Öz: Antisemitizm teolojik, psikolojik, sosyolojik ve politik boyutları olan çok yönlü ve karmaşık bir terimdir. Bu kavram bütün yönleriyle sadece Yahudiliği ilgilendiren bir fenomen değildir. Aksine ortaya çıktığı antik zamanlardan bugüne küresel bağlamda doğru anlaşılması gereken bir kavramdır. Özellikle modern dünyanın şekillenmesinde etkin olan Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlığın karşılıklı ilişkilerinin tarihsel sürecinin birlikte okunarak değerlendirilmesi, önem arz eden bir husustur. Aynı zamanda ifade etmek gerekir ki kavramlar yaşayan organizmalar gibidir. Dolayısıyla antisemitizmin yaşam öyküsü değerlendirilirken özüne ilişkin ipuçları verecek etimolojik yapısı da dikkate alınmalıdır. Zira bu kavrama dair oluşturulan birtakım algılarda meydana gelen anlam kaymaları ancak böyle bir metodik yaklaşımla fark edilebilir. Her şeyden öte antisemitizmin bu yazıya konu edilmesindeki temel amaç, dünya gündemini meşgul eden bazı temel sorunların özüne dair mümkün olduğunca doğru saptamalar yapmaya gayret etmektir. Özet: Antisemitizm, geçmişten günümüze dünya gündemini meşgul eden önemli vakıalardan bir tanesidir. Her ne kadar bu ad altındaki kavramlaştırma, 1879 yılında Wilhelm Marr tarafından ilk defa kullanılsa da içerik olarak teşekkülü, kadim zamanlara kadar gitmektedir. Böylesine ciddi bir ardalana sahip bu kavramın, teolojik, politik vb. birçok boyutu bulunmaktadır. Belki de bunlar arasında en önemli ve belirleyici boyutu, teolojik olandır. Zira bu kavramın gelişim sürecine bakıldığında, Tanrı-insan ilişkisinin şekillendirildiği teolojik zeminden hareketle oluşturulan temel tasavvurların etkinliği göze çarpacaktır. Bu tasavvurların oluşumunda da bireylerin ve toplumların yaşadıkları tecrübelere göre mevcudiyetlerini ortaya koydukları politik ve diğer boyutlar gelmektedir.Geniş bir içeriğe ve kadim bir geçmişe sahip antisemitizm kavramını tüm yönleriyle ayrıntılı bir şekilde kısa bir yazıya sığdırmak, mümkün değildir. Bununla birlikte konu, ana hatlarıyla verilerek genel ve tutarlı bir perspektifin zihinde oluşmasına çalışılmıştır. Yöntem açısından makalenin de başlığında zikredildiği haliyle konunun teolojik ve politik boyutlarını yansıtan alt başlıklar beklenebilir. Ne var ki çizilen perspektifin ortaya konulması ve zikredilen boyutların daha iyi anlaşılması böyle bir tercihle tam anlamıyla olası değildir. Dolayısıyla söz konusu bağlamların daha net ortaya konulabilmesi maksadıyla antisemitizm kavramının etimolojik tahlilinin yapılması ve ardından da yapısal bir okumayla kronolojik olarak konunun değerlendirilmesi daha doğru bir yaklaşım olarak benimsenmiştir. Ayrıca ifade etmek gerekir ki konunun yapısı, teoloji temelinde interdisipliner bir bakış açısının tercih edilmesini zorunlu kılmaktadır. Hâkim olduğu şekliyle Yahudi aleyhtarı olmak şeklinde kısaca tanımlanan antisemitizmin, terimsel boyutunun kimi zaman çatışan kimi zamanda uzlaşan karmaşık ilişkiler ağına sahip olduğu düşünülmektedir. Bu kavramın ulaştığı anlam çerçevesinin son halinin kökenleriyle daha iyi anlaşılması, mezkûr bağlam çerçevesinde Yahudi-Hıristiyan-Müslüman ilişkilerini birlikte okumayı gerektirmektedir. Söz konusu kavramın etimolojik kökenlerine vukûfiyet için bir anlamda tarihin şahitliğine müracaat edilmelidir. Her şeyden önce kavram üretimi, dünyanın gündeminde söz sahibi olmak açısından önemlidir. Antisemitizm kavramına bakıldığında bunun, Batı düşüncesi tarafından üretildiği görülecektir. Bu kavram aslında, bu düşüncenin uzun bir geçmişten bugüne ilişkide olduğu ötekini tanımlama çabasının bir ürünüdür. Genellikle söz konusu öteki, bu düşünce için negatif bir imaja sahip olanı ifade etmektedir. Bu negatif imajın teşekkül süreci, tarihsel bağlamın değerlendirilmesinde görülecektir. Antisemitizm terimi, anti ön ekinin eklenmesiyle sâmi kökünden türetilen bir kavramdır. Asıl önemli olan da bu noktadır. Bir anlamda bu kökün tercihi, batı düşüncesinin dini, kültürel ve beşerî farklılıkları ifade ederken insanların geldikleri asılları dikkate aldığını göstermektedir. Sâmi kelimesi; Akadca, Babilce, Aramca, İbranca, Arapça vb. dilleri konuşan Ortadoğu halklarını ifade etmek maksadıyla şemsiye bir kavram olarak kullanılmaktadır. Yahudiler de sâmi kökenli oldukları için antisemitizm terimiyle sâmi kökene vurgu olmakla birlikte modern dönemlerde diğerleri, bu içerikten soyutlanmış ve bununla yalnızca Yahudi düşmanlığı kastedilir olmuştur. Halbuki bu terimin kök anlamının yanında tarihsel tecrübe de bu tezin aksini göstermektedir. Bu noktada dönüm noktası, Hz. Muhammed’in davetiyle İslam’ın hitama erdirilmesi sürecidir. Yüzyıl gibi kısa bir zamanda Müslümanların Hıristiyan aleminin kadim topraklarına kök salması, kalıcı bir şok dalgası oluşturmuştur. Yahudilik ile İslam’ın köklerindeki bazı ortak noktalar hem Yahudilerin hem de Müslümanların ortak düşman olarak Batı muhayyilesinde tasavvur edilmesini getirmiştir. Batı dünyasında Yahudiler dâhilî, Müslümanlar da hâricî ve ortak hareket eden düşmanlar olarak telakki edilmiştir. 1095-1291 yılları arasında gerçekleşen Haçlı Seferleri tecrübesi, bu algının en önemli tarihsel kanıtıdır. Dolayısıyla Hz. Muhammed sonrası dönemde antisemitizmin kökeninde Yahudi düşmanlığı olduğu kadar İslam aleyhtarlığı da ayrılmaz bir parça olarak bulunmaktadır. Tarihsel sürece bakıldığında ilk olarak şunu söylemek gerekir: Her ne kadar antisemitizmin içeriği Hz. Musa ile başlayan kadim zamanlara değin gitse de bu kavramın içeriğinin şekillenmesinde Yunanlıların, Büyük İskender’le doğuyu işgal etmesi dönüm noktası olmuştur. Böylece iki köklü kültür olan Grek-Yahudi kültürleri arasında çetin bir mücadele başlamış, Grek mirasını devralan Roma düşüncesiyle antisemitizm kökleşmiş ve yeni bir dönüm noktasına gelinmiştir. Bidayetinde Yahudilikte bir reformasyon hareketi olarak başlayan Hristiyanlık, Pavlus eliyle pagan bir içerikle yorumlanarak dönüştürülmeye başlamış, Yahudi kökenli Hıristiyanlık ise ikinci Tapınağın yıkılması süreciyle inkıraza uğramış ve İmparator Konstantin’le ivme kazanan süreçte Yunan Hıristiyanlığı zaferini ilan etmiştir. Bu anlayışta, geçmişin antisemitik mirası daha ileri seviyeye taşınmış ve Yahudiler, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesinin baş müsebbibi olarak algılanıp tanrı katili imajıyla damgalanmıştır. Ayrıca Aziz Augustine tarafından serimlenen tolerans doktrini ile Yahudiler, Tanrı’nın lütfuna yüz çeviren, bu nedenle seçilmiş millet olma hüviyetini kaybeden ve ibret vesikası olmak üzere yaşamalarına imkân verilen bir topluluk olarak algılanmıştır. Bu bakış açısı antisemitizmin, modern dönemlere kadar karakteristik yapısının kaynağı olmuştur. Hz. Muhammed’le birlikte başlayan süreçte, Müslümanların güçlü bir medeniyet kurmaları nedeniyle daha rahat yaşam alanı bulan Yahudilerle birlikte Müslümanlar da antisemitizmin mağduru olmuşlardır. Bu vakıanın en ibretamiz örneği Haçlı Seferleri sürecidir. Bu seferler ile İspanya’daki Reconquista hareketi sonucunda Yahudilerin geniş kitleler halinde Hıristiyan aleminde de yaşamaya başlamalarıyla devam eden sonraki süreçte, antisemitik içerik, Batı düşüncesinde kronik bir boyuta ulaşmış, Yahudiler, her felâketin arkasındaki günah keçisi olarak damgalanarak ayrımcılığa, tefeciliğe ve gettolara mahkûm edilmiştir. Haçlı Seferleri’nin başarısızlığı sonucu Kilise’nin sorgulanması, Reformasyon ve Aydınlanma hareketlerine neden olmuştur. Her ne kadar bu sorgulamanın Yahudiler açısından pozitif bir gelişme olduğu düşünülse de Kilise’nin zulmünün kökenlerinde Yahudiliği görmekten kendisini soyutlayamamıştır. Genel itibariyle Yahudiler, yaşadıkları coğrafyanın değerlerini benimsedikleri ve Fransız ve Amerikan devrimlerinden sonra geleneksel milliyetçilikten çağdaş milliyetçiliğe geçiş sürecinde iktidarların işine yaradıkları sürece kabul görmüşlerdir. Bu bağlamda Yahudi Aydınlanması şeklinde tanımlanabilecek Haskala’nın etkisi de büyüktür. Her ne kadar dindar Yahudilik nezdinde eleştirilse de söz konusu geçiş sürecinde antisemitik algıdan Haskala da payını almış ve dünya savaşlarına neden olan gelişmelerde Yahudi vatanının kurulması ülküsüyle hareket eden Siyonizm’e evrilmiştir. Özellikle bu durumda Odessa vb. pogromlar ile Fransa’da casuslukla haksız yere suçlanan Albay Dreyfus olayının önemli bir yeri vardır. Zira bu olaylarla birlikte çok kültürlü yaşam umutları artık kaybedilmiştir. XX. yüzyılda, Avrupa’nın yaşadığı ağır travmaların günah keçisi olarak Yahudiler tekrar kabul edilmiş ve Hitler’le birlikte antisemitizm zirve yapmıştır. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan Holokost dehşeti II. Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte Batı kamuoyunda mahkûm edilmiş ve bir nevi‘ günah çıkarılmıştır. Ancak antisemitizmin mahkûm edilişi, tam anlamıyla gerçekleştirilememiş ve sorun, İsrail Devleti’nin kurulmasıyla birlikte söz konusu algının bir diğer mağduru olan Müslümanların kucağına itilmiştir. Kavramsal olarak antisemitizm, Yahudi aleyhtarlığı şeklinde tanımlanarak İslam düşmanlığından ayrıştırılmıştır. Bu düşmanlık için ise İslamofobi gibi terimler üretilmiş ve son üç yüzyıldır yaşadıkları buhran ve mağduriyetler de kullanılarak özelde Araplar, genelde Müslümanlar antisemitizmin yeni temsilcileri olarak ilan edilmişlerdir. Tarihsel bir mağduriyetin sonucu oluşan Siyonizm de küresel güçlerin desteğini alarak başka mağduriyetler meydana getirerek antisemitizmden sonuna kadar yararlanmıştır.