Empire, Alexander the Great's legacy of universal governance model and the idea of the Stoa philosophy of the Hellenic period have been inherited to the Romans. This inheritance of the Romans, which corresponds to the Republican era, is more clearly understood when the natural law thesis advocated by Marcus Tullius Cicero in the Rome to protect and prioritize the interests of the noble and wealthy class are considered. Cicero, one of the most serious representatives of the late pagan culture, his natural law thesis which he developed in order to present them to Rome as a medication will be the guide of the Renaissance philosophers who emerged after the Middle Ages and based on the rational philosophy they developed. The idea of modern natural law, which is a product of the Renaissance period, reconstructed the human, the human mind and all the objects outside the human being, and, in a sense, formed the idea of law on a secular basis by going outside the Church. While the patristic philosophy and the medieval thought which had a long period in the history of thought, placed the Bible on the basis of their intellectual adventure, the intellectual transformation caused by the modernity would return to classical humanist sources. Hugo Grotius, as a thinker of modern natural law, is the most concrete example of this change of mindset and thought interaction. The Dutch jurist will develop his theses with the idea of Cicero and Stoa, while defending his country against the Church, and Portugal and Spain which are conquering and colonizing under Church's spiritual auspices. Grotius' aim was for his country to travel on the high seas in order to trade with the countries in Far Asia. The Catholic Church's claim of spiritual sovereignty and its attempt to divide the discovered territories between countries would be challenged by Grotius with natural law thesis based on rational philosophy and human nature. Our thesis focuses on the idea of natural law developed by Cicero and Grotius and deals with both ideas by establishing similarities between the political and economic conditions of their time. As a result of this methodological preference, our thesis shows the political and social reality behind the idea of natural law, although they have been defended in different periods of history. 213

نَّ التَّصوِيرَ هُو أهَمُّ الأَدَوَاتِ الفَنِيَّةِ في تَشكِيلِ النُّصُوصِ الأدَبِيَّةِ- قَدِيمًا وحَدِيثًا- فلا يُمكِنُ أن نَتَصَوَّرَ نَصًّا أَدَبِيًّا من غَيرِ صُورَةٍ، أو نَستَسِيغَ قَصِيدَةً من دُونِ أن تَتَمَاهى في الصُّورَةِ، أو تَأخُذَ من آلِيَاتِ التَّصوِيرِ بِطَرَفٍ، حَتَّى صَارتِ القَصِيدَةُ عِندَ البعضِ صُورَةً، وصارَ الشِّعرُ جِنسًا مِنَ التَّصوِيرِ. فالصُّورةُ هي الشَّيءُ الثَّابِتُ في النُّصُوصِ الأدبيَّةِ عبرَ العُصُورِ، ولِجَمَالِيَّاتِ التَّصوِيرِ الفنِّيِّ التي أَثَرٌ في العقلِ والقلبِ معا، وقُدْرَةٌ على نَقلِ المعنى معَ التَّأثِيرِ في المتَلَقِّينَ، اعتَمَدَ عليه القرآنُ في جُلِّ مَوضُوعَاتِهِ حَتَّى صَارَ الملمَحَ الأسلُوبِيَّ الأسَاسِيَّ في النَّصِّ القرآنِيِّ الذي بَلَغَ حَدَّ الإعجَازِ. إنَّ لآياتِ القتالِ في القرآنِ أَهمِّيَّةً تَنبُعُ من طبيعةِ الموضوعِ، وتأثيرِهِ على أرواحِ النَّاسِ وممتلكاتِهم، وتنظيمِ العلاقةِ والمعاملةِ بين المسلمينَ وغيرِهِم، وبين المسلمين بعضِهم ببعض؛ لذلكَ شغلت هذه الآياتُ مِساحةً كبيرةً من النَّصِّ القرآنيِّ، وكان لِعلومِ البلاغةِ وعلى رأسها علم البيان دورٌ كبيرٌ في تشكيلِها وصِياغِتِها. تَهدُفُ هَذِهِ الدِّرَاسَةُ إلى بَيَانِ وتَحلِيلِ الصُّورةِ البَيَانِيَّةِ في آيَاتِ القِتَالِ، والكَشفِ عن جَمَالِيَّاتِها، وطُرُقِ تَشكِيلِها، وتَأكِيدِ أَهَمِّيَّةِ التَّصويرِ في القرآنِ؛ فجَاءتِ هذه الدِّرَاسَةُ في مُقَدِّمَةٍ و خمسة مَبَاحِثَ، هي: ١- مفهوم الصورة وأهميتها وتشكيلها. 2- التَّشبِيه 3- الاستِعَارَةُ. 4- الكِنَايَةُ. 5- الطِّبَاقُ والمقَابَلَةُ.

Yeni medya araçlarının ciddi anlamda ilerleme kaydetmesi ve heranlamda bireylerin yaşamlarını kolaylaştıran bir unsur haline gelmesi ilegündelik yaşantıda her alanda yer alan önemli ve vazgeçilmez bir faktördür.Çalışmanın konusu olan Instagram sosyal medya araçları arasında en başarılıolanlarından birisidir. Her geçen sürede yenilikleriyle insanların ilgi vebeğenisini toplayan bu uygulama en popüler kullanım alanına sahiptir. Sosyalmedya sayesinde insanlar kendilerini ifade edecek bir ortam bulmalarınınetkisiyle aynı zamanda kendilerini gösterme ve diğer insanları gözetlemeeğilimlerine girmişlerdir. Bu perspektiften bakıldığında yeni medya insanlaraevrensel anlamda yeni bir dünyanın kapılarını açmıştır. Bu yeni dünyadainsanların hayatlarını kolaylaştıran her şey bulunmaktadır. Dünyanın birucundaki bir insanla diyalog kurmak, formel ve formel olmayan ilişkilergeliştirmek, toplumsal şuur oluşturmak, tepki göstermek ve bu anlamdameydana gelen herhangi bir olay ile ilgili olarak olumlu ya da olumsuz görüşbildirmek, ticaret yapmak, reklam vermek, tanıtım yapmak, kampanyalarıduyurmak ve satış yapmak gibi birçok alanda yetkinlik sağlayan ve verimli birortamı sunmuştur.Bu araştırmada sosyal medya ve Instagram' ın tüketim kültürüne olanetkisi araştırılmıştır. Tüketim kültürü teorik olarak incelenmiştir. Sonuç olarakortaya çıkan bulgular Instagram'ın tüketim boyutunda kişileri ciddi anlamdaetkilediği sonucuna varılmıştır. Instagram üzerinden yapılan kampanyalar,promosyonlar, tanıtımlar ve reklamlar kişiler üzerinde nihai olarak tüketimarzusunu tetiklemektedir.Anahtar Kelimeler: Sosyal Medya, Dijital, Instagram, Tüketim Kültürü It is an undeniable fact that new media tools are making progress andbecoming the element that makes individuals' lives easier. Instagram, the subjectof the study, is one of the most successful among social media tools. Thisapplication, which attracts people's attention and appreciation with itsinnovations every day, has the most popular usage area.With the help of socialmedia, people have a tendency to show themselves and observe other peoplewith the effect of finding an environment to express themselves. From thisperspective, the new media has opened the door to a new world in a universalsense. There are many things in this new world that make people's lives easier.To establish a dialogue with a person on the other side of the world, to developformal and non-formal relations, to create social consciousness and to expresspositive or negative opinions about any event that occurs, to trade, to makeadvertisements, to promote, to announce campaigns and to make sales.In thisstudy, the effect of social media and Instagram on consumer culture wasinvestigated. Consumption culture was examined theoretically. As a result, itwas concluded that Instagram seriously affected people in terms of consumption.Campaigns, promotions and advertisements via Instagram ultimately trigger adesire for consumerism on individuals.Keywords: Social Media, Digital, Instagram, Consumption Culture 82

Bu çalışma; Türkiye'de bulunan Suriyeli sivil toplum kuruluşlarındaki yöneticilerin yönetim davranışları üzerinde, yöneticilik becerilerinin (teknik beceriler, yürütme ve ekip oluşturma gibi) nasıl etkileri olduğunu incelemeyi amaçlamaktadır. Bu çalışmanın yürütülme nedeni, iki Suriyeli STK'nın yöneticilerini yöneticilik becerilerine sahip olma ve onları hayata geçirme açısından değerlendirerek, Suriyeli STK'lardaki yönetimsel ve idari uygulamaları araştırmaktır. Bu çalışma, geniş çaplı bir literatür taramasından ve deneysel araştırmadan oluşmaktadır. Deneysel analizde kullanılan birincil veriler, Suriyeli iki sivil toplum kuruluşunda çalışan 165 personelin 105'ine yapılan anketlerle elde edilmiştir. Bu çalışmanın temel hipotezine göre; `STK yöneticilerinin yöneticilik becerileri ile yönetim davranışları arasında anlamlı bir istatistiksel ilişki yoktur.` Bu doğrultuda çalışma, şu soruyu cevaplamayı amaçlamaktadır: `Suriyeli STK'larda çalışan yöneticilerin, yöneticilik becerilerinin yönetim davranışları üzerinde doğrudan bir etkisi var mıdır?`. Araştırma sorularını cevaplayabilmek, verileri analiz etmek ve hipotezleri sınamak için, betimsel istatistik yöntemleri (örn. frekans dağılımları, ortalama, standart sapma) ve çıkarımsal istatistik yöntemleri (örn. Pearson korelasyon analizi ve regresyon analizi) kullanılmıştır. Bu çalışmadan elde edilen başlıca bulgulara göre; teknik, yürütücü ve ekip oluşturma gibi yöneticilik becerilerinin, yönetim davranışları üzerinde anlamlı ve pozitif bir etkisi vardır. Benzer şekilde, bulgular, Suriyeli STK'larda çalışan yöneticilerin sahip oldukları ve uyguladıkları yöneticilik becerilerinin görece ortalama düzeyde olduğunu göstermiştir. Bunlara ek olarak; bu çalışmanın deneysel bulguları, sivil toplum sektöründeki yöneticilik becerilerin yönetim davranışla anlamlı bir ilişki içinde olduğu yönündeki akademik anlayışa da katkı sağlamaktadır. Bununla beraber, çalışmada sadece bir ülkedeki iki kuruluşun incelenmiş olması, diğer kuruluşlara yönelik bir genelleme yapılmasını sınırlandırmaktadır. Örneklem büyüklüğünün küçük olmasının etkileri göz önünde bulundurulmalıdır. İleride yapılacak deneysel araştırmalar için daha geniş bir örneklemden veri toplanması son derece önemlidir. Bu çalışmanın özgün değeri, Suriyeli STK'ların yönetimsel ve idari uygulamalarına ışık tutarak, akademik araştırmalarda eksikliği hissedilen bir konuyu ele almasından kaynaklanmaktadır.Anahtar kelimeler: Yöneticilik Becerileri, Yönetim Davranışı, Sivil Toplum Kuruluşu The purpose of this study is to examine the impact of managerial skills (technical, drive, and teambuilding) on managerial behavior of managers at Syrian civil society organizations in Turkey. The reason for conducting this study is to investigate the managerial and administrative practices in Syrian CSOs by assessing the skills of managers at two Syrian CSOs, in terms of possession and practice. The study is composed of a comprehensive literature review and empirical investigation. The primary data used in the empirical analysis was collected from 105 out of 165 employees working at two Syrian civil society organizations via a survey (questionnaire). The main hypothesis of the study states that `there is no statistically significant relationship between managerial skills of CSOs managers and their managerial behavior`. Accordingly, the study aimed to answer the following primary question is there a direct influence of managerial skills of managers on their managerial behavior at Syrian CSOs. Statistical techniques such as descriptive statistics (i.e. frequency distributions, mean, standard deviation) and inferential statistics (i.e. Pearson correlation, and regressions analysis) were employed in order to answer the study questions, analyze data, and test its hypotheses. The primary findings of the study indicated that managerial skills: technical, drive, and teambuilding had a significant and positive impact on managerial behavior. Similarly, the findings showed that managerial skills are possessed and practiced by managers working in Syrian CSOs at a relatively moderate level. In addition, the empirical findings of the study contribute to the academic understanding of the significant relationship that managerial skills had on managerial behavior at civil society sector. Nonetheless, the use of only two organizations in one country limits its generalization to other organizations. The effect of the small sample size must be considered, further empirical researches involving data collection from a larger sample is highly recommended. The unique value of the study appears from spotlighting the managerial and administrative practices in Syrian CSOs, which is a subject matter that lacks academic research.Key words: Managerial Skills, Managerial Behavior, Civil Society Organization 73

Bu araştırma, hastaların genel hastane hizmetlerinden memnuniyeti ve hemşireye olan güvenini belirlemek amacıyla; metodolojik ve tanımlayıcı ilişkisel olarak iki aşamada gerçekleştirilmiştir. Araştırma, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin, cerrahi, dahili ve karma birimlerini oluşturan toplam yirmi yedi servisinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini bu servislerde en az 3 gün yatarak tedavi görmüş, taburculuk aşamasındaki, 278 hasta oluşturmuştur. Araştırmaya katılacak hasta sayısı G- Power Güç Analizi ve Tabakalı Örnekleme Yöntemi ile belirlenmiştir. Araştırmanın birinci aşamasında; Hemşirelere Güven Ölçeği'nin genel hasta grubuna uygulanmasına yönelik geçerlik güvenirlik çalışması yapılmış, Cronbach alfa:0,829 bulunmuştur. Araştırmanın ikinci aşamasında veriler, Tanımlayıcı Bilgiler Formu, Hastane Hizmetlerinden Memnuniyet Anketi ve Hemşirelere Güven Ölçeği ile toplanmıştır. Araştırmadan elde edilen veriler SPSS 23 Windows paket programı kullanılarak değerlendirilmiştir. Analizlerde ortalama, standart sapma, sayı, yüzde, ortanca, kikare testi, Kruskall Gamma korelasyon kat sayısı, Kruskal Wallis, Man Whitney U kullanılmıştır. Hastane hizmetlerinden memnuniyet ve hemşireye güven arasındaki ilişki için Spearman's Rho korelasyon katsayısına bakılmıştır. Hastaların %93,2'si hastaneyi tekrar tercih edeceğini ve tavsiye edeceğini belirtmiştir. Hastaların hastane hizmetlerinden memnuniyetini belirlemeye yönelik kullanılan görsel skala puan ortalaması 7,86±1,62 bulunmuştur (min:1 max:10). Hastaların hastane hizmetlerinden memnuniyetlerinin yüksek olduğu bulunmuştur. Hastaların Hemşirelere Güven Ölçeği ortalama puanları 21,78±2,16'dır (min:4 max:24). Hastaların; yaş, öğrenim durumu, hastanede yatış süresi ve kaldıkları birime göre Hemşirelere Güven Ölçeği puanları farklılık göstermektedir. Hastaların hastane hizmetlerinden memnuniyetleri ile Hemşireye Güven Ölçeği arasında zayıf derecede, pozitif yönlü ve istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur (r=0,366 p=0,000) Araştırmanın sonuçlarına göre; hastane hizmetlerinin sadece hasta beklentilerine değil, standartlara da uygun şekilde sunulması ve hemşireye güvenin sürdürülmesine yönelik önerilerde bulunulmuştur. This study aims to determine the satisfaction of patients from general hospital services and their trust in nurses and conducted in two stages which were methodological and descriptive-relational stages. The study was carried out in Ankara Ministry of Health Hospital in twenty-seven wards, which consist of surgical, internal and mixed-type units. The sample of the study consisted of 278 patients who were being discharged after at least 3 days of inpatient treatment. The number of patients to be included in the study was determined by G-Power Power Analysis and Stratified Sampling Method. In the first stage of the research; the reliability and validity study for the general patient group applicability of the Trust in Nurses Scale was conducted. Cronbach alpha value: 0.829. In the second stage of the research; the data were collected through the Patient Data Form, the Hospital Satisfaction Survey and the Trust in Nurses Scale. The data obtained from the research were evaluated by using IBM SPSS 23 for Windows software. In the analysis, mean, standard deviation, number, percentage, median, chi-square test, Kruskall Gamma correlation coefficient, Kruskal Wallis, Man Whitney U were used. Spearman's Rho correlation coefficient was examined for the relationship between satisfaction from hospital services and trust in nurses. 93.2% of the patients stated that they would prefer the hospital again and recommend it. The average visual scale, determining patient satisfaction from hospital services, was 7.86 ±1.62.(min:1-max:10) It was deducted that the participants were highly satisfied with the hospital services. There was a moderate negative correlation between the unit type and the satisfaction from the hospital services (G=-0.671 p

Primer dismenore (PD) sıklıkla ergen yaş grubunda başlayan ve en sık görülen jinekolojik sorundur. Patogenezinde, ovulasyon sonrası oluşan korpus luteum kaynaklı progesteronun endometrium dokusuna kritik etkisi en kabul edilmiş mekanizmadır. PD olanlarda da anovulatuar siklusların olduğu, patogenezinde ovulasyon dışında daha kompleks bir mekanizmanın etkili olabileceği az sayıda çalışmada belirtilmiştir Ayrıca, literatürde ovulasyonu belirleyen serum progesteron eşik değeri için referans kabul edilen çalışmalar, eski tarihli ve az sayıdadır ve özellikle ergenlerde yeni çalışmalar ile bu değerler belirlenmelidir. Çalışmamızda; PD olan ve PD olmayan kız ergenlerde ovulasyon varlığının serum progesteron düzeyi ve suprapubik pelvik ultrason folikül boyutu ile değerlendirilmesi, katılımcıların menstrual karakteristiklerini ve ergenlerde ovulasyon belirteci olarak serum progesteron eşik değerini belirleyebilmek amaçlanmıştır. PD ağrı şiddeti için `Sayısal derecelendirme ölçeği` (SDÖ) kullanılmış, SDÖ puanı 4 ve üzerinde olan (orta-ağır şiddette PD) ergenler olgu grubunu, 4'ün altında olanlar kontrol grubunu oluşturmuştur. Katılımcılar 1 siklus süresinde toplam 3 ziyaret olmak üzere polikliniğe çağrılmış; 1. ziyarette (menstruasyon sonrası 12-18.gün) suprapubik pelvik ultrason (folikül değerlendirme) görüntülemesi, 2. ziyarette (menstruasyon sonrası 21-24. gün) birinci serum progesteron düzeyi, 3. ziyarette (menstruasyon sonrası 28-31. gün) ikinci serum progesteron düzeyi tetkikleri yapılmıştır. PD grubunun (n=41) yaş ortalaması 15,9±1,3 yıl, kontrol grubunun (n=36) yaş ortalaması 15,4±1,5 yıl olarak bulunmuştur. Gruplar arasında; antropometrik bulgular, menstrual öykü, ailede dismenore varlığı yönünden fark bulunmazken, SDÖ puanı PD grubunda istatistiksel anlamlı yüksektir (p

Bu çalışma çerçevesinde, işletmeden işletmeye pazarlama kapsamında kurumsal reklamda yaratıcılık algısının markaya yönelik tutum üzerindeki etkisi incelenmiştir. Çalışmada öncelikle pazarlama, markaya yönelik tutum, kurumsal reklamcılık ve yaratıcılığa ilişkin literatür taraması yapılmıştır. Sonrasında araştırma metodolojisi ve bulgulara ilişkin bilgiler sunulmuştur. Araştırmada örneklem olarak Mars Logistics firması seçilmiştir. Veri toplama aracı olarak nicel bir veri toplama tekniği olan anket kullanılmıştır. Anket uygulaması 10 Eylül 2019 ile 20 Kasım 2019 tarihleri arasında şirketin 77 kurumsal müşterisi üzerinde gerçekleştirilmiştir. Reklamda yaratıcılık algısını ölçmek için, Besemer ve O'Quin (1986) tarafından geliştirilen Yaratıcı Ürün Anlamsal Değer Farkı Ölçeği kullanılmıştır. Markaya yönelik tutumu ölçmek için Holbrook ve Batra (1987) tarafından geliştirilen, Çakır (2006) tarafından Türkçe'ye uyarlanan Marka Tutumu Ölçeği kullanılmıştır. Verilerin analizinde SPSS 22 programı kullanılmıştır. Araştırma kapsamındaki iki reklama ilişkin yaratıcılık algısıyla ilgili verilen yanıtlar arasında, `Gurur Taşıyoruz Reklamı` lehine anlamlı farklılık tespit edilmiştir. Hem genel yaratıcılık algısının hem de yenilik boyutunun markaya yönelik tutumu pozitif ve anlamlı şekilde etkilediği saptanmıştır. Katılımcıların demografik özelliklerine göre markaya yönelik tutum ile reklamın yaratıcılık algısının farklılaşmadığı tespit edilmiştir. Çalışmada elde edilen bulguların literatüre katkıda bulunacağı öngörülmüş ve bu doğrultuda gelecek araştırmalar için çeşitli öneriler yapılmıştır.Anahtar Kelimeler: Reklam, Reklam Yaratıcılığı, Markaya Yönelik Tutum, İşletmeden İşletmeye Pazarlama, Kurumsal Reklam Within the scope of this study, the effect of creativity perception in corporate advertising on brand attitude in context to businee-to-business marketing was investigated. In the study, firstly literature review was made about marketing, brand attitude, corporate advertising and creativity. Then, information about research methodology and findings was presented. In the research, Mars Logistics company was selected as the sample. Survey questionnaire which is one of the quantitative data collection techniques was used as data collection tool. Survey was conducted on 77 corporate customers of the company between 10th September, 2019 and 20th November 2019. In order to measure creativity perception in advertising, The Creative Product Semantic Differential Scale developed by Besemer and O'Quin (1986) was used. To measure brand attitude, Brand Attitude Scale developed by Holbrook and Batra (1987) which was adapted into Turkish by Çakır (2006) was used. In data analysis, SPSS 22 program was benefited. There was determined significant difference on behalf of `Gurur Taşıyoruz Advertisement` for the answers given about creativity perception in advertising between two advertisements in the research. Moreover, it was found that both general creativity perception and novelty dimension has positive and significant effects on brand attitude. Furthermore, it was found that there is no significant difference in brand attitude and creativity perception in advertising according to the demographical features of the respondents. It was forecasted that study findings would make contribution in the literature, and in this direction, some recommendations were made for the further researches.Key Words: Advertising, Advertising Creativity, Attitude Toward to Brand, Business to Business Marketing, Corporate Advertising 82

Bu çalışma, meme kanseri cerrahisi geçiren Türk kadınlarda, Kol Aktivite Anketi (KAA)'ni Türkçe'ye uyarlamak, güvenirlik ve geçerliğini araştırmak ve üst ekstremite fonksiyonelliğini, lenfödeme özgü yaşam kalitesini ve lenfödem ve etkilenen kolu kullanmakla ilişkili algıyı lenfödem varlığı ve lenfödemin klinik özelliklerine göre incelemek amacıyla planlandı. Çalışmaya yaş ortalaması 55,45±9,31 yıl olan meme kanseri cerrahisi geçirmiş 200 kadın dahil edildi. Bireylerin demografik, fiziksel ve yaşam tarzı özellikleri, medikal hikayeleri, lenfödem ve cerrahi ile ilişkili semptomları sorgulandı. Bireylerin kollarındaki ödem hacmi, çevre ölçümünden elde edilen verilerden Frustum modeli ile hesaplanırken, el hacmi taşan su yöntemi ile belirlendi. Bireylerin ayrıca Lenfödem Yaşam Kalitesi Ölçeği-Kol (LYKÖ-kol) ile yaşam kaliteleri, Kol, Omuz ve El Sorunları Hızlı Anketi (Q-DASH-T) ile üst ekstremite fonksiyonelliği ve Kol Aktivite Anketi (KAA) ile lenfödem ve etkilenen kolu kullanmakla ilişkili algıları değerlendirildi. KAA'nın iç tutarlılığı (Cronbach alfa=0,78) ve test-tekrar test güvenirliği (rho=0,98-1,0) yüksek bulundu. KAA'nın kriter geçerliği kapsamında ise LYKÖ-kol ve Q-DASH-T skorları ile zayıf düzeyde ilişkisi olduğu tespit edildi (p

Bu çalışma bir geç Memlük dönemi alim ve tarihçisi olan Abdübasıt el-Malati'nin eserlerindeki Osmanlı sultanlarının, devlet adamlarının ve Osmanlı entelektüel patronajının yansımalarına dair bir incelemedir. Müellif genel olarak Osmanlı sultanlarını alimlerin cömert hamileri, dönemin hükümdarı II. Bayezid'i ise patronajının yanı sıra bir alim-sultan olarak tasvir etmektedir. Hakkında kapsayıcı bir çalışma bulunmayan el-Malati'nin eserleri, içerikleri ve siyasi bağlamları bakımından incelenecek ve müellifin Osmanlı sultanları ve onlarla ilişkili alimler hakkında ne tür yollarla bilgi edindiği irdelenecektir. Kahire ve İstanbul arasındaki gayriresmi ağlar el-Malati'nin Osmanlı tasavvurunda önemli bir rol oynamıştır. Burada gayriresmi ağlardan kastımız, müellifin Rum diyarından çeşitli alim, tüccar, sığınmacı ve esirlerle diplomatik ve ilmi müesseselerin resmi kanallarının dışında geliştirdiği kişisel ilişkilerdir. El-Malati'nin Osmanlı tasavvurunu tarihsel bağlamında incelemenin ardından tez, müellifin Memlük topraklarındaki mevcut patronajdan memnun olmadığı için Osmanlı yanlısı bir tutum izlediğini öne sürmektedir. El-Malati ve yakın çevresinin incelenmesiyle birlikte çalışmamız, Osmanlı hakimiyeti altındaki Rum diyarının, 1517'de Arap vilayetlerinin ele geçirilmesinden önceki dönemde Memlük topraklarında ikamet eden alimlerin gözünde entelektüel canlılık bakımından görece önemsiz bir konumda olduğu kanısını tartışmaya açmayı önermektedir. This thesis is a study of a neglected late Mamluk scholar and historian Abd al-Basit b. Khalil b. Shahin al-Malati with a special focus on the image of the Ottomans and their patronage in his historical works and especially his biographical dictionary. Al-Malati depicts the Ottoman sultans as generous patrons of knowledge and portrays the contemporary Ottoman ruler Bayezid II as a scholar-king. The present thesis attempts to introduce al-Malati and his oeuvre, contextualize his historical works in terms of their genres and political mindset, also searching for how he learned about the Rumi sultans. Informal networks between these two regions played a significant role in al-Malati's description of Ottoman patronage. By informal networks here, we mean al-Malati's encounters with various scholars, merchants, emigres, and captives from the Ottoman lands outside the formal channels of diplomacy and scholarly activities. The thesis also contextualizes al-Malati's observations about Rumi scholars and Bayezid II's patronage and argues that al-Malati's trouble with contemporary Mamluk patronage led him to adopt a pro-Ottoman attitude amid the power struggle between the Mamluks and the Ottomans in the eastern Mediterranean. Building on these points, the study also seeks to problematize the idea that the Ottoman lands were marginal to Islamic learning before the Ottoman conquest of Greater Syria and Egypt in 1517. A careful study of al-Malati and his environment suggests that Ottoman scholarly life was appreciated in Mamluk scholarly circles in the late fifteenth century, already before the Ottoman expansion into the Arab lands. 120