Search

Amaç: Deneysel omurilik yaralanmalarında hasarın takibi ve hücrelerin hasara yanıtını değerlendirmek ana unsurlardan biridir. Bu çalışmada iki farklı deneysel omurilik travma modelinde serum ve dokuda oksidan-antioksidan maddelerin değişimi incelenmiştir.Gereç ve yöntem: Çalışmada 3 grupta 6 adet Wistar rat kullanıldı. Kontrol grubuna (A grubu) sadece laminektomi yapıldı. Ağırlık grubuna (B grubu) laminektomi ve ağırlık düşürme modeli ile, klip-kompresyon grubuna (C grubu) laminektomi ve klip kompresyon tekniği ile spinal kord hasarı oluşturuldu. Fonksiyonel olarak 12. saat, 1., 3. 5. 7. Gün BBB skorları ile değerlendirildi. Biokimyasal olarak 12. saatde, 1., 5. ve 7. gün alınan kuyruk kanlarında oksidan-antioksidan maddeler incelendi. 7.gün sakrifiye edilen deneklerin omurilik dokularında Total antioksidan kapasite (TAS), Total oksidan kapasite (TOS) ve OSİ (oksidatif stres indeksi) bakıldı.Bulgular A grubuna göre B ve C grubunda Disülfid(SS)/Total tiol(TT), SS/Native tiol(NT) ve NT/TT oranları anlamlı olarak farklı bulunmuştur. Katalaz için en erken anlamlı fark 5. gün ortaya çıkmıştır. İMA (iskemi modifiye albümin) erken evrede artsa da hasarın 3. gününden itibaren tekrar azalıp 7. gün normale yakın değerlere gelmiştir. C ile B grubu kıyaslandığında parametrelerin C grubunda daha anlamlı değişiklik gösterdiği görülmüştür.Sonuç Travma modellerinde oksidatif-antioksidatif markerlar hasarın şiddetini göstermede ve takibinde kullanılabilir. Klip kompresyon yöntemi, serumda oksidatif stres parametrelerini ölçmek için daha başarılı bir yöntemdir.

Giriş ve Amaç: Nöral tüp adı verilen yapı beyin dokusundan başlayıp, boylu boyunca omuriliği de içine alacak şekilde aşağı doğru uzanan bir yapıdır. Gelişimin her hangi bir nedenle (genetik veya çevresel) sorunlu olması, tüpün herhangi bir bölgesinin açık kalmasına neden olur ki bu duruma Nöral Tüp Defekti adı verilir. Nöral tüp defekti yaklaşık olarak 6/10000 gebelikte görülür. En sık görülen nöral tüp defekti anensefali ve spina bifidadır. Yenidoğanlarda %3–5 oranında doğum defektine rastlanmaktadır ve nöral tüp defektleri (NTD) doğum defektine bağlı yenidoğan ölümlerinin %7'sini oluşturmaktadır.Tenoksikam (TEN), oksikam grubundan tienotiazin türevi non-steroid antiinflamatuar ve analjezik bir ilaçtır. TEN'in siklooksijenazı inhibe ederek prostaglandin sentezini baskılaması yanında, inflamasyon gelişimindeki rolleri son yıllarda daha iyi anlaşılmasına rağmen diğer NSAİ ilaçların aksine gebelikteki teratojenik etkisi net olarak bilinmemektedir.Biz bu çalışmada sık kullanılan antiinflamatuar ve analjezik ilaç olan tenoksikamın civciv embriyolarında orta hat kapanmasına etkisi ve NTD oluşturma mekanizmasını incelemeyi amaçladık.Gereç ve Yöntem: Bu çalışma Ankara Üniversitesi Tıp FakültesiNöroşirürji Anabilim Dalı Nöroembriyoloji Laboratuarı'nda gerçekleştirildi. 160 fertil yumurta, 24 saatlik inkübasyon sonrası pencereleme yöntemi ile açıldı.Tenoksikam, 20 μL volümde subblastodermik olarak uygulanarak dört grup oluşturuldu. Bu dört gruba artan TEN dozları (0.01mikgr, 0.02mikgr, 0.10 mikgr) ve kontrol grubuna (%0.9 SF) enjekte edildi. Yumurtalar steril drape ile kapatıldıktan sonra 24 saat daha inkübe edildi. Tüm yumurtalar 48. saate açılarak, embriyolar morfolojik ve histopatolojik olarak değerlendirildi.Sonuçlar: Çalışma sonucunda veriler değerlendirildiğinde, tenoksikam dozu ile embriyo etkilenimi arasında bir korelasyon olduğu sonucuna varıldı. Bu bulgular eşliğinde tenoksikam kullanımının, artan konsantrasyonlarda erken tavuk embriyolarında orta hat kapanma kusurlarına yol açtığı sonucuna varıldı.Tartışma: Sık kullanılan antiinflamatuar ve analjezik bir ilaç olan, etkisini daha çok prostoglandin sentezini bloke ederek gösteren tenoksikam, doz bağımlı olarak embriyolarda orta hat kapanma kusurlarına neden olmaktadır. Yapılacak daha ileri çalışmalarla, embriyonik hasarlanmanın mekanizması ile genetik ve çevresel etmenlere bağlı teratojen etkiler arasındaki mekanizmaları ortaya koymak ve konjenital defektlerin oluşumunu en aza indirmek mümkün olabilecektir.Anahtar Kelimeler: Tenoksikam, Siklooksijenaz, Prostoglandin, Nöral tüp defekti, Tavuk embriyosu Introduction and Purpose: The structure called a neural tube is a structure that starts in the brain tissue and extends downward incorporating the spinal cord. Whenever there is a problem in development caused by any reasons (genetic or environmental) and any part of the tube remains open, this condition is called the Neural Tube Defect. NTD occurs in approximately 6/10000 pregnancies. The most common neural tube defects are anencephaly and spina bifida. Neural tube defects (NTD) constitute 3-5% of overall defects in new-borns and cause 7% of neonatal deaths due to birth defects.Tenoxicam (TEN) is a tienotiazin derivative non-steroidal anti-inflammatory and analgesic drug of oxicam group. Besides suppressing prostaglandin synthesis by inhibiting cyclooxygenase, although the role of TEN in inflammation development is better understood in recent years, the teratogenic effect on pregnancy against other NSAI drugs has not been clearly investigated.In this study, our aim was to investigate the effects of tenoxicam, a common anti-inflammatory and analgesic drug, on the midline fusion in chick embryos and the mechanism of NTD formation.Materials and Methods: This study was carried out in Ankara University, Faculty of Medicine, Department of Neurosurgery, the Laboratory of Neuro Embryology. 160 fertile eggs were opened using windowing method after 24 hours of incubation.Tenoxicam was administered subblastodermically at a volume of 20 μL and four groups were established. Increased TEN doses (0.01 mcg, 0.02 mcg, 0.10 mcg) were injected into these four groups and the control group (0.9% SF). After the eggs were closed with sterile drape, they were incubated for another 24 hours. All eggs were opened on the 48th hour and embryos were evaluated morphologically and histopathologically.Results: As a result of the study, it was concluded that there was a correlation between tenoxicam dose and effect on embryos. These findings show that the use of increased concentration of tenoxicam caused midline fusion defects in early chicken embryos.Discussion: Tenoxicam, which is commonly used as an anti-inflammatory and analgesic drug, has the effect of blocking prostaglandin synthesis, causing dose-dependent midline fusion defects in embryos. With further studies, it will be possible to demonstrate the mechanisms of embryonic damage and the mechanisms between teratogenic effects related to genetic and environmental factors to minimize the occurrence of congenital defects.Keywords: Tenoxicam, Cyclooxygenase, Prostoglandin, Neural Tube Defect, Chicken embryo 48

Serous cystadenoma is a rarely seen benign cystic lesion of the pancreas. These lesions manifest with the symptoms of abdominal mass and gastrointestinal and bile duct obstruction, or may be seen incidentally. Herein we report an 82-year-old woman presenting with epigastric pain, nausea and vomiting with a pre-diagnosis of cholelithiasis. Whipple operation had been performed due to a nodularity seen at the head of the pancreas. The operation specimen revealed a well circumscribed mass with multiple tiny cysts giving the tumor a honeycomb appearance; multiple cysts lined by small, cuboidal cells having centrally located nucleus with clear cytoplasm were seen microscopically. There seemed to be no signs of anaplasia and the lesion was mitotically inactive. Histochemically positive staining was revealed in the cell cytoplasms with periodic acid-Schiff. Immunohistochemically with epithelial membrane antigen, staining was seen at the luminal surfaces of the cells, and with low molecular weight keratin, positive reaction was seen in the cytoplasms of the tumor cells. The lesion was thus diagnosed as serous cystadenoma based on these findings. Despite its rarity, serous cystadenoma should be kept in mind in the differential diagnosis of the cystic tumors as well as other non-neoplastic cysts of the pancreas., Seröz kistadenom pankreasın nadir gözlenen benign kistik bir lezyonudur. Bu lezyonlar, abdominal kitle, gastrointestinal sistem ya da safra yolları obstrüksiyonu şeklinde bulgu verebilecekleri gibi, insidental olarak da gözlenebilirler. Bu makalede epigastrik ağrı, bulantı, kusma şikayetleri ile başvuran, koledokolithiazis ön tanısı ile ameliyata alınan 82 yaşında kadın hasta sunulmuştur. Olgunun operasyon sırasında pankreas başı bölgesinde nodülarite saptanması üzerine Whipple operasyonu yapı lmıştır. Spesimen üzerinde, pankreas başında bal-pateği görünümde alan izlenmiş olup; mikroskopik olarak küçük, yuvarlak santral yerleşimli nükleuslara sahip, şeffaf sitoplazmalı küboidal hücrelerin döşediği çok sayıda kist yapıları gözlendi. Patern olarak anaplazi kriterleri izlenmedi ve mitoz yönünden inaktif idi. Histokimyasal olarak "Periodic acid-Shiff" ile hücre sitoplazmalarında, immünohistokimyasal olarak ise "Epithelial Membrane Antigen" ile lüminal yüzde, düşük molekül ağırlı klı keratin ile tümör hücre sitoplazmalarında reaksiyon izlendi. Bu bulgularla olgu seröz kistadenom olarak rapor edildi. Seröz kistadenom, pankreasın az gözlenen kistik bir neoplazmı olmasına rağmen, ayırıcı tanı da pankreasın diğer kistik tümörleri ve yanı sıra neoplastik olmayan kistleri de akılda tutulmalıdır.

Retroperitoneal leiomyoma: A case report A retroperitioneal smooth muscle tumor must be accepted as prime if it is not related with genital organs or other organs out of peritoneum. Retroperitoneal leiomyomas were considered as autoamputaded. In past, uterine leimyomas are accept-ed as soft tissue lesions those developed from hormone sensitive smooth muscle cells, but this opinion is not acceptable today. Some authorities say that i is a suspicious situation to use the term leimyoma for the retroperitoneal smooth muscle tumor greater than 5 cm. Because the benign characteritic tumors more than this size of this part can show recurrence and matastasis. Some other authorities accept that the size of the tumor, cellulàrity, atypia, and necrosis may show correlation with the malignity up to a degree and they mention that the mitosis index is the most appe-ciated parameter that we have. Our case is a retroperioneal smooth muscle tumor about 8x10 cm sizes and we accepted this case as benign leiomyoma. Because it has no mitotic activ-ity and atypia. These cases may show malign char-acteristics and we wanted to take attention for the enters of their evaluation, so that we decided to report it., Bir retroperitoneal düz. kas tümörü eğer genital organ-lar veya peritonun dışındaki yapılarla ilişkili değilse primer olarak kabul edilmelidir. Geçmişte, otoamputasyona uğramış uterin leiomyomlar olarak değerlendirilen retroperitoneal leiomyomlar, artık hormona duyarlı düz kas hücrelerinden gelişen yumuşak doku lezyonlan olarak kabul edilmektedir. Bazı otörler, 5 cm'den daha büyük bir retroperitoneal düz kas tümörünü tanımlamak için leiomyom teriminin kullanılmasının oldukça şüpheli bir durum olduğunu;çünkü bu bölgenin verilen ölçüden büyük selim görünüşlü tümörlerinin rekürrens ve yayılım gösterebileceğini söylemektedir. Bazı otörler ise tümör büyüklüğü, sellülerite, atipi ve nekrozun bir dereceye kadar malignité ile korelasyon gösterdiğini kabul etmekle birlikte, mitoz indeksinin eldeki en güvenilir parametre olduğunu belirtmekte-dirler. Bizim olgumuz 10 x 8x 8 cm boyutlarında retroperi-toneal düz. kas tümörüdür. Mitotik aktivitesi ve atipisi olmadığından selim leiomyom kabul ettiğimiz olgumuzu, bu olguların malign karakter taşıyabileceğine ve değerlendirilmelerindeki kriterlere dikkat çekmek için yayınlamaya karar verdik

OBJECTIVES This study examined the frequency of chronic lymphocytic thyroiditis (CLT) in thyroid papillary carcinomas (TPC) and the relationship between the presence of tumor-infiltrating lymphocytes (TIL) and CLT. METHODS The study included 61 TPC cases. In each case, the presence of the lymphocyte infiltration in the tumor tissue and nonneoplastic parenchyma was graded semi-quantitatively using a scale of 0 to 3. The cases were classified in two groups, TPC including CLT (Group I) and TPC not including CLT (Group II). RESULTS CLT was detected in 26.3% (Group I) of the TPCs and TIL was observed in 77% of the Group I cases; no lymphoid infiltration compatible with TIL was detected in Group II. A significant difference was observed in the TIL density between Groups I and II. CONCLUSION CLT is a frequent finding in TPC, and the presence of TIL is related to CLT., AMAÇ Bu çalışmada, tiroid papiller karsinomlarında (TPK), kronik lenfositik tiroidit (KLT) görülme sıklığı araştırıldı ve tümörü infiltre eden lenfosit (TİL) varlığının KLT ile ilişkisi değerlendirildi. GEREÇ VE YÖNTEM Çalışma kapsamına 61 TPK olgusu dahil edildi. Tümör içi ve tümör çevresi parankimdeki lenfoid infiltrasyon varlığı, her biri için ayrı şekilde, semi-kantitatif olarak 0-3 arasında derecelendi. Olgular grup I (KLT içeren TPK) ve grup II (KLT içermeyen TPK) olmak üzere iki gruba ayrıldı. BULGULAR TPK'ların %26.3'ünde (grup I) KLT saptandı. Grup I'deki olguların %77'sinde TİL görülürken, grup II'deki olgularda TİL ile uyumlu olarak değerlendirilebilecek lenfoid infiltrasyon saptanmadı. Grup I ve grup II'deki olgular arasında TİL yoğunluğu açısından anlamlı farklılık belirlendi. SONUÇ Bulgularımız, TPK'da KLT'nin sık görülen bir bulgu olduğunu ve TİL varlığının KLT ile ilişkili bir parametre olduğunu göstermektedir.

Karaciğerde görülen karsinoid tümörlerin çoğunluğu metastatik olup, primeri sıklıkla gastrointestinal sistem kaynaklıdır. Uzun süren klinik izlemler sonucunda veya otopside rastlantı ile saptanan başka bir tümör odağı olmadığında primer tümör olarak kabul edilirler. Karsinoid tümör olgularında, özellikle kolon adenokarsinomlarının oluşturduğu gastrointestinal sistem kaynaklı ikincil non-karsinoid neoplazm sıklığının yüksekliği bilinmekte; eşlik eden safra kesesi karsinom olguları ise son derece nadir gözlenmektedir. Karın ağrısı yakınması ile hastanemiz acil servisine başvuran 73 yaşında kadın hastanın abdominal ultrasonografi ve karın tomografisinde, karaciğerde çok sayıda metastaz ile uyumlu kitle lezyonları saptanması üzerine “akut kolesistit” ve “karaciğerde metastatik kitle lezyonları” ön tanılarıyla kolesistektomi ve karaciğere lokal kitle eksizyonu uygulanmıştır. Makroskopik olarak safra kesesinde fundusta 1 cm çapında kahverengi alan izlenmiştir. Bu bölgenin kesitlerinde, serozaya kadar ulaşan adenokarsinom infiltrasyonu ve tümör hücrelerinde musikarmin ile fokal boyanma gözlenmiştir. İmmünohistokimyasal olarak pankeratin (AE1/AE3) ile pozitif reaksiyon izlenmiş, kromogranin-A ekspresyonu saptanmamıştır. Karaciğerdeki kitle lezyonuna ait materyal makroskopik olarak düzgün sınırlı solid kitle özelliğinde olup mikroskopik incelemede normal karaciğer dokusu komşuluğunda organoid patern sergileyen, santral yerleşimli, veziküler nükleuslu, geniş granüler eozinofilik sitoplazmalı hücrelerden oluşmuş tümör dokusu izlenmiştir. İmmünohistokimyasal olarak tümör hücrelerinde pankeratin (AE1/AE3) ile zayıf, kromogranin-A ve sinaptofizin ile diffüz ve kuvvetli ekspresyon saptanmıştır. Bu bulgularla karaciğerdeki kitleye “karsinoid tümör” tanısı konulmuştur. Karaciğerdeki kitlelerin sayıca çokluğu nedeniyle karsinoid tümörün metastatik olma olasılığı ekarte edilmek istenmiş, primer odak araştırılmış ancak bulunamamıştır. Karsinoid tümör ve birlikte görülen safra kesesi adenokarsinomu olgularında klinik seyir adenokarsinomun davranışına bağlıdır. Çok nadir görülmesi nedeniyle sunulmaktadır. A Case Report: Liver Metastasis Of Carcinoid Tumor With Gallbladder AdenocarcinomaMajority of hepatic carcinoid tumors are metastatic, and frequently the origin of the tumor is gastrointestinal system. It is occasionally regarded as primary, after long term of clinical follow up or without any incidental finding during otopsy for focus of tumor.For carcinoid tumor cases, high frequency of secondary non-carcinoid neoplasm sourced from gastrointestinal system especially colon adenocarcinoma is well known. Though, carcinoid tumor accompany with gallbladder carcinoma is extremely rare. 73 years old woman applied to the emergency service with abdominal pain. Abdominal ultraso nography and tomography revealed multiple metastasis concordant with abdominal mass and after that, with the preliminary diagnosis 'acute cholecystitidis' and 'hepatic metastatic mass lesion' the patient underwent cholecystectomy and hepatic local mass exicision. A brown lesion in 1 cm diameter at the fundus is observed during macroscopic examination. Microscopic examination of this lesion showed adenocarcinoma infiltration up to serosa and focal reaction with musicarmine within the tumor cells. Immunohistochemically, there is positive reaction with pancytokeratin (AE1/AE3) with no chromogranin-A expression. Gross examination of hepatic mass lesion is solid with smooth surface and microscopic examination revealed tumor, composed of cells exhibiting organoid pattern, which has centrally located vesicular nucleus and large granular eosinophilic cytoplasm, and adjacent to normal liver tissue. Immunohistochemically, it is determined that there is weak reaction with pancyto ke ratin (AE1/AE3) within tumor cells and strong and diffuse expression of chromogranin-A and synaptophysin. With these findings, it is concluded that the hepatic mass is 'carcinoid tumor'. To rule out the possibility of a metastatic lesion because of its multiple quantity, further investigations are done to determine a primary focus but cannot be found. For the cases of carcinoid tumor, encountered with gallbladder adenocarcinoma, clinical course of the disease depends upon biologic behaviour of adenocarcinoma. Because of rarerity, we report the case.

Koroid pleksus karsinomu, santral sinir sisteminde görülen nadir bir malign tümördür. Primer koroid pleksus tümörlerinin %20–30 kadarını oluşturur ve en sık lateral ventrikülde yerleşim gösterir. Koroid pleksus karsinomu invazivdir; nekroz ve kanama alanları içerir. Olgumuz baş ağrısı, bilinç bulanıklığı, uykuya eğilim şikâyetiyle başvuran 4 yaşında kız çocuğudur. Bilgisayarlı beyin tomografisinde sağ temporoparietal bölgede belirlenen kitlenin histopatolojik incelemesinde; tümör hücreleri fibrovasküler bir kor çevresinde papiller yapılar oluşturmakta, beyin parankimini infiltre etmektedir. Yaygın tümör nekrozu alanları gözlenmektedir. Tümör yüksek mitotik aktiviteye sahiptir. Histokimyasal ve immünohistokimyasal incelemeler sonucu tümör müsikarmin ile reaksiyon göstermemiş; tümör hücrelerinde S–100 ile diffüz; GFAP, pankeratin (Klon AE1/AE3) ve CK7 ile fokal pozitif reaksiyon izlenmiştir. Olgu, koroid pleksus karsinomu tanısı almıştır.Olgu, nadir görülmesi ve santral sinir sisteminde görülen papiller tümörlerin ayırıcı tanısındaki önemi nedeniyle sunulmaktadır.Choroid Plexus Carcinoma: Differential Diagnosis in Papillary Tumors of Central Nervous SystemChoroid plexus carcinoma which is a rare malign tumor of central nervous system. These tumors constitue 20-30% of the primary choroid plexus tumors and are more frequently situate in the lateral ventricle. Choroid plexus carcinoma is invasive and involves areas of necrosis and hemorrhage.Our case is a 4 year old girl who was admitted to university hospital presented with headache, stupor and lethargy. In cranial computerized tomography, a tumor was detected in right temporoparietal lob. Histopathologically the tumor cells were composed of branching papillary structures surrounding a fibrovascular core and infiltrate in brain parenchyma. Large areas of necrosis were detected within the tumor. High mitotic activity was also present. Tumor were not showed to react with mucicarmen, but diffuse reaction for S-100 and focal positive reaction for GFAP, pankeratin(Clone AE1/AE3 ) and CK7 were observed. Finally, the tumor was diagnosed as choroid plexus carcinoma.This case is presented here, because of its rarity and importance in differential diagnosis of papillary tumors of central nervous system.