Tez (Yüksek Lisans) -- İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015, Thesis (M.Sc.) -- İstanbul Technical University, Institute of Science and Technology, 2015, Herkes İçin Mimarlık Derneği (HİM)'nin çalışmaları ve mevcut pratiğin karşılaştırması, mimarlık alanında alternatif bir sürecin nasıl olabileceğine yönelik bir tartışmayı beraberinde getirmektedir. "Yeni" bir tarif için "olan" tanımlanmaya çalışılmaktadır. Mevcut sorunlar incelendiğinde iktidar, biyo-politika, prekarite gibi kavramlar öne çıkmakta; bu kavramları barındıran sistem, dil/söylem üzerinden ve eğitim süreçlerinde şekillenmektedir. Üretimi bu hegemonik yapılardan ayrıştırmak ve potansiyellerini açığa çıkarmak için yatay ilişkilenme biçimleri denenmeye değer bir patika sunmaktadır. Bu açıdan HİM'in Atıl Köy Okulları Ovakent Projesi'nde deneyimlenmiş süreçler farklı bir üretimin olumlu ve olumsuz yönleriyle kavranabilirliği açısından önemlidir. Mimarlık alanındaki üretim; ürünün niteliği, çevreyle ilişki, aktörler arası ilişkiler, aktörlerin yaşam şartları, ekonomik döngü gibi pek çok problemli durum üzerinden tariflenmektedir. Genellikle sayısal verilere odaklanılan bu yaklaşım eleştirileri söz söyleme iradesine sahip patron, işveren, politikacı gibi "başaktör"lere yöneltmekte, aktörlerin mevcut ortamın bağıntılarını kabul ederek sistem içerisinde sıkışmalarına sebep olmaktadır. Sorunlu görülen maddi unsurlara ayrı ayrı odaklanmak çözüm tahayyülünü sistemi kabul ederek kuracağından oyalayıcıdır. Tüm unsurlar hakim söylem tarafından belirlendiğinden birbirlerine bağlıdır ve bireylerin değişim için bütüne etkiyebilecek "ağ"lar üzerinden bir eylem geliştirmeleri gereklidir. Mimarlık alanında bireyler tek yönlü ve anonim bir üretime zorlanmaktadırlar. Bu durum sadece mimarlık üretiminin niteliğinin değil, bireylerin yaşayışında temas ettiği tüm alanlarda da görünür olan ideolojinin yaydığı iktidar kavramının bir sonucudur. Hegemonyanın aile, eğitim ve toplumsal yapılar içerisinde bireylere empoze ettiği itaat kültürü dolayısıyla rıza üretimi ve sağduyulu bireyler ortaya çıkmaktadır. Tek bir varlık gibi davranış geliştiren kitleye kültür endüstrisinin benimsettiği yaşam biçimi, tek ve yegâne bir düzenin içerisinde olunduğu hissini vermektedir. Oysa bireylerin topluma uyum sağlamak adına sahip olmak için ömür boyu çalıştıkları nitelikler her geçen gün değişiklik göstermekte ve yaşam/çalışma şartlarını iyileştirmek için gösterilen çaba bireyin mevcut düzen içerisindeki konumunu etkilememektedir. Sistemin döngüsünü kavramak ve sistem içerisinde nefes alınabilecek bir alan yaratmak genelgeçer eleştirilerden sıyrılıp ortamda belirleyici olan hiyerarşik ilişkilenme biçimlerini kırmaktan geçecektir. Mevcut olanı okuyabilmek ve yeni/alternatif olanın arayışında potansiyelli bir patika açabilecek süreçleri keşfetmek için "dil", dil üzerinden gelişen "söylem", dilde ve ilişkilenme biçiminde belirleyici olan "eğitim süreci" üzerine düşünülmelidir. Çünkü yaşam diller ve hareketler içeren bir yenilik potansiyeli üretir; önemli olan bu üretkenlik ve kapasitenin bireyler açısından nasıl "güç"e çevrilebileceğidir. Toplum için ortak olan anlamların paylaşılma aracı olan dilin yeniden kurulması; aktörlerin öğrenilmiş/kalıplaşmış rollerinin dışına çıkabilmeleri, mevcut olanı çıkmazları ve potansiyelleriyle kavrayabilmeleri açısından gereklidir. Böylece farklı kültürlerden beslenen öznellikler inşa edilebilir ve üretim ilişkilerine alternatif bir örgütlenme deneyimlenebilir. Mevcut dil, anlamlar dünyasından çağrışımlarla, hep aynının konuşulabilir/tartışılabilir/üretilebilir olabildiği bir yapıya denktir. Bu dil üzerinden kurulan söylem ise özne, bilgi ve iktidarın aynı bağlamda oluştuğu bir süreç tanımlar. Mimari üretimin her bir unsuru ideolojinin etkisi altındaki bu dikey ilişkilenme biçimi tarafından belirlenir. Bu statik yapıdan yeni bir toplumun doğması ihtimali, bireylerin olguları kendi bakış açılarından görmeye başlamaları ve yeni bir anlatı kurabilmeleriyle mümkün olabilir. Hiyerarşik ilişkilenmelerle biçimlenen üretimde tekçilik ön plana çıkar. Hakim iktidar, dili merkeziyetçi bir söylem inşa etmek üzere araçsallaştırır; bireyler arası "diyalog" aslında bir monologa denk düşer. Bireyin kendi öznelliğini kurmasıyla keşfedilecek anti-hiyerarşik ilişkilenme, dilin merkezkaçcı özelliğini ortaya çıkaracak; toplumda canlı bir diyaloğu ve çok sesliliği, anlamlar arasında karşılıklı bir etkileşimi (diyaloji) doğuracaktır. Toplumda radikal bir değişim için bireylerin tutumunun değişmesinde eğitim süreci önemlidir. Süregelen eğitim yaklaşımlarına alternatif olan özgür eğitim yaklaşımı, kişinin inancını iradi eylemler yoluyla edimesini sağlayacak ve aklın kullanımı düşünceyi özgürleştirecektir. Tek bir doğrunun olmadığının idrakına varan bireyler için iktidar barındırmayan bir ilişkilenme biçiminin önü açılacaktır. Aynı anlamın tekrar tekrar üretilmesine neden olan paradoksal hiyerarşi kırılabilirse öğrencinin özdenetimi ve sorumluluk alma bilinci gelişecektir. Bireyin öğrencilik aşamasında sahip olduğu keşfetme heyecanı desteklenmeli, kendi benliğini kurabilmesi için zemin hazırlanmalıdır. Yeni eğitim anlayışında yine bir iktidar oluşmasının önlenmesi için anonim ve çoklu katılımlı, fraktal ve anlık eylemlerle kurgusuz bir yapı örülmelidir. Mevcut olanı okuyabilecek, yeniyi tahayyül edebilecek "özgür insan" arayışında tekrar bir kapalı sistem tanımlamamak adına belirli bir yöntem geliştirmekten kaçınılmalıdır. Hegemonya, entellektüel ve ahlaki iktidar üzerinden esnek, güvencesiz, gayri merkezi, belirsiz ve istikrarsız çalışma şartlarını meşrulaştırmıştır. Mimarlık pratiğinde bireyler sağduyuyla yaklaştıkları durumlara razı olmaktadırlar. Sürekli iş değiştirmek zorunda olmak, iş tanımlarının çeşitlenmesi, uzmanlaşmaların ön plana çıkması, dolayısıyla istenilen nitelikteki işin bir türlü bulunamaması gibi kişinin kendisine bağlı gibi gözüken şartlar aslında Post-Fordist dönemin getirdiği genel geçicilik hali ve öne çıkan bireysellikle ilişkilidir. Üretim derinliğini kaybederken, aktörlerin eylem kapasitesi daralır. İktidarın bilince ve bedene tamamen nüfus etmesi durumu biyo-politika kavramı ile açıklanmakta ve organik itaat rejimi öznelere "dışarısının yokluğu" hissini uyandırmaktadır. Ancak 21.yy'da araçsallaşan medya ve yücelttiği bireysellik duygusu, alternatif ve yatay ilişki ağlarının kurulabilmesi için çokluğun gücüne dönüştürülebilir. İnşa edilmiş öznellikler üzerinden özyönetime bağlı müşterek üretim deneyimleri, ortak zenginlik dünyasının kurulması için nasıl örgütlenebilineceğine yol gösterecektir. Herkes İçin Mimarlık Derneği (HİM)'nin eğitim ve pratik alanlarının birebir yerini tutmayan ama alternatif bir tartışma geliştiren çözüm arayışı önemlidir. Ürüne odaklanmadan, sosyal sorunlarda sorumluluk alarak, ortak katılımla, anti-hiyerarşik süreçlerin deneyimlenmesi; mimarlığın eylem alanının dönüşmesine ve yeni araçların keşfine açık bir pratik sunar. HİM, alışılmış muhalefet dilinden uzakta bir yaklaşımla proaktif projeler geliştirmektedir. Projeler özelinde söz konusu "saha"larda yere ve yerele bağımlı çalışmalar öne çıkmaktadır. Fiziksel ve zihinsel emek bütünleşmektedir. Çalışmalar "hep beraber" yapma refleksiyle alışılmış mimarlık pratiklerindeki "müelliflik" yaklaşımından ayrışır. Bu denemelerin pratik ve teorik yansımaları alternatif üretim biçimlerinin muhtemel sonuçları hakkında önemli veriler sunmaktadır. HİM'in bugüne kadar yürüttüğü en kapsamlı projelerden biri Atıl Köy Okulları Projesi (AKOP)'dir. Derneğin sosyal sorunlara mimarlık içerisinden çözümler üretmek ve proaktif tutum niyetleriyle örtüşen bu proje, hakim politikalar karşısında güçsüzleşen yerel hayata destek olmak amacı taşımaktadır. AKOP kapsamındaki 2013 yılında başlayan ve yaklaşık 2 yıllık bir takvime yayılan Ovakent çalışmasının süreçleri, olumlu ve olumsuz çıkarımlarıyla anti-hiyerarşik ve alternatif olarak vurgulanan süreç denemelerinde önemli bir yer tutmaktadır. Sahada yapının sosyolojik bir yaklaşımla, adeta kazı yapılara dönüştürülmesi, farklı birikimlerden ve yaş gruplarından katılımcılar, Ovakentliler, bağışçılar ve dernek üyelerinin birlikteliğiyle deneyimlenmiştir. Yerinde ve yerelden beslenen bir tasarım yaklaşımının baskın olduğu süreç, kolektif üretimin nasıl olabileceğine yönelik fikir vermektedir. Yerinde gözlemlenen çalışmalar ve teorik incelemeler göstermiştir ki eşitliğin ön plana çıktığı, yatay örgütlenen organizasyonların denemeleri alternatif üretim ortamları için umut barındırmaktadır. Toplumun değişimi için dil değişmeli, yeni bir söylem kurulmalı ve eğitim pedagojik bir devrimle açık bir yapıya kavuşmalıdır. Mimarlık eğitiminin bir başı ve sonu yoktur; heyecanını yitirmemiş bireyler gerek duyulan bilgiye ulaşma yetisine sahiptir. Klasik pratikler yerle, bireylerle, çevreyle kurulabilecek aktif etkileşimi mimari üretim süreçlerine dahil edememektedirler; ancak kolektif üretimle toplumcu bir yaklaşıma kavuşan deneyler mimarlığın potansiyellerini görünür kılmıştır., A comparison between the existing architectural practises and the activities carried out by the Architecture for All Association (HİM) opens up a discussion regarding how an alternative process can be organized in the premises of architecture. For a "new" description to be born, the "existing" conditions are tried to be defined in this thesis. Concepts such as power, biopolitics and precarity come to the forefront when the present problems are investigated, and the system in which these concepts operate is shaped through language/discourse and education processes. It is worth experimenting with horizontal forms of relationship since they present us with possibilites to dissociate production from hegemonic structures and uncover its potentialities. In this respect, the processes experienced in the Ovakent Project carried out by HİM as part of the Abandoned Rural Schools Project (AKOP) are important in that they shed light on the positive and negative sides of an alternative form of production in the premises of architecture. Architectural production is generally described with reference to several problematic factors such as product quality, relationships with the environment, relationships among different actors, actors' living conditions and economic necessities. This approach generally takes quantitative data into consideration and directs all the criticism against the "main actors" such as the boss, employer or politician who have a say in the formulation of decisions. As a consequence, the "other" actors are left with nothing but accepting the existing connections within the environment, therefore, getting stuck in the system. It would be diversionary to handle each problematic physical factor separately since such an approach can help to devise a solution only on the premise that the present system is accepted as a whole. All the factors are interconnected as they are determined by the dominant discourse: For change to be possible, individuals need to develop actions through the "networks" that can affect the whole. A unilateral and anonymous production model is imposed on individuals in the architecture sector today. This is not only a consequence of the nature of architectural production but also an embodiment of the concept of power, diffused through ideology and operating in all areas of life. The culture of obedience imposed on individuals by hegemonic forces within the family, education system and social structures guarantees the production of consent and "common sense". The masses develop behaviour as a whole entity; the culture industry infuses a life style into the masses, making them feel as if they lived in a single, unique system. On the other hand, the qualities expected of a person to fit into society keep changing through his/her lifetime, which forces him/her to work incessantly. Despite all the efforts to improve his/her living/working conditions, a person's status remains more or less static within the present system. In order to comprehend how the system works and create a space to breathe, it is necessary to avoid making facile criticisms and aim to change the hierarchical forms of relationship which constitute the core of the system. To be able to read what there is and discover effective pathways in search of the new/alternative, we need to reflect on "language" and "discourse", which is embedded in language, as well as the "education process" constituting a significant factor in the formation of language and relationships. Life creates a potential for newness containing languages and movements. The important thing is to discover how to tranform this productivity and capacity into "power" for individuals. Language is the tool through which the meanings shared by society are passed on. It is necessary to reconstitute language for actors to be able to go beyond their learned/stereotyped roles and comprehend the dead ends and potentials of the existing conditions. It can thus be possible to construct subjectivities nourished by different cultures, and establish a form of organisation as an alternative to the present relations of production. The existing language -with vantage points in the world of meanings- equals a structure in which only the same can be talked about/discussed/produced. The discourse established through this languge defines a process in which the subject, knowledge and power are shaped in the same context. Each component of architectural production is determined by this vertical relationship imbued by ideology. A new society can arise out of this static structure if individuals start to approach facts from their own perspectives and create a new narrative. The production style shaped by hierarchical relationships is characterized by monologism. The dominant power instrumentalizes the language to construct a centripetal discourse, in which case a "dialogue" among individuals actually corresponds to a monologue. An anti-hierarchical form of relationship can be experienced when the individual constructs his/her own subjectivity; and it will reveal the centrifugal aspect of language, creating polyphony, a live dialogue and a reciprocal interaction of meanings (dialogism). Educational processes play an important role in altering an individual's perspective and making radical change possible for society. According to the libertarian education concept, which provides an alternative to the ongoing educational practices, a person can acquire and actualize his/her beliefs through voluntary acts based on free will; and the use of reason will set thought free. The possibility of connecting outside the strictly hierarchical domain of power will be feasible for individuals once they realize that there is no one correct thing. The student will embrace self-control and sense of responsibility much better if paradoxical hierarchy, which reproduces the same meaning again and again, can be challenged. The excitement for exploration individuals feel during their education should be supported and a fertile ground should be prepared for them to construct their own individualism. It is necessary to build an improvisational pattern of relationship, which is open to participation through fractal and instant actions, in order to avoid basing this new understanding of education on another vertical power structure. One needs to refrain from developing a specific method while searching for the "free man", who can comprehend the present and imagine new possibilities, in order not to fall into the same trap of defining a closed system. Hegemony legitimizes flexible, precarious, uncertain and unstable working conditions with the help of intellectual and moral power. The reason why individuals give consent to architectural practices characterized by such conditions is the common sense which has been cultivated in them. Conditions such as the obligation to change jobs incessantly; diversification of job definitions; and emphasis put on specialization, hence, the impossibility of finding the job one is searching for all appear to be dependant on the person. However, these are actually related with the temporary quality and underlined individualism of the Post-Fordist period. While production loses its depth, the scope of action tightens for the actors in the field. The concept of bio-politics is used to describe the way power diffuses the mind and body thoroughly; the organic obedience regime leaves the impression of an "absence of the outside" on the subjects. The instrumentalized media of the 21st century and the sense of individualism glorified through it, on the other hand, can be transformed into the power of the multitude to weave alternative, horizontal networks of relationship. Collective production experiences based on autonomy via self-constructed subjectivities can be a prominent way for us to find out how to get organized in order to establish a world of common wealth. The quest of Architecture for All Association is an important one for finding solutions: It does not directly replace the domains of theory and practise but develops an alternative discussion platform. The practise of experiencing anti-hierarchical processes through collective participation and taking responsibility for social problems without only focusing on the end product supports the discovery of new tools and transforms the domain of architectural action. HİM assumes a proactivist approach while developing its projects, and thus forms a contrast with the typical language of opposition. The socio-geographical and local features of the "site"s play a prominent role in determining the activities carried out in the projects. Physical and intellectual labour merge with each other. The activities of HİM differ from common architectural practices in that there is an inclination to "do together" in the former whereas the "authorship" is emphasized in the latter. The theoretical and practical repercussions of these experiments have significant implications concerning the possible outcomes of alternative forms of production. One of the most comprehensive projects carried out by HİM until today has been the Abandoned Rural Schools Project. Overlapping with the associations's proactivist stance and objective to come up with architectural solutions to social problems, this project aims to support rural life which is becoming weaker in the face of dominant policies. Launched in 2013 as part of AKOP and lasting approximately for 2 years, the Ovakent Project has ended with both positive and negative implications, and has served as an important example for experimenting with anti-hierarchical, alternative processes. The building in the field was handled in a sociological manner and almost turned into an excavation, the process of which was experienced by participants from different backgrounds and ages, residents of Ovakent, sponsors and association members. Marked by an understanding of design which is created in situ and nourished by local resources, the process gives an idea on how collective production can be realized. The activities observed in situ and theoretical investigations demonstrate that attempts to create horizontally organized networks based on equality give hope for alternative production possibilities. For society to change, the language should change; a new discourse should be established and the education should acquire an open structure through a pedagogic revolution. Architectural education does not have a beginning or an end, the individuals who have not lost their excitement can reach the knowledge they need. Classical practices fail to incorporate an active interaction with the place, people and environment in architectural production processes; however, experiments which assume a social approach through collective production practices have made the potentialities of architecture visible., Yüksek Lisans, M.Sc.