Search

Catalyst deactivation due to coking is a major challenge in the catalytic fast pyrolysis (CFP) of biomass. Here, a multitechnique investigation of a technical Al2O3-bound ZSM-5-based extrudate catalyst, used for the CFP of pine wood and cellulose (at a reactor temperature of 500 °C), provided insight into the effects of extrusion, the catalytic pyrolysis process, and catalyst regeneration on the catalyst structure. As a result of a reduction in acidity and surface area due to the coking catalyst, the activity dropped drastically with increasing time-on-stream (TOS), as evidenced by a decrease in aromatics yield. Strikingly, confocal fluorescence microscopy at the single-particle level revealed that vapor components derived from whole biomass or just the cellulose component coke differently. While pine-wood-derived species mainly blocked the external area of the catalyst particle, larger carbon deposits were formed inside the catalyst's micropores with cellulose-derived species. Pyridine FT-IR and solid-state NMR spectroscopy demonstrated irreversible changes after regeneration, likely due to partial dealumination. Taken together with

This work shows the catalytic effect of molten salts (ZnCl2-KCl-NaCl)during pyrolysislignocellulosic biomass (pinewood, wheat straw, hardwood and softwood Kraft lignin).&nbsp

The aim of this work was to evaluate the potential of supercritical carbon dioxide (CO2) to extract Fatty Acid Methyl Esters (FAME) from the microalgae Nannochloropsis oculata (N. oculata) at low temperatures (37 and 55 oC) and pressures (5.9 and 7.6 megapascals (MPa)). A qualitative gas chromatography (GC) analysis showed that the individual FAMEs extracted varied depending on the co-solvent (methanol or hexane) used with supercritical CO2. Using hexane, FAME compounds produced were similar to those extracted with soxhlet extraction alone while longer chain FAME were produced when methanol was the co-solvent. The effects of pressure and temperature variations were shown to be of statistical significance. The chromatograms produced in this work demonstrate that altering one of these parameters (co-solvent, temperature, pressure) can produce different compounds owing to the tunability of the technique.

Catering includes all systems that are involved in preparation of ready-to-eat meals, these being precooking operations, cooking, different preservation methods for securing longer shelf-life, storage and reheating. It is a fact that, adequate and balanced nutrition can only be achieved with nutritive and safe food commodities. Therefore from aspects of public health, catering services, which have gained increasing significance, have to be of high quality and economical, as well as free of any risks for human health. The subject was handled under these perspectives and interrelations between catering systems applications and quality improvement have been determined. Moreover, probable risk parameters involved in these systems have been assessed and respective preventive measures have bean investigated., Catering; tüketiciye yemeye hazır şekilde sunulmak amacıyla hazırlanan gıdaların önişlemlerden ve pişirme işleminden sonra hemen ya da bunların değişik saklama yöntemleri ile uzun süre korunarak depolanması ve ısıtılması aşamalarını içeren sistemleri içermektedir. Sağlıklı ve dengeli beslenmenin ancak besleyici ve güvenilir gıdalarla sağlanabileceği bir gerçektir. Bu nedenle ülkemizde giderek önem kazanmaya başlayan toplu beslenme (Catering) olgusunun bu çerçevede yani kaliteli ve ekonomik olması ayrıca insan sağlığı açısından herhangi bir risk taşımaması toplum sağlığı açısından önemlidir. Konu bu çerçevede ele alınarak “Catering Sistemleri” uygulamaları ile kalitenin iyileştirilmesi arasındaki bağlantının açıklanmasına çalışılmıştır. Ayrıca söz konusu sistemlerdeki risk odakları yanında bunların ortadan kaldırılması yolları da incelenmiştir.

Gıda sanayiinde yeni yöntemlerin araştırılarak uygulamaya konulması, üretilen gıdaların kalitelerini düzeltmek yönünden olduğu kadar, söz konusu yöntemlerin optimizasyonu açısından da önem taşır. Son 20 yıl içerisinde ilk kez deniz suyundan içme suyu eldesinde kullanılan ters ozmos yöntemi, gıda sanayiinde yaygın bir uygulama alanı bulmaya başlamıştır. Ters ozmos, bilinen ozmos olayının tersine yönlendirilerek uygulandığı bir yöntemdir. Bu nedenle konunun daha iyi aydınlanması bakımından, canlı metabolizmasında pek çok örnekler görülen ozmos olayının açıklanması gerekir. Bu olayın en basit örneği bir çözelti ile çözücünün yarı geçirgen bir membranla birbirinden ayrıldığı sistemde görülebilir. Bu sistemde şeker çözeltisi ile saf suyun yarı geçirgen bir membranla ayrıldığını düşünecek olursak; çözücüden yani suyun bulunduğu bölümden şeker çözeltisinin bulunduğu ortama doğru bir difüzyon olayı meydana gelecektir. Doğada çok rastlanan bu olaya ozmos olayı adı verilir.

Gıdaların bozulmalarını önlemek için değişik saklama yöntemleri kullanılmaktadır. Gıdaların bozulmalarında içerdikleri su niceliğinden çok su aktivitesinin önemli rolü bulunmaktadır. Bu yazıda su aktivitesi ve gıdanın nem içeriği ile arasındaki ilişkiyi belirleyen sorpsiyon izotermi açıklanmaktadır. Su aktivitesi ve sorpsiyon izotermi ölçme yöntemleri özetlendikten sonra su aktivitesi ve gıdalardaki değişmeler üzerinde durulmaktadır. Ayrıca su aktivitesinin gıda işlemedeki önemi örneklerle açıklanmaktadır.

aw is an important factor for quality control and microbiological stability of foods. Considering this fact, aw value of the various foodstuffs (canned products, beverages, meat, bakery and dairy products, confectionary, honey and jams, nuts and dried fruits, cereals, pulses, spices, soups, etc.) have been measured. In relation to aw, quality changes and microorganism activities in food have also been discussed., Gıdalarda aw, çeşitli kalite bozuklukları yanında sağlığa zararlı mikroorganizmalar ve bunların toksin üretimini kontrol eden önemli bir faktördür. Bu durum göz önüne alınarak, bu çalışmada çeşitli gıdalarda (konserve gıdalar, alkolsüz içecekler, et, süt ve un mamülleri, şekerlemeler, bal ve reçeller, kabuklu ve kurutulmuş meyveler, hububat, bakliyat, baharat, hazır çorbalar v.b.) aw değerleri saptanmış ve mikrobiyal güvence ve kalite korunması ile ilgili yorumlar yapılmıştır.

Deneysel çalışmaların sınırlı ya da imkansız olduğu, pratik ve ekonomik olarak çok sayıda deneyin yapılamadığı koşullarda matematiksel modellemeden büyük ölçüde yararlanılmaktadır. Ülkemizde gıda işleme ile ilgili araştırmalarda ve gıda sanayiinde matematiksel modelleme büyük bir uygulama potansiyeline sahiptir. Yöntemin uygulanabilir hale geçirilmesi ile, tasarım ve üretim aşamasında önemli ekonomik kazançlar ortaya çıkabilecektir. Bu çalışmada matematiksel modelleme ve model geliştirme yöntemi tanıtılmış, gıda sanayiinde modellemenin önemine dikkat çekilerek, uygulama alanlarına örnekler verilmiştir., Mathematical modelling is widely used in areas where experimental studies are limited or not feasible and where a large number of experiments for workable results cannot be carried out due to practical and economic reasons. Mathematical modelling has a great potential for application in the research related on food processing and in the food industry in Türkiye. The implementation of this technique can avail substantial economic returns at the stages of design and production. In this work, a technique for mathematical modelling and model developing is described and the importance of mathematical modelling in food industry is discussed with reference to some examples for its field of application.

Genel olarak besinlerin bozulmalarının önlenmesi ve niteliklerinin korunması amacıyla değişik fiziksel, kimyasal ve biyolojik saklama yöntemleri kullanılmaktadır. Kurutma, konserveye işleme, konsantre etme gibi fiziksel saklama yöntemleri arasında besinlerin dondurularak saklanması kalitenin korunması bakımından uygulanan en iyi yöntemlerin başında gelmektedir.

In this study, it was investigated the effects of drying process on dill by using cabinet and microwave dryers. Drying experiments carried out in cabinet and microwave dryers showed that drying rate was accelerated by the temperature increasing and it was understood drying in microwave dryer was carried out at very short time. The color is one of the important quality parameters in determining of dehydrated product. The advantage of working at high temperatures (, Bu çalışmada, kabin ve mikrodalga kurutucularla yapılan kurutma işleminin dereotu üzerindeki etkileri incelenmiştir. Her iki kurutucuda denemelerinin sonucunda; sıcaklık artışının kurutma işlemini hızlandırdığı görülmüş ve mikrodalga kurutucuda kurutma işleminin çok daha kısa sürede gerçekleştiği saptanmıştır. Kurutulmuş ürünlerde ürün kalitesini belirleyen önemli kriterlerden biri de renktir. Kabin ve mikrodalga kurutucularda yüksek sıcaklıklarda (

Increasing consumer demands for ready-to eat meals has resulted in the improvement of “sous vide” or vacuum packaging technology followed by processing in-pack. “Çoban Kavurma” was the first meal processed, in the application experiments of this technology to Turkish traditional dishes. After processing and during the cold storage (4 oC); the sensorial, microbiological, physical and chemical qualities were determined periodically. The results showed that; a stable state on the product quality and improving long shelf life can be observed during mainly 42 days no significant changes were observed following control period until 63 days. In this treatment, “Pasteurizing Value (VP)” was also determined as an assurance of product and the heating applications., Tüketicilerin hazır yemeklere artan ilgisi; “sous vide” veya vakum ambalajda işlem görmüş ürünler teknolojisinde gelişmelere yol açmıştır. Bu yeni teknolojinin geleneksel yemeklerimize uyarlanması çalışmasında “çoban kavurma” ele aldığımız ilk çeşit olmuştur. İşleme sonrası ve 4 oC’deki soğuk depolama sürecinde; duyusal, mikrobiyolojik, fiziksel ve kimyasal kalite periyodik olarak incelenmiştir. Elde edilen bulgulara göre özelliklere 42 günlük depolama süresince ürün kalitesinde stabilite gözlenirken, 63 güne kadar da önemli olmayan çok küçük etkileşimler saptanmıştır. Bu çalışmada, söz konusu ürün ve ısıl işlem güvencesinin göstergesi olan “pastörizasyon değeri”de belirlenmiştir.

Turkey is among the leading countries that produces pistachio nuts. In the work, the following physical and chemical analysis were conducted on four different indigenous variety that are of economic importance to Turkey: Homological properties and moisture, fat, protein, carbohydrate, fiber, vitamin, and mineral contents. Also, the fatty acid and amino acid composition of the samples were determined., Türkiye, antepfıstığı üretimi açısından dünyada önde gelen ülkeler arasındadır. Bu araştırmada, Türkiye’de yetiştirilen ve ekonomik önemi olan 4 çeşit antepfıstığının fiziksel ve kimyasal analizi yapılmıştır. Yapılan analizlerle, antepfıstıklarının nem, yağ, protein, karbonhidrat, selüloz, vitamin ve mineral madde nicelikleri saptanmış, ayrıca yağ asidi bileşimleri ile amino asit dağılımları incelenmiştir.

Gıdalar; fiziksel, kimyasal ve biyolojik saklama yöntemleri uygulanarak uzun süre dayandırılabilirler. Fiziksel bir yöntem olan dondurma işleminde gıdalarda bulunan serbest su, buz kristallerine dönüştürülmekte ve su aktivitesi aw= 0.70 değerine kadar düşürülmektedir. Böylece düşük sıcaklığa koşut olarak hem mikroorganizma çalışmaları engellenmekte, hem de enzimatik ve fiziko kimyasal tepkimeler en alt düzeyde tutularak gıdanın başlangıç kalitesi en iyi şekilde korunmaktadır. Gelişmiş ülkelerde yaygın bir şekilde uygulanan dondurma tekniği, ülkemizde de giderek gelişmektedir. Özellikle dış satımı amaçlayan dondurulmuş gıda üretimine yönelik yatırımlar yoğunluk kazanmaktadır. Birkaç yıl içerisinde de iç piyasada da büyük bir pay alacağı kesin olan dondurulmuş gıdaların, üretilmesi kadar depolanması ve dağıtım zincirinin kurulması önem kazanmaktadır.

Ülkemizde son 10 yıl içerisinde büyük atılım yapan sanayii dallarında biriside besin sanayiidir. Çoğalan nüfusa paralel olarak halkımızın besin gereksinimi miktar ve çeşit olarak artmaktadır. Bu gereksinimi yılın her mevsiminde yeterli düzeyde karşılayabilmek ve bölgeler arasındaki dengesiz beslenme koşullarını daha iyi bir duruma getirebilmek için sadece hammadde üretimini artırmakla yetinilmeyip, besin sanayiinde yeni teknolojik yöntemlerinde kaliteli ve ucuz işlenmiş besin elde etmek amacıyla geliştirilmesi zorunludur.

Bu çalışmada hidrotermal koşullarda cibrenin karbonizasyonu (175 ? 275 °C sıcaklıklarda) gerçekleştirilmiştir. Elde edilen kömür benzeri ürünler düşük sıcaklık pirolizinden elde edilen ürünlerle karşılaştırılmıştır. Hidrotermal koşullarda elde edilen ürünlerin enerji yoğunlukları ve verimlerinin daha iyi olduğu tespit edilmiştir.Sıcaklık ve zamanın değişimlerinin hidrotermal proses sonucunda elde edilen ürünler üzerindeki etkileri incelenmiş ve reaksiyon üzerindeki asıl etkili olan faktörün sıcaklık olduğu tespit edilmiştir. Yüksek sıcaklık koşulları elde edilen ürünün karbon içeriğini arttırırken kütlece verimde düşüş gözlemlenmiştir. Çalışılan koşullarda 47 ? 61 % aralığında kütlece verim elde edilirken, ürünlerin ısıl değerleri 24.32 - 28.36 MJ/kg arasında değişim göstermekte olup linyite göre daha kaliteli bir ürün elde edilmiştir. In this thesis, grape pomace was treated under hydrothermal conditions in the temperature range (175 ? 275 °C) to obtain charcoal (hydrochar), and the products were compared with those generated by torrefaction. Hydrothermal treatment (hydrocarbonization) yielded a higher energy densification and higher energy yield than torrefaction.The effects of the reaction temperature and hold time on the hydrochar properties were investigated. The temperature (rather than the reaction time) was the significant factor affecting the yield and characteristics of hydrochar. Higher temperatures increased the hydrochar?s carbon content but reduced its mass yield and energy yield. Over the range of temperature and time conditions employed here, approximately 47 ? 61 % of the starting feedstock mass was recovered as hydrochar. The energy content per weight of the hydrochars were from 24.32 to 28.36 MJ/kg which are more than that of lignite and close to that of typical bituminous coals. 78

Böbrek biyopsisi böbreğin parankimal hastalıklarının tanısında, takibinde ve tedavisinin belirlenmesinde son derece önemli bir tanısal yöntemdir. Klasik laboratuar incelemeleri ve radyolojik teknikler kullanılarak bir çok parankimal hastalığın tanısı konulabilmektedir. Ancak hiçbir görüntüleme metodu ya da laboratuvar tetkiki ile histopatolojik tanı yapılamamaktadır. Bu nedenle, günümüzde böbrek biyopsisi tanı bakımından halen altın standart olarak kabul edilmektedir. Ultrasonografi (USG) eşliğinde yapılan perkutan böbrek biyopsisi (PBB) güvenle ve yaygın olarak kullanılmaktadır(1,2).Retrospektif yapılan bu çalışmada Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi (OMUTF) İç Hastalıkları Anabilim Dalı (A.B.D.), İç Hastalıkları ve Nefroloji Kliniğinde Ocak 2006-Eylül 2009 yılları arasında böbrek biyopsisi yapılan ve klinik bilgilerine ulaşılabilen 246 hasta alındı. Hastalara ait demografik ve klinik bilgiler, biyopsi endikasyonları ve sonuçları hasta dosyaları ve otomasyon sisteminden incelenerek öğrenildi. Böbrek kitlelerinden malignite nedeniyle yapılan biyopsiler ve transplante böbreğin değerlendirmesi için yapılan biyopsiler ile klinik bilgilerine ulaşılamayan olgular çalışma dışı bırakıldı. Hastaların yaş, cinsiyet, endikasyon, sonuçlar ve komplikasyonları karşılaştırıldı.Böbrek biyopsisi yapılan hastalarda en sık glomerüler hastalıklar (%74,8) tespit edildi. Primer GN oranı, sekonder GN'ten daha yüksekti. Hastalarda en sık biyopsi endikasyonu nefrotik sendromdu. En sık histopatolojik tanı MPGN iken, en sık sekonder glomerüler hastalık nedeni ise amiloidoz idi. Çeşitli endikasyonlar ile biyopsi yapılan hastaların %8,9'una tanı konulamadı.Çalışmaya alınan böbrek biyopsilerinin tamamı değerlendirildiğinde; %4,8'inde makroskopik hematüri, %20,8 de perirenal hematom, bir hasta da (%0,4) kanama sonrası nefrektomi yapıldı, takiben DIC'e giren hasta öldü. Çalışmamızda komplikasyon oranları mevcut diğer çalışmalara göre yüksek bulundu.Sonuç olarak; merkezimizde 4 yıllık dönemde yapılan böbrek biyopsilerini retrospektifolarak incelediğimiz çalışmanın sonuçları, literatürdeki uzun süreli, çok merkezli ve geniş biyopsi serilerini içeren çalışmalar ile uyumludur. Böbrek biyopsisi ile tanı konulan ve ülkemizde KBY'nin en önemli nedenlerinden olan glomerüler hastalıklarda güvenilir prognostik bilgi için takip süresi uzun, çok merkezli ve prospektif araştırmalara ihtiyaç vardır.Anahtar kelimeler: Böbrek biyopsisi Renal biopsy is an extremely important diagnostic process in diagnosis, following up and determining the treatment of kidney?s parenchymal diseases. Many parenchymal diseases can be diagnosed by using classical laboratory analysis and radiological technics. But the histopathological diagnosis can not be get by any imaging method or laboratory technic. Therefore, currently, renal biopsy is still being admitted as gold standart in terms of diagnosis. Ultrasonography guided percutenous renal biopsy (PRB) is being used common and confidently.In this study that was performed as retrospectively, 246 patients whose renal biopsies were carried out in Ondokuz Mayıs University Medicine Faculty Internal Medicine and Nephrology Clinic between January 2006- September 2009 and that we could reach clinical informations were included. Patients? demographic and clinical informations, biopsy indications and outcomes were obtained by investigating their files and the automation system. The cases who were performed renal biopsy for renal malignancy or evaluating transplated kidney and the patients whose informations couldn?t be obtained were excluded. Age, sex, indications, outcomes and complications of patients were compared.In the patients that renal biopsy was carried out, glomerular diseases were determined as most common (%74.8). Primary glomerulonephritis rate was higher than secondary glomerulonephritis. In adults and old patients, the most common biopsy indicaton was nephrotic syndrome. Approximately at the half of the glomerular diseases, renal functions were normal before the biopsy. Whereas the most common histopathologic diagnosis was membrano proliferative glomerulonephritis, the most common secondary glomerular disease cause was amyloidosis. In 8,9 % of patients that was done biopsy by various indications, any diagnosis couldn?t be get.When all of the renal biopsies that are included to study are evaluated, macroscopic haematuria in 4,8 %, perirenal hematom in 20,8 % occured. And in one patient (% 0,4) nephrectomy was done after bleeding, and following that DIC developed and patient died. In our study, the complication rates were found higher comparing to other studies.Finally, the outcomes of the study which we analysed renal biopsies that were done in our center in a four-year term were consequent with the studies in literatures that include long-term, multicenter and wide biopsy serials. There is necessity to long follow term, multicenter and prospective researchs for confidential prognostic information in glomerular diseases which can be diagnosed by renal biopsy and that are one of the most important causes of chronic renal failure in our country.Keywords: Renal biopsy 59

Tez (Yüksek Lisans) -- İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2008, Thesis (M.Sc.) -- İstanbul Technical University, Institute of Science and Technology, 2008, Bu çalışmada, yönsel istatistik ve rölatif frekanslar yöntemi ile Yeşilırmak havzasında meydana gelen taşkınların mevsimselliği incelenmiştir. Yönsel istatistik yöntemi uygulanırken her bir taşkın gerçekleşme günü yönsel bir değişken olarak ele alınarak yönsel ortalama ve varyans hesaplanmıştır. Taşkın günleri açısal bir değere dönüştürülmüş ve bu bağlamda taşkın günleri, yönü olan birim vektör olarak değerlendirilmiştir. Rölatif frekanslar yönteminde ise taşkınların gerçekleştiği aylar dikkate alınarak aylık frekanslar hesaplanmıştır.Her iki yöntemle elde edilen sonuçlara göre bölgeler arasında ayrı ayrı benzerlik tespit edilmiş, daha sonra her iki yöntemden elde edilen sonuçlar birleştirilerek Yeşilırmak havzasında dört benzer bölge tespit edilmiştir. Bu çalışmaya ilaveten yıllar arasında taşkınların mevsimselliğinde bir kaymanın olup olmadığı incelenmiştir. İnceleme sonucunda son yıllarda taşkınların gerçekleşme tarihlerinde yaklaşık bir aylık bir kaymanın olduğu tespit edilmiştir., In this study the seasonality of Yeşilırmak floods has been examined using directional statistics and relative frequencies methods. In directional statistics method, individual dates of flood occurences are defined as directional variables and directional mean and variance are calculated. Flood dates are being converted to angular values, and in this sense a date of flood occurence is being considered as a unit vector with direction .In relative frequencies method the monthly relative frequencies of flood occurence are calculated for every month. According to the results from both methods there has been similarities found among regions. Then the results from both investigations have been combined and there has been four similar regions found in Yeşilırmak basin. In addition to this study it has been investigated that if there is a deviation in flood seasonality among years. At the end of the investigation, there has been nearly one month deviation found in flood occurence dates last years., Yüksek Lisans, M.Sc.

ÖZET Havacılıkta pilot adaylarının en büyük özelliklerinden birisi de Fiziki uygunluk ve yeterliliktir. Geleceğin pilot adaylarının fiziki form parametrelerinin aynı seviyede olması gerekir. Bu parametrelerin bazılarında eksik veya yetersiz olmasının nedeni; fizyolojik özelliklerin yetersizliğinden mi, fiziksel özelliklerin uygun olmadığından mı, yoksa spor faaliyetlerinin etkisiz veya yetersiz düzenlenmesinden midir? Araştırmalarımızda bu sorulara açıklık getirmeyi amaçladık. Bu bilgilerin ışığı altında geleceğin pilot adaylarının seçiminde de fizyolojik ve fiziki açıdan kriterlerin belirlenmesi mümkün olacaktır. Araştırmamızda Hava Harp Okulu öğrencilerinin fizyolojik parametrelerini belirlemeyi amaçladık. Bu öğrencilerin fiziki form parametrelerinin hangi seviyede olduğunu görmek istedik. Bu amaçla otuz pilot adayını onar kişilik üç kontrol grubuna ayırdık, l.nci grup; anaerobik grup (judo, body building, atletizm, yüzme, masa tenisi branşlarından), 2.nci grup; aerobik grup (kros ve koşarak hedef bulma branşlarından), 3.ncü grup; sporcu olmayan, Beden Eğitimi ve Spor dersinde başarısız ve sosyal branşlarda faaliyet gösteren öğrencilerden oluşan grup. Bu grupların fiziksel özellikleri, vücut deri kıvrım ölçümleri, motorsal beceri, solunum fonksiyon, metabolik tam kondisyon, efor, Wingate, izokinetik kol ve diz testleri yapıldı. Araştırmamızda bütün grupların fiziki ve fizyolojik özellikleri belirgin oranda ortaya çıkmıştır, l.nci grubun anaerobik kapasitesi( 17902,4 joules), motorsal beceri özellikleri(mekik;31,l tekrar, dikey sıçrama; 55,8 cm, Bükülü kol asılma; 55,1 sn) ve Cybex'te izokinetik kol, diz test sonuçlan diğer gruplardan daha iyi çıkmıştır. 2.nci grubun ise aerobik kapasitesi, (metabolik tam kondisyon ve efor test sonuçlarına göre) vücut yağ kütle oranlan diğer gruplara oranla daha iyi çıkmıştır (MaxV02 61,1, ATHR, 157,8; ATHR- O2 tüketimi; 41,1 ml/kg/dk, egzersiz zamanı; 16,6 dk; vücut yağ oram; %7, yağ ağırlığı, 5,1 kg dır). 3.ncü grubun bütün test sonuçlannın sedanterlerden daha iyi düzeyde olmasına rağmen, diğer gruplara göre negatif yönde farklılık göstermiştir (Anaerobik kapasite, 14844.84 joules, egzersiz zamanı, 12,8 dk, ATHR O2 tüketimi 30,1 ml/kg/d, mekik, 21,9 tekrar; dikey sıçrama, 50 cm, bükülü kol asılma, 29,3 s.). F-16 gibi yüksek teknoloji uçaklarını kullanacak olan pilot adaylarının performansında fiziksel ve fizyolojik özellikler çok önemli kriterlerdir. Hava Harp Okulu öğrencilerinin fiziki form parametrelerinin pilot adaylarının fiziki yetenek ve uygunluk kriterlerini belirlemede yararlı olacağım düşünmekteyiz. Hava Harp Okulu öğrencilerinin şimdiye kadar fiziki ve fizyolojik profilleri araştırılmamıştır. Bu araştırmadaki sonuçlar bize geleceğin pilot adaylarının fiziki yeterliliklerinin yüksek `G` dirençlerine karşı koyabilecek kapasitede olduğunu gösteriyor. Eğer `G` kuvvetine karşı direnç gösterebilme yetisi ile fiziksel kondisyon seviyesi arasında standartlaştırılmış veriler oluşturulabilirse, gelecekte yüksek performanslı savaş uçaklarını yönetecek uygun pilotları seçmekte daha isabetli kararlar verebilme olanağımız olacaktır. Bu standartlar oluşturulursa, pilot adaylarının fiziksel kondisyonlarını bu yönde geliştirmek ve eğitim programlarını hazırlamak kolay olacaktır. Öğrencilerin fizyolojik parametreleri, gelecekte hazırlanacak fiziki eğitim programlama ışık tutacağım umuyoruz. SUMMARY Physical stability and sustainabilty are two of the most significant qualities of a pilot candidate in aviation. It is of crucial importance that the candidates of the future pilots have the physical form parameters at the same level. Is this resolution owing to the insufficiency of the physical qualities or instability of the physical qualities or the inorder arrangement of the organization? We thought of getting across these questions in our researches. Under these circumstances, it will be possible to determine the physological and physical criteria in the selection of the future pilot candidates. We aimed at the comparison of the physical and physiological profiles of the many cadets in the Air Force Academy who have diverse condition levels. We wanted to see at which level these cadets' physical form parameters are. For this aim we separrated 30 pilot candidates into 3 groups. 1. group; unaerobic group(judo, body building, athleticism, swimming, and table tennis branches), 2.group; aerobic group; (cross and orientring branches),3. group; the ones who have no sports branch, who are not successful in the physical training lessons and the sports lesson,and having a social branch. The physical qualities, body skin measures, motor aptitudes, respiratory function, metabolic exact condition, effort, Wingate, izokinetics arm and knee tests of these groups have been carried out. In our researches all the physical and physiological qualities of all the groups have been determined very clearly. 1st group's unaerobic capacity (17902.4 joules), motor aptitute qualities; sit up( 31, once, vertical jumping; 55.8 cm, arm clinging; 55.1 sec.) and in the izotechnic arm, knee test results are better than the other groups. 2.group's aerobic capacity (according to the metabolic exact condition and effort test results) the body fat volume rates are better as you compared according to the other groups. Max V02 61.1, ATHR 157.8; ATHR oxigen consumption; 41.1 ml/ kg/dk, exercise time; 16.6 min.; body fat rate %7,fat weight 5.1 kg.).Although the test results of the 3.group are better than the sedentaries, there have been some differences according to the other groups. (Unarerobic capacity 14844.84 joules, exercise time, 12.8 min., ATHR oxigen consumption 30.1 ml/kg/min, sit up, times; vertical jumping 50 cm., arm clinging 29.2 sec). Physical and physological qualities are very important criteria in the selection of the pilot candidates who will be the pilots of the F-16 which have a high technology. We believe that the physical form parameters of the Air Force Academy cadets will be beneficial in determining the physical aptitude and form criteria of the pilot candidates. It has not been researched the phsical form and sustainibility of the Air Force Academy cadets. The results of these researches will show that at which G-level they will be able to have. If we can form standardized data between the ability of having the G-force and the phsical condition level, we will find more opportunities for directing the fighter plains which have the utmost performance. If we can form these standards, it will be easy to improve the physical conditions and the preparation of the education programs of the pilot candidates in this way. We hope that the physical and physological profiles will highlight the programs that will be prepared in the future. VI 75

Yer no:66 Demirbaş no: 114